Veli saçılık
Suriye savaşı Türkiye’de birçok taşı yerinden oynatmaya devam ediyor. Dahası, bu savaş, Saray Rejimi’nin – CHP ve Altılı Masa’nın ve gene Türkiye Cumhuriyeti devletinin aslında ne olduğunu gözler önüne serdi. İktidar-muhalefet bloklarının birbirlerine karşı hasımlıkları/hısımlıkları, devlet karşısındaki mesafeleri ve aynı zamanda onların aslında ne olduğunu göstermekten de öte, ne olmadıklarını da gösterdi. İktidar-muhalefet blokları ve patriarkal bir odak olarak bu ikisine rol modeli olan Türkiye Cumhuriyeti devleti, “cumhuriyetçi, demokratik, barışçıl, kamucu bir sosyal devlet” hiçbir zaman olamadı. Tüm bunların yerine ikame edilen ve artık mide fesadından başka bir işe yaramayan boş laflar, vaatler, zevahiri kurtarmaya çalışan fasit daire içinde debelenmeler var.
Öte yandan, bu üç-dört başlıkta ele alınan genetik özellikler, genel olarak Ortadoğulu bir devlet olmanın ana hatlarını belirleyen temel unsurlar. Fakat bir adım daha ileriye gidersek, Ortadoğu’nun Mezopotamya’sında, Kürtlere karşı olmak, “Kürt anasını görmesin” siyasetine sarılmak söz konusu olduğunda, yalnızca Türkiye’nin iktidar ve muhalefet odaklarının arasındaki fark değil, Türkiye, İran, Suriye ve Irak’taki devlet adamlarının aralarındaki farklar ve ayrılıklar da birden ortadan kalkıyor. Bu bakımdan, genel olarak en başta taşlar yerinden oynuyor derken, bahsetmeye çalıştığım şey, metaforik değil, tarihsel ve coğrafi bir gerçekliğe bir göndermeden başka bir şey değil.
Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin genlerinde kazılı olan bu doğum lekesine mütemadiyen sahip çıkmak, iktidar ve muhalefete yalnızca iç politikada değil, aynı zamanda dış politikada da büyük bir alan açıyor. Elbette siyasi eğilimler tarafından beslenen, ittifaklar ve itilaflar tarafından derinleştirilen nüanslar göz ardı edilemez. Bu bakımdan, iktidar da, muhalefet de, Cumhuriyet’in 100. yılında yapılacak olan seçimlere eli güçlü girebilmek için, göçmenler ve Ukrayna başta olmak üzere, bütün diplomatik uluslararası meseleyi, iç politika meselesi haline getirmeye, Ortadoğu/Mezopotamya, Avrupa, Rusya-Ukrayna hattındaki bütün gerilimlerde kendi politik hatlarını ve söylemlerini güçlendirmeye teşneler. Ama görünen o ki, bütün tarafların Meksika Açmazı’na düştüğü, şu “dâhili ve harici bedbahtların” ahir zamanında, Türkiye’de HDP, Mezopotamya’da genel olarak Kürtler, bu açmazın hem kilidi hem de anahtarı durumundalar.
Tam da bu yüzden, Altılı Masa ve Cumhur İttifakı’nın/Saray Rejimi’nin anlaştığı tek konu; Kürt meselesinin çözümsüzlüğü ki, böylelikle devlet statükosu ya da statükocu devlet sürdürülebilir kılınıyor. Başını CHP’nin çektiği kanat, Suriye’ye yönelik savaşa tezkereye evet oyu vermekle birlikte Esat ile anlaşma, Suriye’de devlet otoritesinin bozulmaması, bir Kürt oluşumuna bu yolla müsaade edilmemesini ilk baştan beri savunduğu için Esat ile barışma haberlerinden sonra “bizim dediğimize geldiniz” diyerek seviniyor. Bu pozisyonu monşerler diplomasisine, yani Cumhuriyetin fabrika ayarlarındaki hariciye politikalarına dönüşün bir nişanesi olarak ayakta alkışlıyorlar. Ama asıl mesele elbette, Suriye meselesinin “yurtta sulh cihanda sulh” anlayışına uygun çözülmesi değil; CHP ve avenesini asıl mutlu eden şey, fabrika ayarlarının bir “Kürt oluşumunun” önüne geçeceği yönündeki beklenti.
Saray Rejimi’nin cihatçı çeteleri sahaya sürme kozuna karşı ile monşer hariciyesinin Esat ile barışmak üzerine kuracağı statüko beklentisi etrafında yürütülen tartışma cihatçıları cepte tutarak, Esat ile barışma ve nihai hedef olarak Kürtleri statüsüz bırakmaktan başka bir şey değil. Saray Rejimi ve Altılı Masa’nın mutabık kaldığı siyasetin özü-özeti bundan ibaret.
Hülasa; Altılı Masa ile Cumhur İttifakı devletin tarihsel bütün kodlarını koruma-kollama ekseninde Devlet Masası olarak tabir edebileceğimiz masada birleşiyor. Saray Rejimi yeni savaş cepheleri açabildiği ölçüde Altılı Masa’yı üzerine Devlet Masası’nı koyarak anlamsızlaştırabiliyor. Fakat savaş siyaseti geri teptikçe ve ekonomik kriz tavan yaptıkça devletin kurtarıcısı olarak Altılı Masa ufukta beliriyor. Her iki ittifak taraftarları her ne kadar kanlı-bıçaklı görünseler de müesses nizamın koruyucusu, kollayıcısı olma konusunda yarış halinden vazgeçmiyorlar.
Barış ve çözüm fikriyle bir masa kurulamadığı sürece Saray Masası-Altılı Masa savaş taktiklerinin konuşulduğu bir Devlet Masası olmaktan öteye gidemeyecek. Devlet Masası’nın her iki kanadı; ABD-Rusya-Esat-Cihatçılar ile bir küs, bir barışık kısır politikalara sırf “Kürt anasını görmesin” saplantısıyla abanmaya devam edecekler. Ya da daha önce “Suriye’ye girelim” gazı veren Mehmet Barlas gibi havuz yazarlarının “Hillary Clinton ve oradaki odaklara çok yakın olan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’yi soktuğu yanlış Suriye yolundan çıkma vakti geldi de geçiyor” tornistanıyla suçu birbirlerine atma telaşına düşecekler. “Bin yıllık kardeşiz” diyerek uyutmaya çalıştıkları Kürt halkıyla masaya oturup konuşmak, kardeşlik hukukuna uygun bir çerçevede barışmak akıllarının ucundan bile geçmiyor tabii ki. Hâlbuki çözüm apaçık şekilde meydanda duruyor. Kürt halkıyla oturup, konuşmak demokratik bir Ortadoğu için ilk adım olacak. Türk ırkçılığı yapanların savunduğunun aksine böyle bir çözüm Türk halkının aleyhine değil, bölgede yaşayan bütün halkların dış müdahaleden azade biçimde özgürleşmesine yol açacak. Böyle bir çözüm sadece savaş ağlarının ve kandan beslenen ırkçıların aleyhine olacak.