Mezarlıklar keder barındıran etik ilişkilere vesile olur. Mezarları, sevdiğimiz, değer verdiğimiz, onur duyduğumuz kişileri törenle gömmek, anmak, kendimizle hesaplaşmak, ölümün öylesine bir yok oluş olmadığını hissetmek için ziyaret ederiz. Hayatta kalmak ve devam etmek için ziyaretimiz olumlu bir güç de verir; hissedilir ki “ölenle ölünmez.” Yas ne denli büyük olursa olsun, yaşam ölümün karşısında daima daha güçlüdür. Bu nedenle kişilerin mezarlıklarla ilişkisi, yaşama uğraşısı ile bütünleşen, yeni bir bedenleşme ilişkisidir. Her yaşam bir öncekinin sonucudur ve bir sonrakini doğurur.
Hal böyleyken günlerdir mezarlara yönelik saldırıları konuşuyoruz. Mezarlıklar mezar parçalayıcılarca ‘ziyaret’ ediliyor. Niyetin iyi olmadığı açık! Ancak yaşamı reddeden, mezarları bölmek isteyen ölüm sever bir güç, parçalamak niyetiyle mezarlığa gelir. Elde çiçek yoktur elbette; betonu parçalayacak araçlar yanındadır ya da bulduğu büyükçe bir taş bu işe yarar. Kişi ya da kişiler vurdukça vurur, betona, toprağa, taşa…
Öte yandan mezar parçalayıcıların yakalanmıyor ve adaletin önüne çıkarılmıyor oluşu da can yakıcıdır. Öyle ya, olağan bir ülkede olağan dışı bu birey tavrı anlaşılmak istenir. Ne var ki bu en olağan beklentiler bile karşılanmaz. Sorulan ilk soru saldırının kimin mezarına yapıldığıdır. Ama soruya da cevap vermek gerekir: Bu kötü ziyaretler Türkiye’de Kürtlerin mezarlarına yapılıyor, sadece “Kürtler ölülerine yer bulamıyorlar”(1).
Bildiğiniz gibi, cevabın ardında derin bir sessizlik oluşuyor, bu sessizlik, suskunluk kültürünün hanesine yeni bir girdi olarak kaydediliyor. Toplumda çok sorunlu bir ruh hali bu! CHP, İyi Parti, Saadet Partisi, AKP’nin Müslüman tabanı, neredeyse herkes dilsizleşiyor. Kimlerin yasının tutulup kimlerin yasının tutulamayacağına siyasal iktidar karar veriyor: Kürtlerin yası tutulamaz. İktidarın tepelerinden inen bu ahlaki buyruk toplumu adeta sendeletiyor, düşünme ve eyleme gücünü felce uğratıyor.
Aklım düşünürün sözlerine gidiyor. Bauman’a göre, ‘ölümlülüğün üstesinden gelemeyen’ modernite ölümlülüğü ve ölmek üzere olan insanı göz önünden ve böylece zihninden uzaklaştırıyor. Modern koşullar altında ölüm artık “evcil” değil; bunun yerine “akla uyduruluyor.” Düşünüre göre, (2) “ölüm kaygısıyla” başa çıkmanın modern yolu, bulaşıcı ve ölümlü bir hastalık taşıyıcısı olarak “tehlikeli öteki”ni işaret etmek ve onu gündemde tutmaktır.
Yerli ve milli “sağlıklı toplum” için “tehlikeli öteki”; başta Kürtler, haklarını arayan işçiler, hareket eden politik kadınlar, LGBTİ’ler, Aleviler, Ermeniler, solcular adeta! Böylece ırksal ve cinsel imgelerle patolojik imgeler arasında bağ kuruluyor. Öteki, norm dışı olarak hasta ilan ediliyor; hem zarar görmüştür, hem de zarar verir. Hastalık ve patoloji söylemiyle sıkı sıkıya geçmiş olan ırkçı söylem, ayırma ve soyutlama yöntemleri geliştirir.
Paulo Freire’den esinle (3) suç tanımlanır: Türk-Müslüman, kapitalist devlet kodlarına ve ahlak anlayışına boyun eğmemek, egemen elitlerin hedefleriyle uyumlu hale gelmemek, “böl ve yönet” taktiğine rağmen bir-araya-gelmesi-olanaksızlarla yan yana gelmek, kültürel istilaya karşı direnmek. Ölü ya da diri sözde tehlikeli insanlar, ayırma ve soyutlama işlemlerine tabi tutulur. Bauman’a göre iktidarlar nezdinde “ölümün o simgesel ölümü, ölümün suretinin öldürülmesi” başarılmış görünür.
Ne var ki hangi türden olursa olsun iktidar imkânsızdır; er ya da geç ortak vatan, tüm farklarıyla yurttaşların eşitliğini gerektirir. Çünkü Kürtler “ölülerine yer bulmak” ve dirilerine yeni bir yaşam kurmak zorundadır. Sisyphos gibi, Kürtler de özgürlük ve eşitlik kayasını durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkûm edilmiştir. Sisyphos kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden aşağı düşecektir hep (4). Haksızlıkların katlanılmazlığı Kürtleri gözüpek kılacak, sonucun değil arayışın değeri baki kalacaktır.
Kürt-olmayanlar, Sisyphos’un çabasını “yararsız ve umutsuz” olarak algılarlar. Ne var ki gözlerini bu dirence kapayamazlar, bedenin ve kayanın hareketine sessiz kalamazlar. Kayanın yukarıya çıkışını belli belirsiz umutla, geriye düşüşünü de kederle izlerler. Varoluşu hissederler. Başka bir yerden, Kürtlerin hayatından gelen bir şey, Kürt olmayanları kendi tarzlarıyla harekete sevk eder, bir fazlalık kendisini dayatır. Artık bir etik ve politik bir yükümlülük vardır: mezarları rahat bırakmak ve ortak bir zenginlik yaratmak.
Dipnotlar
(1) Hişyar Özsoy, “Kürtler ölülerine bir yer bulmak zorunda” http://mezopotamyaajansi22.com/tum-haberler/content/view/96916
(2) Zygmunt Bauman, Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri, (İngilizceden Çeviren: Nurgül Demirdöven) 3. Basım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2018
(3) Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, (Çevirenler: Dilek Hattatoğlu, Erol Özbek) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
(4) Jorge Luis Borges, Ölüm ve Pusula, (Çeviren: Tomris Uyar) 3. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1994)