Özgürlük isteğinin ‘hastalık’ olarak tanımlanması ve bunun tıp literatürüne girmesi, insan ırkının herhalde en yüz kızartıcı suçlarından biridir. Ama oldu bu. Dr. Cartwright o zamanlar pek itibarlıydı!
Arif Mostarlı
Amerikalı büyük öykücü O. Henry’i pek severim ben. Özellikle büyük buhran döneminin dolandırıcılarını anlattığı öyküler, çarpıcı sonlarıyla kısa öykünün parlak örnekleridir. Sahte doktorlar ve ırmak suyundan imal edilmiş kellik ya da bel fıtığı ilacı satıcıları mesela çok eğlencelidir. Sahte bilim/sahte tıp, öyküler söz konusuysa komiktir tabii. Mesela bugünkü ‘düz dünyacılar’ da eğlenceli adamlar aslında.
1800’lerin ‘saygın’(!) bilim insanı Dr. Samuel A.Cartwright öyle değil ama. Onunki bambaşka bir şey.
Büyük doktorun yükselişi
“Drapetomania” diye bir şeyi çoğumuz duymamışızdır sanırım. Tam olarak, “Kölenin kaçma arzusu duyma hastalığı” anlamına geliyor ve tıp literatürüne Dr. Cartwright tarafından sokuluyor.
Samuel Adolphus Cartwright, neredeyse doğuştan doktor! 30 Kasım 1793’te Virginia’da bir rahibin oğlu olarak dünyaya geliyor. Gençliği tıp öğrenimi ile geçiyor. ABD’nin ilk tıp fakültesi olan Pennsylvania Üniversitesi’ni bitiriyor. Döneminde Mississippi’deki en önde gelen doktor, cerrah ve tıp bilimcisidir. Seksenden fazla makale, orijinal araştırmalarıyla hızla yükseliyor.
Özellikle Mississippi’deki sarı humma salgını sırasında şöhreti iyice büyüyor ve ona itibar sağlıyor. Sarı hummaya ek olarak, kolera, difteri, frengi, iyot kullanımı, yumurtalık tümörlerinin cerrahi olarak çıkarılması, rektovajinal fistüllerin tedavisi hakkında makaleler yayınlıyor. Başarılı tedavileri ve gözlemleri büyük yankı uyandırıyor. İnsan fizyolojisini daha iyi anlamayı umarak timsahlar üzerinde kapsamlı fizyolojik deneyler yapıyor bu arada, sonuçları dolaşım ve solunum üzerine teoriler geliştirmek için kullanıyor. Ocak 1846’da Mississippi Eyalet Tıp Derneği’nin ilk başkanı seçiliyor.
Drapetomania
Gelgelelim, iş bu kadarla kalmıyor! Önce Güney eyaletlerin hastalıklarının Kuzey’den farklı olduğu, siyah ve beyazların değişik semptomlar gösterdiği saçmalığını uydurmakla işe başlayan Cartwright, efendi ve köle ilişkisinin “insan yasasına değil, ilahi yasaya dayandığını” öne sürüyor ve Mukaddes Kitab’ın siyahları “hizmetkârların hizmetkârı” olmaya mahkûm ettiği sonucuna varıyor. Cartwright’e göre, “Siyahlar bu dünyaya köle olmak için gelmişlerdir ve kölelik onların doğasında zaten vardır.”
Tam o sıralar, kendine Güney’deki köleci ekonomiyi ayakta tutma misyonu biçmiş olan ırkçı Louisiana Tabipler Birliği, Cartwright’ı “zenci ırkının hastalıklarını ve fiziksel özelliklerini” araştırmakla görevlendiriyor. 12 Mart 1851’deki yıllık toplantısında bir konuşma olarak sunuluyor ve dergilerde yayınlanan raporun temel tezi, köleliğin köleler için iyi bir şey olduğu ve yalnızca bir tür akıl hastalığından mustarip olanların kaçmak isteyeceğiydi. Bu sözde hastalığa Cartwright, “Drapetomania” adını veriyor ve Kuzey’de alay konusu olan bu uydurma hastalığın ‘tedavisi’ olarak da “Kölenin içine girmiş bu şeytanı kovmak için sistemli bir şekilde kırbaçlanmasını” öneriyordu. Ki bu da yetmezse sırada “ayak başparmaklarının kesilmesi” gibi başka ‘tedavi’ biçimleri de vardı.
Ayrıca Cartwright, hoşgörülü efendileri bu bozukluğun başlamasından sorumlu tutuyordu, çünkü “beyaz adam Tanrı’nın nizamına karşı çıkmaya çalışırsa” kölelerine yakın davranarak doğal düzeni bozacak ve kırılgan kölelerin bu zihinsel hastalığı geliştirmesine neden olacaktı.
Tembel, çünkü özgür!
Şaka gibi görünüyor ama durum aynen böyleydi ve Dr. Cartwright o zamanlar bütün Güney eyaletlerinin en şöhretli tıp otoritesi olarak ulaşılamaz bir zirvede duruyordu.
Cartwright bununla da yetinmedi ama. Bir adım daha atarak, “hem zihni hem de bedeni etkileyen” siyahlara özgü başka bir “hastalık” daha icat etti. Raporunda “dysaesthesia aethiopica” (“Etiyopyalı – siyah kötü duygu”) olarak adlandırdığı bu sözde hastalığı, esas olarak köleler arasında algılanan “iş ahlakı” eksikliğini açıklamak için kullandı ve bu durumu, derinin kısmi duyarsızlığı ve yarı uykulu bir insan gibi davranma belirtileriyle tanımlamaya çalıştı. Ona göre bu ‘hastalık’ kendi başlarına yaşayan özgür siyahlar arasında çok daha yaygındı, çünkü “tüm özgür siyahlar, onları yönetecek ve onlara bakacak bir efendiye sahip olmadıkları için” acı çekiyorlardı. Onun da tedavisi vardı elbette! Cildin duyarsızlığının çaresi yeterince ‘uyarılmamış’ olmasıydı ve en sağlam yol, tabii ki siyahların kırbaçlanmasından ibaretti! Böylece köle, “Zihnini bulandıran sisi dağıtan beyaz adama minnettar kalacaktı.”
Sonuç basitti yani aslında: Özgür olmak isteyenler hastaydı, özgür olanlar da öyle!
***
Yukarıda anlatılanlar çok geçmişte kalmış saçmalıklar gibi görünüyor ama belki de durum tam öyle değildir. Kırbaç ya da onun yerine geçen başka araçlar bugün hâlâ, ‘hastalığımızın’ tedavisinde kullanılıyor ve “özgür insan” olma arzusu, bugün bile tekin bir arzu olarak görülmüyor. Şimdi kemikleri çoktan toprağa karışmış olan Dr. Cartwright’i bir tür ‘deli’ ya da ‘sahtekâr’ olarak görmek keşke içimizi biraz rahatlatsaydı…