Yazının sonuna gelecek cümleyi en baştan söyleyeyim: Metal işçisinin de demokrasiye ihtiyacı vardır! Tıpkı anadilinde eğitim alamayan çocuklar; siyasi iradelerini temsil eden milletvekilleri, tutuklanan belediye başkanlarının yerine atanan kayyumlarca yönetilenler gibi… Ya da siyasi iktidarla aynı görüşte olmadığı için işinden edilen, mahkemelerde süründürülen akademisyenler, gazeteciler, kamu emekçileri veya her yıl yüzlercesini iş cinayetlerinde yitirdiğimiz madenlerde, inşaatlarda, mevsimlik tarım işlerinde güvencesiz, örgütsüz çalışan emekçiler gibi…
Yazının başlığı ve girişi, metal işçisinin sözü geçen diğer kesimlerden ne farkı olduğu sorusunu akıllara getirebilir. Aslında bu yazının amacı, tam da bunlar arasında bir fark olmadığını vurgulamaktır. Haklı olarak “Madem fark yok, bu başlıklı bir yazıya ne gerek var o zaman?” diyeceksiniz. Bu köşenin dar çerçevesi içinde kısaca açıklamaya çalışayım:
Metal sektöründe özellikle ana sanayi konumunda olan büyük işletmelerde çalışan işçiler, dünyanın hemen tüm ülkelerinde işçi sınıfının en güvenceli; ücreti, sosyal hakları ve örgütlülük düzeyi en yüksek kesimini oluşturur. Bu nedenle de metal işçileri, işçi sınıfı içinde “tuzu kurular” olarak görülür; “işçi sınıfının kaymak tabakası” ya da “işçi aristokrasisi” olarak anılanlar içinde yer alır.
Metal işçisine yönelik algı Türkiye’de de pek farklı değildir. Türkiye’de sendikal örgütlenme, özellikle de toplu sözleşme ve grev hakkına sahip örgütlenme son derece düşüktür (sendikal örgütlenme yaklaşık yüzde 13, toplu sözleşmeden yararlananlar ise yüzde 6 civarındadır). Bu tabloda sendikalı işçiler içinde sayıca en fazla olan, metal işçileridir. Toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçiler içinde de metal işçileri ilk sıradadır. Örgütlü olmaları ve toplu sözleşmeden yararlanmaları sayesinde metal işçileri diğer emekçilere görece daha güvenceli, daha yüksek ücretle çalışma olanağına sahiptir. Yani metal işçisinin çalışma koşullarının ve gelirinin iyi olma hali tamamen diğer işçilerle karşılaştırıldığında söz konusudur. Yoksa metal işçisinin emeğinin karşılığını tam olarak aldığı ya da refah içinde yaşadığını iddia etmek mümkün değildir.
Buna rağmen metal işçilerinin önemli bir kısmı -işçi sınıfı içindeki bu göreceli iyilik hali nedeniyle- kendilerini sınıf içinde ayrıcalıklı bir yere koymakta ve kendileriyle benzer haklara sahip olmayan ya da bu hakları kullanamayan kesimlere karşı ilgisiz davranmaktadır. Kimi zaman Kürtler, Suriyeliler gibi sanayi kentlerine göç ederek emek piyasasına katılanları ayrıcalıklarına tehdit olarak görüp, milliyetçilik üzerinden onları ötekileştirdiklerine bile tanık olunur. Bunda örgütlenmiş oldukları sendikaların da rolü büyüktür. Özellikle işçilerin önemli bölümünün örgütlü olduğu Türk Metal Sendikası (ki, bu sendikanın armasında Türk milliyetçiliğinin simgesi olan kurt başı bulunur) bir sınıf örgütü olmaktan çok milliyetçi ilkelerin savunuculuğunu yapar. İşkolunda yetkili diğer iki sendika ise sendikal rekabeti kimi zaman milliyetçileşme yarışına dönüştürür.
Metal işçisinin işçi sınıfı içindeki göreli ayrıcalığı, son yıllarda siyasi iktidarın da desteğini arkasına alan metal işverenlerinin dayatmalarıyla giderek zayıflamaktadır. T. Metal Sendikası ile işveren örgütü MESS arasında yürütülen toplu sözleşme süreci işveren örgütünün yüzde 6 ücret artışı, güvencesizliği beraberinde getirecek esnek çalışma düzeni ve iki yılda bir yapılan toplu sözleşmelerin üç yıla çıkartılması yönündeki ısrarıyla tıkanmıştır. Bunun üzerine -MESS’le ortak şirket kuracak kadar yakın ilişkileri olan ve işçilerin taleplerini görmezden gelerek işverenle uzlaşmasıyla bilinen -T.Metal, işçilerden gelen baskıyla olsa gerek- Ocak ayının başından itibaren işverene karşı bir eylem planı açıklamıştır. Uyuşmazlığın aşılamaması durumunda yasal olarak sendikanın greve çıkması gerekir. Ancak MESS, daha önceki sözleşme dönemlerinde olduğu gibi AKP hükümetinin “ulusal güvenlik” gerekçesiyle grevi erteleyerek uygulanamaz hale getirmesi ve sendikanın uzlaşmacı anlayışının rahatlığı içindedir…
İşçi sınıfının en güvenceli en örgütlü kesimi olan metal işçileri, işgücünün yaklaşık yüzde 95’inin sahip olamadığı grev hakkı ayrıcalığını bir kez daha kullanamama ve beraberinde de kimi haklarını kaybederek, yoksullaşma tehtidiyle karşı karşıyadır.
İşçi sınıfının içinde ya da toplumun genelinde demokrasinin sadece bir kesim için geçerli olması sürdürülebilir bir durum değildir. Bu bağlamda metal işçisinin göreli ayrıcalığının da sürekli olması beklenemez. Demokrasinin ve hakların kalıcı olabilmesi için “ayrımsız, ötekisiz topyekûn bir mücadele yürütülmesi” şarttır.
Dediğimiz gibi metal işçisinin demokrasiye ihtiyacı var! Ama demokrasi mücadelesinin de -diğer emekçi kesimler gibi- metal işçisinin bu mücadelede yerini almasına ihtiyacı vardır!