Mardin’deyiz… Yol üstünde mevsimlik tarım işçileriyle görüşüyoruz. Hepsi yoksul, hepsi Kürt… Bir çocuk, abla soğan en zoru diyor, bir mevsimlik işçi ise ‘Hep yollarda ölüyoruz’ diyor
Gülcan Dereli
Türkiye ve bölge kentlerinin ‘görünmez emekçileri’ tarım işçileri… Sayıları yüz binlerle ifade edilen mevsimlik tarım işçileri ve ailelerinin sorunları her yıl hasat mevsiminde kamyon kasalarında can verdiklerinde gündeme geliyor. Kaza denilen ama aslında iş cinayeti beşerli, onarlı öldüklerinde hani. Çalışma ve yaşam koşulları, çocukların eğitim sorunları, sağlık hizmetleri gibi pek çok sorunla boğuşan tarım işçilerinin çoğunluğu ise Kürt. Yoksulluğun ve göç politikalarının pençesinde olan Kürt tarım işçileri, fındık, domates, soğan, salatalık ve pamuk tarlalarında sıcağın altında yaşama tutunmaya çalışıyor. Mevsimlik tarım işçileri farklı ürünlerin üretim aşamalarını takiben ülke içinde yaklaşık 10 aya yayılan bir zaman boyunca gezici olarak çalışıyor. Kendi bereketli topraklarının sürgünleri onlar. Bu koşullara bir de bitmeyen ırkçı saldırı ve yaklaşımları eklediğinizde karşınıza sömürgeci bir kölelik düzeni çıkar.
Hep muhtaç kalsın diye
Mevsimlik tarım işçilerinin çalışma koşulları, ihmalden ziyade bilinçli bir devlet politikasına işaret ediyor. Kürt hep muhtaç olsun, kendine yeten ve hatta tüm bölgeye yeten bir bereketli toprağı ve özgür yaşam inşa edemesin diye… Bu kölelik düzenini değiştirmek için demokratik kitle örgütlerine de görev düşüyor elbette.
Çocuklar da mağdur
İşçiler çalışmak için gittikleri bölgelerde genellikle çalıştıkları tarla ve bahçelere en yakın kırsal alanlarda, kendi imkânlarıyla kurdukları geçici çadırlarda konaklıyor. Bu alanlar insani koşullardan uzak alanlar oluyor. Su, elektrik gibi pek sok sorun ile karşı karşıya kalıyorlar. Özellikle çocuklu aileler daha çok mağdur oluyor.
Çöl sıcaklığında yaşam
Mardin Artuklu’dayız Kürtçe ismi Musugevrê (Karademir) olan bölgede yol kenarında kırsal bir alanda gördüğüm tarım işçilerinin halini öğrenmek için yanlarına gidiyorum. Bir dokun bin ah işit. Zorlu yaşam koşulları hepsinin canına tak etmiş ama hepsi “mecburuz” diyor. En küçüğünden en büyüğüne kadar hepsi, “Başka çaremiz yok” diyor. Urfa Ceylanpınar’dan Mardin’e gelmişler. 7 aile, 23 nüfus. Mardin’e tarım işçisi olarak gelen aileler “Ekmeğimiz olmadığı için buraya çalışmaya geldik” diyor. Çöl gibi bir alanda bazen sıcaklığın 48 dereceyi gördüğü yerde çadırda yaşıyorlar.
Evlendiğimden beri çalışıyorum
Ocağın başına bir anayla konuşuyorum. “Türkçem yok” diyor biraz çekinerek. Kürtçe anladığımı, biraz konuşabildiğimi söyleyince sevinci gözlerinden okunuyor. Başlıyor hemen Kürtçe konuşmaya, derdini anlatmaya Adalet Anıç: “Evlendiğimden beri çalışıyorum. Geçinmek zordu. Mecburduk. Hepimiz beraber çalışıyoruz. Bizim orada iş yok. Her yıl böyle bir yere göç ediyoruz. Çalışıyoruz, görüyorsun halimizi, ne yapalım” diyor. Bir taraftan da yemeğini yapmak için ateşle uğraşıyor. İşine engel olmak istemiyorum. Başında bekleyen çocukların aç olduğunu söylüyor. Tarlada akşama kadar çalışmış. Gelince de yemek telaşı sarmış.
‘Her yıl böyleyiz’
Araya bir çocuk işçi giriyor. Konuşmak istiyor, boğazı dolu dolu. Adı Sinan, Adalet Ana’nın çocuğu şöyle diyor: “İş yok orada abla, ne yapalım, gelip burada çalışıyoruz. Okuyordum ama işten dolayı gidemiyorum. 14 çocuğuz, iki annem var. 3 kişi burada kalıyor, kalanımız işe gidiyor. Mecburiyetten geldik abla yoksa niye gelelim. Yer yıl böyle, biz böyleyiz.”
‘Soğan oldu mu zor’
İşin zorluklarını sıralayan çocuk, “Tarlada çalışıyoruz. 3-4 kilometre yol gidiyoruz. Bazen yürüyerek, bazen de çavuş bizi arabayla götürüyor. Bu sıcakta çalışıyoruz, günlük 50-60 lira alıyoruz. 8-9 saat çalışıyoruz. Ama soğan oldu mu akşama kadar. Çok zor abla sıcağın altında soğan toplamak. Sökümü var, dolumu var. Küçük, orta, büyük ayrımı var. Torbaya aktarması, dikişi var. Hepsini işçiler yapıyor abla” diyor.
Torunlarına bakıyor
Adile Ana ise çocukları tarlada çalıştığı için torunlarına bakıyor. O da yoksulluktan geldiklerini söylüyor. Torunlarına bakmaktan da keyifle bahsediyor.
Ekmek aslanın midesinde
İşçilerden Mehmet Şah Eroler ise “48 yaşındayım kendimi bildim bileli bu işi yapıyorum. Hayatımızın sonuna kadar böyle, çalışacağız. Bu sıcakta perişanız. Bu sıcakta çalışmak, bu çadır da yaşamak çok zor” diyor. Eroler, hükümetin kendilerine destek vermemesinden şikayetçi. Kendilerinin görülmediğini söyleyen Erolaer, “Mevsimlik tarım işçilerine bakmıyorlar” diyor. Geçimin zor olduğunu söyleyen Eroler, sözlerini şöyle noktalıyor: “Ekmek aslanın midesine girmiş. Yapacak bir şeyimiz yok. Yevmiye ile çalışıyoruz. 13 kişilik nüfusuz 5 kişi çalışıyoruz ama aldığımızla da geçinemiyoruz. Çalıştığımızı burada yiyoruz, kazancımız yok burada. Çok kalmayız artık.”
‘Gördün halimizi’
Yemeğim ateşte diyen Kader ise, 5 yıldır evli. Evlendikten sonra çalışmaya başlamış. Ailesiyle birlikte çalıştığını söylüyor. O da çadırda yaşamın zor olduğunu anlatıyor ve şöyle ekliyor Kader: “Gördün halimizi, tuvalet yok, düzenli yaşamımız yok. Ateşte yemek yapıyoruz, suyumuz yok. Çamaşırları elde yıkıyoruz. Banyo yapacak yer yok. Yerde yatıyoruz.”
Yük kadınların omzunda
Kadınları gözlemliyorum konuşmaya çalışıyorum birçoğu ise Kader’in söylediklerinden farklı bir şey söylemeyeceklerini belirtiyor. Yine işe koyuluyorlar. Ne geceleri ne gündüzleri var. Neredeyse tüm yükü kadınlar omuzlamış. Kadınların iş yükü her yerde aynı. Tüm gün tarlada, sonra barındıkları yerde çalışıyorlar. Neredeyse yatana kadar dinlenmiyorlar. Sadece Adalet Ana ve Kader değil, oradaki tüm kadınların yemek ve temizlikle uğraştığına tanıklık ediyorum.
Elektrik bile yok
Songül Eroler de o kadınlardan biri, epey dertli. Gündüz soğan, salatalık topladıklarını söyleyen Songül Eroler, “Akşam da yemek, çay, çocuklar derken gece oluyor. Hep çalışıyoruz. Buna rağmen geçinemiyoruz. Çocuklarımızın durumu kötü. Okula bile gidemiyorlar. Hiçbir ihtiyaçlarını karşılayamıyoruz. Burada elektrik de yok” diyor.
‘Bizi gören olmadı’
Çocuğun biri araya giriyor, ismini söylemiyor: “Ben okula gitmek istiyorum. Okul daha güzel abla” diyor. Araya giren ve ismini söylemeyen başka bir genç, “Okumak okumamak bizim elimizde değil ki” diyor. Hepsi ayrı ayrı derdini paylaşmak istiyor ama umutsuzca, “Ne olacak diyorlar devlet bizi hiç görmedi ki.” Ya da aslında gördü de belki memnundur bundan diye düşünüyorum o an.
‘Devletten şikayetçiyiz’
Yine ismini vermek istemeyen bir tarım işçisi ise, “Her gün kaza geçiriyor bizim gibi işçiler. Kaç kişi öldü. Bunları görüyorlar mı? Devlet baktığına da 150-200 lira aylık veriyor ‘bununla geçin’ diyor. Söyle geçinilir mi? Devlet bizi göreceğine başkalarını görüyor, besliyor. Bizi görmüyor. Biz devletten şikâyetçiyiz. Artık bu mevsimlik işçilerini görsünler. Biz de bu ülkede yaşıyoruz. İnsanız. Kendi imkanlarımızla buraya geldik. Kimse bize destek olmadı, olmuyor. Hayatımız nereye kadar böyle gidecek. Bu çocuk 14 yaşında çalışacak durumda değil. Mecbur çalışıyor. Biz çalıştırıyoruz. Neden sorsunlar, mecburuz işte. Bu çocuğa yazık değil mi? Okula gidemiyor, geliyor çalışıyor” diyor.
‘Sıcak su içiyoruz’
Bir kadın araya girerek şöyle isyan ediyor; 20 kiloluk suyu omzuna atıp taşıyorsun ancak suyun oluyor. Yoksa o da yok. Sabahtan beri bu sıcak suyu içiyoruz. Sanki çay demlemişiz. Bu çölde yaşamak kolay mı?”
‘Kürde hak vermiyorlar’
14 yaşındaki çocuk işçi ise yaşadıkları koşulların zorluklarını şöyle anlatıyor: “Market yok. 4 kilometre yürüyoruz. Ayakla gidiyoruz. Araba durduruyoruz kimse durmuyor. Korona var. Sıcakta yürüyoruz. Gidiyoruz. Bakın halimize bakın çocukların hepsi sefalet içinde. Böyle görünce de kimse bizi arabasına almıyor. Arabayla gitmek istersen benzin istasyonu yok, bir şey yok. Nasıl gideceksin? Ancak birini durdururuz, bir bidon benzin alırız öyle odur. Zordur işte. Okul varken buraya gelmek de iyi değil ama mecburuz. İlacımızı bile karşılamıyor. Ablam Kürde hak vermiyorlar, ablam.” Kürt bilinci yeşeren bu çocuklar aynı zaman da anadilde eğitimden de mahrum bırakılıyorlar.
2019’da bin 736 iş cinayeti
2019 yılında 1736 iş cinayeti yaşandı. Bu iş cinayetlerinin başında tarım işçileri var. Her yıl Mayıs ve Haziran aylarında meydana gelen iş cinayetlerinin çoğunda yine mevsimlik tarım işçilerinin yaşamını yitirdiği görülüyor. Bu sayı her yıl azalmadığı gibi artıyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin verilerine göre Türkiye’de iş cinayetlerinde hayatını kaybeden her 5 çocuk işçiden 3’ü tarım işçisi. İSİG Meclisi’nin raporuna göre 2019 yılında en az 67 çocuk işçi yaşamını yitirdi. Bu çocukların yüzde 60’ının tarım işkolunda çalıştığı, tarım işçiliğinin çocuklar için en kötü çalışma biçimleri arasında yer aldığı vurgulanıyor. Gezici mevsimlik tarım işçiliğinin ise özellikle çocuk işçiler için pek çok risk taşıdığını belirtiyor. Barınma ve beslenme koşullarının yetersiz ve sağlıksız olduğu, bulaşıcı hastalık riskinin yüksekliği ve 60 saate varan haftalık çalışma saatlerinin ağırlığı çocukları olumsuz yönde etkiliyor. Sadece 2020 yılının ilk 6 ayında 1084 iş cinayeti yaşandı.
İlk sırada tarım işçileri var
İSİG, yüzde 79’unu ulusal ve yerel basından; yüzde 21’ini ise işçilerin mesai arkadaşları, aileleri, iş güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri ve sendikalardan öğrendiği bilgilere dayanarak tespit ettiği kadarıyla 2019 yılında en az 1736 işçi yaşamını yitirdi…
2019 yılında iş cinayetlerinin istihdam biçimlerine göre dağılımına bakıldığında 1433 ücretli (işçi ve memur) ve 303 kendi nam ve hesabına çalışan (çiftçi ve esnaf) yaşamını yitirdi. Yani ölenlerin yüzde 83’ünü ücretliler yüzde 17’sini ise kendi nam ve hesabına çalışanlar oluşturuyor… Yine iş cinayetlerinde ilk sırada tarım işçileri yer alıyor. İSİG’in verilerine göre; “Tarım, Orman işkolunda 442 emekçi (245 çiftçi ve 197 işçi); İnşaat, Yol işkolunda 336 işçi; Taşımacılık işkolunda 234 işçi yaşamını yitirdi. Ölenlerin 23’ü (yüzde 1,32) sendikalı işçi, 1713’ü ise (yüzde 98,68) sendikasız.
Çocuklar…
Çocuklar muazzam varlıklar. Yabancı sima görünce gülüşüyor, kaçışıyor, biraz da dokunmak için etrafımda dolaşıyorlar. Konuşmaya çalışsam da biraz etraftaki büyüklerden çekinip bir şey söylemiyorlar. Arzu diye küçük bir çocuk, peşimden hiç ayrılmıyor, bakışlarıyla konuşuyor. Belli ki yaşam koşulları onu da etkiliyor ama bakışlarındaki umut ve canlılık gülümsemesiyle buluşunca muhteşem bir güzellik ortaya çıkıyor. Arzu’nun gözlerindeki ışığı fotoğraflamadan durmuyorum tabi.