Bir toplumda düello ya da pusu kültürünün egemen oluşu, çoğu zaman medeniyet barometresidir. Düelloda rakip ya da hasım vardır. Eşit silahlarla dövüşülür. Pusuda ise düşmana kendini savunma şansı vermemek esastır. Eşit bir rakip ya da hasım değil ‘av’dır. Tuzağa düşürülüp avlanır ve yok edilir.
Merdan Yanardağ, göz göre göre pusuya düşürüldü. AKP Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun basında yer alan ifadelerine paralel olarak, herhangi bir barış girişiminin Öcalan dışlanarak mümkün olmayacağı, Öcalan’a uygulanan mutlak tecridin hukuka aykırı olduğu mealinde birkaç cümle kurmanın zamanı geldiğini düşünmüş olmalı. Ama Ergenekoncu dava arkadaşı Mehmet Ali Çelebi önderliğinde çoğunluğu yine müttefiklerinden olan İyi Partili siyasetçilerin oluşturduğu bir linç güruhunun pusuda beklediğinden habersizdi. Bunlar, terörizmi övme suçu nedeniyle bir linç ve ihbar kampanyası başlattılar. ‘Nöbetçiler-muhafızlar’, savcılar harekete geçtiğinde Yanardağ, sözleri nedeniyle incinmiş şahıslardan özür dileyerek bir geri adım denemesinde bulunmasına rağmen iş işten geçmiş, çoktan ‘avlanmış’ bulunuyordu. Kendini bir anda ‘tutuklu yargılanmak üzere’ sayısı 40’ı aşan (çoğunluğu Kürt) mahpus gazeteciler ve sayısı binleri bulan (tamamı Kürt) tutsak siyasetçiler ordusunun içinde buldu.
Yanardağ’ın tutuklanması gerek CHP gerekse CHP çizgisinde muhalif basın-yayın organları tarafından kınandı. Basın özgürlüğüne karşı bir gözdağı olduğu vurgulandı. Kurduğu cümlelerde suç unsuru bulunmadığı belirtildi. AKP’li şahsiyetlerin Öcalan’ı öven benzer ifadelerine referansla çifte standart uygulandığı gösterildi. Bir CHP heyetinin Yanardağ’ı cezaevinde ziyaret edeceği açıklandı.
CHP’de sürmekte olan ‘değişim’ tartışmalarında Yanardağ ve Tele 1 çevresinin Kılıçdaroğlu’na verdiği desteğin yükselen parti içi muhalefet tarafından hoş karşılanmadığı biliniyor. Öte yandan, Yanardağ’ın İyi Parti başkanı Meral Akşener’e yönelik aşırı eleştirel yorumları da belli ki ‘deftere’ yazılmış. Şimdi Yanardağ’ı suçlama/ savunma ikilemi üzerinden İyi Parti ile CHP arasında yaşanacak ayrışma, zaten dağılmış olan Millet İttifakı’nın tabutuna son çiviyi çakacak gibi görünüyor. Böylelikle Erdoğan’ın gönlündeki anayasa değişikliği hamlesi için güç kazanacağı, siyasi mimariyi dizayn ve ‘majestelerinin muhalefeti’ yaratma yolunda önemli bir aşama kaydedeceği düşünülüyor.
‘Majestelerinin muhalefeti’, Millet İttifakı’nın mütedeyyin bileşenleri Gelecek, Deva ve (kısmen) Saadet partileri yanında milliyetçi bileşen İyi Parti’yi de saflarına kattığı bir oluşum süreci içinde. Bu muhalefet tasarımı, Erdoğan tarafından yeniden kurgulanan siyaset ufkunun bütününe değil belli meselelere ‘yapıcı muhalefet’ edilmesini esas alıyor. Siyasi mimari içinde eksik kalan, Kürt siyaseti ve sosyal demokrasi olacak. Kürt siyaseti, AKP’nin Kürt vekilleri üzeri Hüda Par olarak düşünülse de HDP güçlü bir alternatif olarak var oldukça şansı olmayacağı biliniyor. Bu nedenle HDP’nin parçalanması yönünde yakın gelecekte yeni girişimler görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Sosyal demokrasi cephesinde ise ‘majestelerinin’ önerdiği siyasi mimariyi reddederek cumhuriyet rejiminin zemini üzerinde ilerleme perspektifinin egemen olduğu biliniyor.
Merdan Yanardağ, ‘ancien regime’ zemini üzerinde genel bir demokratikleşme kapsamında Kürt meselesine de çözüm imkanları bulunacağı fikrinde olan CHP’li çoğunluğun önemli sözcülerinden biri. Onun baktığı yerden Öcalan’la görüşmek ve Kürt açılımı yapmak ‘bölücülük’ maksatlı değil milli ve monolitik devletin bekası için zorunludur. Kendisinin ve yöneticisi olduğu Tele 1 televizyonunun benzerlerinden önemli bir farkı, yasal Kürt siyasetinin gerekliliğini savunmasında görülür. Perinçek çizgisinde ve CHP içinde bulunan nasyonal sosyalistlerin çoğunluğu HDP’yi ihbar ederek kapatılması yönünde kampanyalar yaparken cumhuriyet solcusu Yanardağ, HDP’nin ve genel olarak Kürt siyasal temsilinin rejimin bekası için önemli bir önkoşul olduğunu düşünmektedir.
Oysa HDP çevresindeki sol ve radikal demokrat eğilimler, cumhuriyet rejiminin ve üniter ulus-devlet modelinin sorunun kendisi olduğu ama ‘majestelerinin’ önerdiği anayasa değişikliği ya da siyasal yeniden yapılanma modelinin de bir çözümden çok yeni sorunlar yaratma tehlikesi içerdiğini gözlemliyorlar. Üniter milli devlet ya da cumhuriyet rejiminin ihyası ya da bekasının değil devrimci yıkım ve dönüşümünün zorunlu olduğunu düşünüyorlar. Bu radikal demokrat pencereden bakınca bütün ulusalcı solcular gibi Yanardağ’ın da yanlış bir zemin üzerinde hareket etmekte olduğu görülüyor.
Merdan Yanardağ’ın düşürüldüğü faşist pusunun yarattığı ilk izlenimler bunlar. Alışıldık nasyonal sosyalist çizgiden farklı olarak Kürt siyasetinin meşruiyetini ve barışın zorunluluğunu her zaman vurguladı. Son olarak ise yanlış zamanda doğru konuştu. Öcalan’ın Türkiye siyaseti için taşıdığı öneme dikkat çeken ve Öcalan’ın tecrit koşullarında tutulmasının hukuka ve yasalara aykırı olduğunu hatırlatan ifadelerde bulundu. Bu doğru cümleleri kurmak için zamanın olgunlaştığını düşünmüş olmalı. Yanıldı. Sözlerinden cesaret aldığı Galip Ensarioğlu çoktan geri adım atmıştı. Ne yazık ki milliyetçi hatta ‘solcu’ fikirdaşlarından müteşekkil muhbirler güruhu derhal üzerine çullanarak ele geçirdikleri ‘avı’ faşizmin pençesine teslim ettiler.
Merdan Yanardağ’ın asıl sorunu, yanlış cümleler kurmuş olmak ya da yanlış zamanda doğru cümleler kurmak değil, yanlış bir zemin üzerinde doğru cümleler kurabileceği yanılgısı içinde olmaktır. Aynı yolun farklı istikametteki yolcuları tarafından tuzağa düşürülüp faşizmin pençesine teslim edilmek ancak böyle bozuk bir zemin üzerinde mümkün olsa gerekir. En kısa zamanda özgürlüğüne kavuşması dileğiyle…