Bundan beş sene önce, belirli fikirlerin inanılmaz bir güçle entelektüel alana girişi, tüm sorunların çözümü olacakmış gibi algılanır diyen sosyolog Clifford Geertz’in izinde bir “meydan” yazısı kaleme almıştım. Bu konuda yazma itkisi Taksim Meydanı’nın Gezi Direnişi’ni nasıl da bağrına bastığı düşüncesinden geliyordu. Kuşkusuz, tarih her zaman önyargılar doğurur. Tarih yazımı bir dönüşümün, başkalaşmanın vurgulanmasından ziyade sürekliliği işaret eder. Çünkü değişim sürekliliği reddeder. Büyüklerin dediği gibi, devrim tarihin temize çekildiği andır. Kültürel değişimleri bir çerçeveye sığdırmak teorisyenin emniyeti için gereklidir, bir noktada…
21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde bir yaz günü, adına mega-kent denen İstanbul’da “bir kaç ağaç için” direnme eylemi, kısa sürede “özgürlüğüme karışma” eylemine dönüşmüştü. İstanbul’un tüm otobanları, viyadükleri, caddeleri, sokakları tek bir meydana açılıverdi, günlerce… İnsan seli kilometrelerce yolu kat ederek tek bir meydana ulaştı. Devamında erk, meydanın bu doğurganlığına şaştığı için (de) olsa gerek, paralarını bu akan insan selinin ödediği, toplumsal olaylara müdahale araçlarıyla (adıyla müsemma TOMA’larla) meydana açılan her bir sokak ve caddeye yerleşecek, sert uygulamalarla insan selini dağıtmaya çalışacaktı. Meydandaki büyük kalabalık, bir araya gelmez diye düşünülen ideolojik, etnik, dinsel gruplardan oluşuyordu. Yazımı kaleme aldığım tarihte biraradalıkları sürüyordu.
Şimdi, yine biraradalık var. Bu defa, biri hapiste, diğerleri sponsorsuz ya da az paralı bir avuç başkan adayı içinden bir Cumhurbaşkanı seçeceğiz. Bir diğer aday ise sonsuz imkanlarının getirdiği bolluk içinde, her yerde, her an kendisine alan yaratıp propaganda yapıyor. Onun sustuğu zamanlarda ise (oruç açma, namaz kılma zamanlarında mesela) adına gazeteci denilen, profesör denilen bir takım zevat adeta dinsel bir bağlılıkla onu destekleyen konuşmalarını sıralıyorlar. Onu desteklediklerini yüksek lisans tezini jüriye anlatan heyecanlı öğrenci misali, dillerine henüz yerleştiremedikleri bir dolu türeme kavram isimlerini sıralayarak yapıyorlar.
Cumhurbaşkanı adaylarından bir tanesinin beklenenin tersine, meydanları kalabalık. Bir fikri temsil ediyor: Eskinin ıskartaya çıkabileceği fikrini… Fikrin aşırı popülerliği onu kullandıktan, kuramsal kavramların genel dağarcığının bir parçası haline geldikten sonra biter diye düşünebiliriz. Adaylardan bir tanesi ise, hapisten avukatları aracılığı ile iki satır mesaj yayınlıyor, karısı iki fotoğraf koyuyor derin dip dalgasına her defasında yeni bir ivme katıyor. Onun meydanı bir “ketıl”la genişleyiveriyor. İktidar, saldırgan bir sahiplenicilikle hapiste tuttuğu Cumhurbaşkanı adayı için “İdam kararı önüme gelsin, ben imzalarım” diyerek meydanı tuttuğu yanılsaması içinde. Onun meydanında ölüm var, öbüründe türküler…
Meydana açılan sokaklar genelde dardır. Ticarete açıktır. Vitrinlerle hareket kazanmış duvarlara bakıp yürüyerek çıkılır meydanlara. Bu “hareketlilik” kapitalizmin bir buluşu olmamakla birlikte, onun geliştirdiği bir şeydir. Hareketli duvara bakan insan yavaşlar ve durur. Durmak kalabalık oluşmasına bir engeldir. İnsan olmaktan birey olmaya giden yapışkanlı yolda bireylerin hareket yoluyla kalabalığın içine dahil olmasının engellenmesi sağlanmış olur. Bu korunma hızlı hareket eden ve bireyselleşmiş ulaşımın hareketidir ve meydanda bir araya gelinmesini, büyük kalabalık oluşturmasını engellemek içindir. Yine de, bir bahar günü sayısı milyonu bulan insan selinin meydana ulaşmasını engelleyememiştir. Tıpkı 18’inci yüzyıl Paris’inde daraltılan sokaklardan akan insan seli gibi…
Tüm bunların zamanda ve zeminde düşünülmesi bir gerekliliktir. Hayat tek bir fikre boğulmaz zira zaman o fikri dağıtıp geçecektir.