Mersin’de 1-2 Aralık tarihinde Mersin’de HDP tarım sempozyumunu topluyoruz. Geçen hafta tarım ve ormancılık bakanı bütçe sunumu yapmıştı. Bütçede milyar dolarlık ithalat politikalarından, uluslar arası tarım tekelerine kadar her şey vardı. Tarımsal süreçler, kapitalist sermaye birikimi zaviyesinden epey teferruatlı ele alınmıştı. Ancak bu değerlendirmelerde, toplumsal faydayı esas alan, kamucu, demokratik, cinsiyet duyarlı bir tarım politikasının esamesi bile okunmadı. Elbette şaşırmış değiliz. Akp’nin tarımsal süreçlere bakışı ile bizim bakışımız arasında yüz seksen derece açı farkı mevcut. Onlar tarımsal süreçlere, daha fazla girdi maliyeti, satılacak daha fazla gübre, tohum, zehir olarak bakıyor. Neticesinde ürettiği kar oranında tarımı muteber sayıyor. Bizim açımızdan ise tarım evvela insanın en tabi hakkı olan beslenme hakkının kaynağı, olmazsa olmazı. Bu açıdan kar değil, toplumsal yarar açısından baktığımız bir konu tarım.
Türkiye bugün bu açıdan ciddi bir yol ayrımında. 16 yıllık AKP iktidarının en fazla hasar verdiği alanların başında tarım geliyor. Aslında hikaye AKP öncesine ta 12 Eylül darbesi ve 24 Ocak kararlarına kadar gidiyor. Tarımda neoliberal yeniden yapılanmanın kapısını her ne kadar askeri darbe açmış olsa da, Derviş’in 2001’deki güçlü ekonomiye geçiş programı ve ardından gelen AKP iktidarı bu süreci son noktaya eriştirmiş durumda. Türkiye’de tarımdan söz etmek artık uluslar arası tarım tekellerinin şu ya da bu konudaki yaklaşımlarından ve zorlamalarından bahsetmek anlamına geliyor. Devletin düzenleyici bir aktör olarak süreçten çekilmesiyle tarım tekelleriyle baş başa kalan köylülüğün ekonomik ve sosyal olarak adım adım tasfiye olmasını konuşmak anlamına geliyor. Tarımsal desteklerin azaldığı, girdi maliyetlerinin görülmemiş düzeylere çıktığı, kırsal yoksulluğu ve yoksunluğunun alıp başını gittiği bir Türkiye’yi konuşmak anlamına geliyor. Üreticinin son nefesini verdiği, çifti çubuğu bırakıp büyük kentlerde ucuz emek gücü olduğu bir Türkiye’yi konuşmak anlamına geliyor.
Hiç kuşku yok ki Türkiye’de tarımın düze çıkması evvela neoliberal politikalardan vazgeçilmesiyle mümkündür. Ancak en az onun kadar önemli bir konu da Kürt sorunundaki çözümsüzlük politikalarıdır. Kürt sorununda çözümsüzlük demek, yayla yasakları, mera yasakları, askeri operasyonlarla yakılan ormanlar ve tarım alanları demektir. Bitirilen hayvancılık demektir. Yapılan barajlarla, tahrip edilen köylerle hafızanın ve coğrafyanın yok edilmesi demektir. Tarımsal üretici nüfusun büyük kentlerin varoşlarında varlık yokluk mücadelesi vermeleri demektir.
Şimdi artık bu kötü gidişe bir dur demenin, alternatif politikalarla sürece müdahale etmenin zamanı gelmiş durumdadır. Buradan daha ilerisi tam manasıyla bir yok oluştur. En azından HDP’nin toplumsal ve siyasal idealleri açısından bakacak olursak, tarımsal temelli politikaların, gelecek toplum tahayyülümüzde ne kadar önemli yer tutuğunu görebiliriz. Örneğin HDP’nin yerel yönetim politikası tarım olmadan var olamaz. Güçlü yerel yönetimler demek, örgütlü halk demektir. Güçlü ekonomik kaynaklar demektir. Kendi kendine yetebilmek demektir. Uygulanabilir kırsal kalkınma politikaları demektir. Kırsaldan büyük kentlere göçün engellenmesi, tersine göçün sağlanması demektir. Bunların tümü de uygulanabilir tarımsal üretim ve tüketim politikalarının oluşturulmasıyla mümkündür.
Bu meselenin saflarımızda “düşük yoğunluklu” bir mesele olarak görülmekte olduğunun farkındayım. Bununla birlikte hiç kimsenin tahayyül ettiğimiz toplumsal ve siyasal düzenin olmazsa olmazlarını bu kadar hafife alma lüksünün olmadığını da belirtmeliyim. Makro siyaset yapma eğiliminin tarımı az çok görmezden gelme sonucu doğurduğu söylenebilir. Ancak dünyada makro siyaseti belirleyen devletlerin aynı zamanda en güçlü tarımsal örgütlenmelere ve üretim potansiyellerine sahip olduğu unutulmamalıdır.
Yapmamız gereken kazandığımız yerel yönetimleri, tarımı ıskalamayan bir biçimde yapılandırmak olmalıdır. Her yerel yönetimin kendi alanındaki üreticiler ile tarımsal temelli ilişkileri olmalıdır. Üreticinin ekonomik ve sosyal planda destekleneceği politikalar üretilmelidir.
İşte hafta sonu bu meseleleri akademisyenden çiftçilere kadar tüm paydaşları ile birlikte konuşacağız. Konuşmakla kalmayacak, örgütsel adımları da atmaya başlayacağız. Tarladan tabağa, üretimden yönetime ulaşana kadar…