Evrensel yayıncılığın, 1915 soykırımının 100. yılı vesilesiyle çıkardığı “Utanç ve Onur” adlı derlemede, olgunun daha önce fazla eşelenmemiş yanları da ortaya konuyor. Bunlardan biri, mesela, Osmanlı parlamentosunda yer alan Ermeni mebuslar ve onların kaderi. Hapislik, yargılı ya da yargısız infaz.
Cumhuriyetin ilk döneminde de Meclis’te bunun bazı örnekleri yaşandı.
27 Mayıs darbesinde bütün bir Meclis grubu hapsedilebildiği gibi, yargılı ve yargısız infaz olayları yaşandı.
Her darbeden sonra, “milletin” vekilleri tutuklanabildi.
Şimdi bir bakıma mebuslara yönelik suikast ve hapsetme gibi kötü bir alışkanlığa geri dönülmüş vaziyette. Bazıları sözde “milletin” vekili ama hapisteler. Geçmiş dönemdeki bazı isimler dahil. Adlarını saymaya gerek yok.
Demek ki neymiş, Sarkis Usta’nın deyişiyle, “Ermeniyi dövdürmeyecektik!”
Yoksa bir gün geçmişte iktidarda olanlar da dahil herkesin sırası gelebilir.
Demokrasinin temellerinden biri sayılan, Magna Carta, daha 1200’lerde boşuna icat olunmamış! Aman sıramız gelmesin diye…
Bizde “Sened-i İttifak”ın çıkmasını beklemek için 600 yıl beklemek gerekti.
Öyle bir devlet geleneği ki, ilk anayasayı yazanlardan Mithat Paşa, “darbeci” olduğu iddiası ile düzmece Abdülaziz’i öldürtme iddiaları ile yargılanıp hücresinde boğularak infaz edilebilmiştir.
Onunla birlikte yazanlardan Krikor Odyan gönüllü sürgüne gitmese onun başına da ne geleceği belli değildi. Namık Kemal, sürgünle paçayı yırttı.
Derlemede yer alan makalelerde, Türkiye’de muhalif ve sosyalist hareketlere, Ermeni sosyalistlerin katkısı, bazen öncü rolü de ele alınmakta. Bu arada politik protesto gösterisinden daha radikal eylemliliklere de değinilmekte.
Bir başka ilginç makalede ise, Fırat Aydınkaya Kürtlerin 1915’deki rolünü tartışırken, Bedirhan’ın ilk Kürt gazetesinde, yüzyıl başında bu tuzağa düşülmemesi gerektiğini öngördüğünü göstermekte.
Çünkü, amiyane deyimle, “Zo”lardan sonra sıra Lo’lara gelecekti.
12 Eylül sonrasında, bazı seçilmiş “sulh” ceza mahkemeleri, daha çok operasyonlarda ele geçen kitaplar üzerinden yasaklamalarda bulunurlardı. Sözel olarak da “ihtiyaten”, “tedbir olarak” denilirdi.
Özellikle İzmir 2. Sulh Ceza bu konuda uzmandı.
Yasal olarak kitap yasaklama ve yargılamanın zaman sınırı 1 yıl olduğu için, yasal karar almak mümkün olmadığından böylesi bir hileyi şeriye icat olunmuştu.
En kaliteli Kürt yayınlarından biri olan Avesta’nın yine üç kitabı yasaklanmış, ücra bir köşedeki “sulh” ceza mahkemesi tarafından.
Bu kararlar, dertlerinin siyasal hareketler değil, “Kürtler” olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
Daha önce 9 kitap yasaklanmıştı, şimdi 3 kitap daha yasaklanıyor. Mayıs’da İdil’de yasak kararı çıkmıştı, şimdi Çukurca’da.
Mayıs ayında, “Irak’ta Soykırım” adlı, Helsinki Gözlem Örgütü’nün çabası ile hazırlanmış bir kitap da var. Bu kitabın Saddam döneminde yasaklanması anlaşılabilir bir şey. Şimdi o düzeye mi inilmiş oluyor?
Ya da tam İran, İran KDP’sine saldırırken, onun suikastle öldürülen lideri Kasimlo’nun kitabını yasklamanın anlamı(?) İran’a gülücük mü?
Fransa’da Kürt sorununun uzmanı olarak bilinen Chris Kutschera’nın kitabını yasaklamak da Fransa’ya kaşını kaldırmak mı?
Sovyetler döneminde yetişmiş ünlü bir tarihçi olan, 1992’de İstanbul’da Kürt Enstitüsü’nün açılışına katılmış Celile Celil’in kitabını yasaklamak. O da Ruslara herhal!
Ünlü tarihçi Robert Olson’un Kürt Milliyetçiliği ile kitabını, Mustafa Barzani’nin biyografisini, Ezidilerin Kutsal Metinlerini ve 1962’de Irak Kürdistan’ına giden Amerikalı gazeteci Dana Adam Schmidt’in kitabını, Mahabat Cumhuriyetine ilişkin bir incelemeyi, İsveç’te Kürt kimliğini tartışan bir incelemeyi ve diğerlerini yasaklamak… Son 15 yılda çıkmış kitaplar…
Hele şunu anlayan beri gelsin: Çaldıran Savaşı’nda Osmanlılar Safeviler ve Kürtler, İlk Kürt-Osmanlı İttifakı 1514, Murad Ciwan (2015)…
Mesele Kürtler, gerisi bahane mi?