Yeni Yaşam Gazetesi’nin yeni yayın döneminde ben de güncel, siyasal gelişmelere dair görüşlerimi sizlerle paylaşacağım.
İlk yazıyı Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) hafta sonu İstanbul’da yaptığı genel kurul üzerine yazmayı düşünmüştüm.
Bildiğiniz gibi 4 Kasım 2016 yılında HDP’ye yönelik siyasi soykırım operasyonunu protesto ederken tutuklanmıştım. 16 Mayıs 2024’te kamuoyunun “Kobanê Kumpas Davası” olarak bildiği davanın karar duruşmasında Gültan Kışanak, Ayla Akat Ata, Meryem Adıbelli ve Ayşe Yağcı ile birlikte tahliye olduk. Ancak dava bitmiş değil, arkadaşlarımız hala iktidar elinde rehin tutulmaya devam ediliyor. Aradan geçen 8 yıldan sonra Kürdistan ve Türkiye halklarının ortak mücadele zemini olan HDK’nin Genel Kurulu’nun bana hissettirdiklerini yazmayı düşünürken, 4 Kasım sabahı bir irade gaspı ve sömürgecilik hukuku olan kayyım rejiminin Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerimizi gasp etmesi ile gündem değişmiş oldu. İleriki süreçlerde Türkiye’de yaşanan siyasi ve ekonomik krizden çıkış için HDK’nin neden önemli bir mücadele zemini olduğu konusundaki görüşlerimi bu köşede sizlerle paylaşmaya çalışacağım demekle yetineyim.
Türkiye’de gündem çok çabuk değişiyor ancak değişmeyen tek gündem Kürt düşmanlığı olmaya devam ediyor. Faşist Cumhur İttifakı da varlığını Kürt düşmanlığı üzerinde sürdürüyor. İttifak güçleri II. Cumhuriyeti Kürt, kadın ve Kızılbaş Alevileri dışlayarak geliştirmek istiyor. 2014 yılında gizli olarak hazırlanıp devreye konulan ve 1925 yılındaki Şark Islahat Planı’nın güncel hali olan “Çöktürme Planı” ile Kürtlerin siyasi, kültürel ve ekonomik varlığını, kendi geleceğini kendi belirleme iradesini ortadan kaldırmayı planladığı artık çok geniş bir kesim tarafından görülüyor.
Türk Devleti 2015 yılından bugüne Kürtlere karşı sistematik olarak geliştirdiği şiddet, zor ve zulüm politikasını iki temel eksende yükseltiyor. İlkini İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit ve izolasyona dayalı işkence rejimi, ikincisini de arka arkaya tekrarlanan kayyım rejimi oluşturuyor. Bu iki rejim aşılmadan Türkiye’de ne demokrasiden ne özgürlüklerden ne de barıştan söz etmek mümkün değildir. Bu iki baskı rejimini sadece Kürtlerin sorunu olarak gören anlayışlar farkında olmaksızın da olsa iktidarın baskı ve zor politikalarını güçlendirmektedirler. Kürdistan’da uygulanan kayyımları sadece Kürtlerin sorunu olarak görenlere karşı Kürt siyasi hareketi temsilcilerinin “kayyıma karşı sessiz kalınırsa sizin de kapınızı çalarlar” uyarısı Esenyurt’a atanan kayyım ile haklılığını ispatlamıştır. Esenyurt’un seçilirken Ahmet Özer’in Kürt kimliği kriminalize edilerek suç icat edildi ve hukuk buna kılıf hazırladı. Eğer kayyım rejimi aşılmazsa Kürtlerle diyalog içinde olan herkes için bir suç icat edilerek, hukuk aracılığıyla belediyeler başta olmak üzere her yere kayyım atanabilir.
Sonuç itibariyle yaşanan bu süreci en iyi tarif eden kelime bana göre sömürgeciliktir. Kürtlere karşı sömürge hukuku devrededir. Mahkeme salonlarında çokça ifade edilen “Kürtlere karşı düşman hukuku uygulanıyor” belirlemesi bir gerçeği ifade etse de durumu tam tarif etmiyor. Gerçek olan Türk Devleti Kürtlere karşı sömürge hukuku uyguluyor. O nedenle mevcut yasa ve anayasa, uluslararası sözleşme ve yasalar söz konusu Kürtler olunca kolayca askıya alınıyor ve uygulanmıyor.
Hukuk mekanizması iktidar tarafından araçsallaştırılıyor. Böylece adalet değil, adaletsizlik, gerçekler değil, yalanlar ve hileler yasa haline getirilerek, toplum üzerinde bir baskı aracına dönüştürülüyor. Adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün güvencesi olması gereken hukuk mekanizması, ne yazık ki iktidar ve iktidar ortaklarının tüm kötülüklerini örten bir kılıfa dönüşmüş durumdadır. O nedenle yeni bir politik ahlaki düzene ihtiyacımız var. Bu düzeni değiştirecek güç ise; biz kadınların, emekçiler, ezilenlerin, demokrasi, eşitlik ve özgürlük talebi olanların yan yana gelmesi ve kendisini örgütlemesidir.
İmralı işkence rejimine, kayyım rejimine dur diyecek olan, bize onurlu barışın, özgürlüğün ve eşitliğin yolunu açacak olan örgütlü mücadelemizdir. O nedenle zaman kaybetmeden yapılması gereken savaşa, sömürüye, sömürgeciliğe, erkek egemenliğine karşı mücadele ve direnişi örgütlemek ve umudu diri tutmaktır.