1990’lı yıllardan beri takip ederek nefes aldığım, büyük bir geleneğin son durak mirasçısı Yeni Yaşam gazetesinde yazmak, benim için büyük bir onur ve keyif. Televizyonun, internet haberciğinin ve sosyal medyanın olmadığı o yıllarda; bayiden, daha çok da canını ortaya koyarak, çıktığı kapıdan bir daha geri dönemeyen emektar dağıtımcılardan almaya sabırsızlanırdık. Tüm eski tatların son kuşağı addederim bizleri. Çocukluğum, elektriksiz köy odası geleneğinin canlı olduğu bir serhat köyünde, Digor Bazarcıxda (Dağpınarda) geçti. Köy odaları akademi gibiydi. Şimdi daha iyi anlıyorum ki o çocuk ruhumuz anlatılarla şekil alıyordu, kişilik kazanıyordu. Bazen tarihten bir kesit anlatılırdı, kahramanlara özenirdik, Dımdım kalesine su taşır, Zaloğlu Rüstem ile Oğlu Sohrab’ın yasını tutar, Edule’nin gümüş tepsisinden sonu ölüm macerası kahve fincanını Dewreş’ten önce almaya çalışırdık. Sonra eve dönünce gelmeyen ev halkına anlatırdık anlatılanları, bu sefer anlatıcının yerine geçerdik, artık nefes bizdik, öykü çocuk ruhumuzda şekillenerek dile gelirdi bu seferde. Ve bu yüreğimde o kadar çok yer etti ki çocukluğumdan beri öykü anlatır bilirim kendimi. Bu yanımı bilen dostlar meclislerde istemde bulununca hiç naza çekmeden, heybemden sohbetin havasına uygun bir öykü anlatırım. Başara bilirsem onlar öyküye ben çocukluğuma yol alırım. Ve yine başara bilirsem sizlere, buradan, bu köşeden öyküden daha çok, beni öykülere götüren yolculuklardan bahsetmek isterim. Çünkü her dost sohbetinde anlattığım öykülerden sonra, dostlar da anlatıyor; anılarını, şahitliklerini ve bir sonraki öykümün kahramanı bazen bir önceki öykümün dinleyicisi oluyor. Kim bilir belki sizin de bana anlatacak bir öykünüz vardır da email üzerinden bana kısaca yazarsınız. Çok özelse değiştiririz mekanı ve kahramanı; ve böylece sevinciniz, acınız, tecrübeniz sizle sınırlı kalmaz, başkasının yüreğine yol alır, yolunu açar. Çünkü bendeki öyküler yakın geçmişe, günümüze dair anılardan, anlatılardan oluşuyor. Tabi dediğim gibi mayasını geçmiş destanlardan alıyor. İyinin, güzelin, aşkın, vefanın, yiğitliğin sadece masal çağlarında değil günümüzde de kahramanları olduğunu anlatmaya çalışırım.
Ve bu yol ile öykülerin ruhu iyileştirdiğine inanırım. İnsanlar artık bir birlerine çok dokunmuyorlar, seviyorum derken sıkı sıkı sarılmıyorlar, seste soğuk olunca, söylemde ki en güzel duygu da bile yürek üşüyor. Yanlış anlamayın bundandır-yakındaki dokunmayınca insanların uzaktaki ile sanaldan sohbet etmesi. Çünkü orda sadece parmaklar yazıyor ve gözler okuyor, yürek ise istediğini duyumsuyor. İnsanlara, bazen en yakınındakilerinin öykülerini anlatınca şaşırıyorlar ve bir an inanmıyorlar. Anladım ki yaşadığımız yere, yanımızdakine, yabancı yaşıyoruz. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırının olması; kahveden, fincandan ve gümüş tepsiden çok, ikramı olduğu sohbettendir ve her kahve sohbeti ritüellerle bezenir, yürekten süzülerek gelir. Tadı damakta anlatısı yürekte yer eder. Ve tabiki Baba Tahirê Ûryan ve Fatima Lori’nin, Şax Xoşin’in, Feqîyê Teyran, Feriduddin Attar ve Şex Senanin, Heciyê Cindinin, Fatma Îsanin, Qedri Can’ın, Edo Deran’ın inanarak, inadına yaşam öykülerini paylaşmamak olur mu? Haftaya yeni bir öyküde buluşmak umuduyla, s evgiyle kalın. Not: Öykü anlatılarıma www.youtube.com/c/AyhanERKMEN kanalımdan ulaşabilirsiniz. Ha bu arada ABONE de olursanız beni ihya ve motive edersiniz.