Mehmet Bayrak, yazı hayatında 50. yıla girdi. Kürt tarihi ile ilgili kaynak niteliğindeki birçok çalışmaya imza atan Bayrak ile bu 50 yıllık serüveni konuştuk
Mehmet Bayrak, 50 yıldır yazıyor. Şimdiye kadar 40 kitaba imza attı, birçok kitabı yasaklandı. Kitaplarından dolayı cezaevine girdi. Mehmet Bayrak’ın yazarlığının 50 yılı dolayısı ile Dilop, Kürt Tarihi, Deng ve Avrupa’da Orta Anadolu Kürtlerinin çıkardığı BİRNEBUN (Unutulmadılar) isimli dergiler onun için dosyalar hazırladılar, kapak konusu yaptılar. Zaman zaman gazetemize yazan ve kendisine başvurduğumuz her durumda destek veren Mehmet Bayrak’ın yazarlığının 50. yılını biz de kutluyoruz. Kendisi ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi ile onunu yazarlık serüvenine daha yakından bakmaya çalıştık.
Bu yıl sizin yazarlığınızın 50. yılı. Bu vesile ile başından başlarsak. Yazmaya nasıl başladınız?
1971’de yazmaya başladım. Dil, Tarih ve Coğrafya fakültesinin Türkoloji bölümünü 1970’te tamamladım. 71’de yazmaya başladım. Yani 50 yıldır yazıyorum. İlk yazım Tevfik Fikret ve Devrim başlıklı bir yazıydı. 1971’de yazdım. O tarihte büyük yankı yarattı bu yazı. Eski ve yeni kuşak sosyalistleri bir araya getiren Gelecek isimli bir dergi vardı. Orda yayınlandı yazı. Daha sonra Yeni Adımlar, Yansıma gibi dergilerde de yazılarım çıkmaya başladı. Bu dergilerde yazdığım yazılar daha sonra özellikle Türkoloji konusunda yazdığım kitapların temelini oluşturdu. Nitekim ilk yazımın konusu olan Tevfik Fikret ve Devrim meselesi 1973’te Tel Yayınları’ndan bunu bir kitap yapma teklifi aldım. Daha tanışmadığımız halde beni Asim Bezirci yayınevine önermiş. Sonra tanışınca kendisi anlattı. 1973 yılında “Halk Şiirinde Toplumsal Olaylar” başlıklı bir yazı dizisi hazırladım. Ankara’da yayınlanan Yenigün gazetesinde yayınlandı. 1979-1980 yılında bunu 30 gün süren bir yazı dizisi olarak bu defa Demokrat gazetesinde yayınladık. “Halk Şiirinde Toplumsal Olaylar” başlıklı yazı, Alevi-Bektaşı edebiyatının başkaldırı boyutunu ortaya koyan bir yazı idi. 1973’ten itibaren ayrıca Köy enstitüsüleri ve köy edebiyatı üzerinde yoğunlaşmıştım. Bu çalışmam 1978 TÖB-DER tarafından kitaplaştırıldı ve yayınlandı. Bu benim ikinci kitabımdı. Üzerinde durduğum konulardan birisi eşkıyalık konusuydu. Eşkıyalık konusu aslında sosyal muhalefetin bir parçasıydı ama egemenler tarafından sıradan hırsızlar ve soyguncularla özdeşleştirilerek lanse ediliyordu. Bu kavramın aydınlığa çıkarılması ve bunun halk muhalefetine kazandırılması gerekiyordu. Bu konuda Yaşar (Kemal) abinin etkisi oldu. 1973 yılında görüştüğümüzde (rahmetli Ümit Kaftancıoğlu da vardı) biliyorsunuz Yaşar Kemal, Van kökenli bir aydın. Ahmet Taner Kışlalı’nın deyimi ile Kürtlerin en Türkü, Türklerin en Kürdü. Onun eşkıyalık konusunu işleyen İnce Mehmet gibi romanlarından yola çıkarak gördüm ki, Yaşar abi bizim yöreyi-İç Toroslar- yöresini de iyi biliyor.
Görüşmemizde İnce Mehmed’in ilham kaynağı olan şahsiyetin hemen bizim komşu köyde olan Alo olduğunu öğrendim. Kendisi söyledi. Alo Sarız-Göksün arasında Keklikoluk köyündendi. Kendisinin dayısı da Alo’nun eşkıyalık arkadaşı. O görüşmede bana İngiliz Marksist İktisat Tarihçisi Prof. Eric J.Hobsbawm’ın Sosyal İsyancılar kitabını ısrarla önerdi. Açıkcası o kitaptan birçok şey öğrendim. Bu kitaptan hareketle alan çalışmasına yöneldim. 1982-83 yıllarında İç Toroslar’da alan çalışması yaptım. Keza Osmanlı döneminden bu tarafa çıkmış ne kadar etnografya ve folklor dergisi varsa, il yıllıkları, ilçe yıllıkları, Köy Enstitüleri dergileri, Halkevleri dergileri hepsini taradım. Bu kaynaklarda yüzlerce eşkıya türküsünü derledim. Bu kitap 1985’te yayınlandı. 3. Kitabım. ‘Alevi Önderlikli Halk Hareketleri’. Bu kitap şu açıdan çok önemli, henüz Aleviliğin moda olmadığı ya da Alevilik örgütlenmesinin olmadığı bir dönemde bu kitap yayınlandı. Sonuç olarak benim yazarlık çizgim bir bakıma folklorda-etnografyada tarihe yönelen bir çizgidir.
Bu süreci özetler misiniz?
İlk kitaplarım Türkoloji ağırlıklı ama içinde Kürdolojiye dair unsurların da bulunduğu kitaplardır. Bölgede yaptığım derlemeler içinde Kürt eşkıyaları hakkında çok sayıda Kürtçe ağıt ve türkü de vardı. Bunları ben Kürtçe derledim. Ama ne yazık ki o zamanın şartlarında Kürtçe yayınlayamadım. Türkçe’ye çevirip yayınlamak zorunda kaldım. Ama kitaplarda bu durumu açıkladım. 1987’de Avrupa’ya gittiğimde Şivan Perver ve Mahmut Baksi ile buluştum. Bana bu kitabın Türkiye’de yayınlanmasının bir devrim olduğunu söylediler. Kitabın içinde Kürtleri ve Kürdistan’ı ilgilendiren çok sayıda motif vardı.
Folklor ve etnografyada tarihe bir geçiş yaptıktan sonra -ki özellikle Alevi Önderlikli Halk Hareketleri kitabında-13. yüzyılda yaşanmış Babai hareketi, 15. yüzyılda yaşanmış Bedreddin hareketi, yine 15. yüzyılın sonlarında 16. yüzyılın başlarında yaşanmış Şah Kulu, Kalenderoğlu Piri Mehmet, Pir Sultan Abdal’dan 19 yüzyıldaki Atçalı Kel Mehmed’e kadar bir süreci anlatıyordum. Tarihi verilerle, destanlarla ve ağıtlarla. Böylece doğrudan tarihe yönelmiş oldum. Şunu söyleyeyim 1970’li yıllarda TRT’de muhabir olarak çalışıyordum. Burda çalışırken kim zaman takma isimlerle, kimi zaman kendi imzamla o zamanki Özgürlük Yol dergisinde yazılarım çıktı.
80’lerin sonunda Özgür Gelecek diye bir dergi yayınladığınızı biliyoruz. Bu dergiden söz eder misiniz?
Bu benim hayatımda önemli bir noktadır. Bu dergi cunta sonrası yayınlanmaya başlayan Kürt kimlikli üç dergiden biriydi. Diğerleri Toplumsal Diriliş ve Medya Güneşi İstanbul’da yayınlanıyordu. Ben Ankara’da Özgür Gelecek dergisini yayınlıyordum. Devlet en çok Özgür Gelecek’e yöneldi. Toplam 8 sayı yayınlayabildim. Çok yankı yapan bir dergi idi. Genel dağıtıma veriyorduk. 10 bin basıyorduk, 2500’ü yurtdışına gönderiliyordu. Bu dergi için ben ve yazarlar hakkında 32 dava açıldı. Derginin hem yayın yönetmeni, hem sahibi olduğum için bütün şimşekler bana yöneliyordu. Bu dergiden dolayı iki defa tutuklandım. Tutuklanmama neden olan ilk yazı “Nazım Hikmet ve Türk-Kürt Halklarının Kardeşliği” başlıklı yazıydı. Bu yazı çok yankı yaptı. Daha önce ben bu yazıyı imzasız olarak 2000’e Doğru Dergisinde yayınlamıştım. Dava konusu oldu. Ama beraat etti. Beraat ettikten sonra Özgür Gelecek’in 2. sayısında kendi imzamla yayınladım. Yazı daha önce beraat ettiği halde Ankara DGM’ce tutuklandım. İşkence gördük, cezaevinde toplu dayak olayında yaralandım, hastaneye kaldırıldım. Cezaevinden çıktığımda 15 kilo vermiştim. İkinci tutuklamada üç ay kaldım cezaevinde. Yine açlık grevi yaptık. Bu seferde 10 kilo vermiş olarak çıktım. Bir süre sonra Ankara’daki hiçbir matbaa dergiyi basmamaya başladı. 1991’den itibaren kitap yayınına başladım. Hem kendi kitaplarımı yayınladım, hem de editör olarak 15 kitap yayınladım. Editör olarak yayınladığım kitaplar Kürdoloji biliminin temel kaynakları idi.
Son kitabınız ‘Ateş-Kan-Barut günlerinde KÜRT DİPLOMASİSİ’ kitabından söz ederek bitirelim söyleşiyi.
‘Ateş, kan, barut’ ifadesi rastgele kullanılmış bir ifade değil. 1. Dünya Savaşı büyük bir kırılma, büyük bir tasfiye hareketiydi. Birçok halka soykırım uygulandığı bir dönemdi. Yayınladığım belgeler savaş öncesine ve sonrasına dair.
Ben kitaba 1865’te Dersim yöresinde kurulan Kürt-Ermeni İstiklal Komitesi, onun faaliyetlerini anlatarak başladım. II. Meşrutiyetle birlikte 1909 yılında Kürt Aydını Dr. Abdullah Cevdet’in Hutbe’siyle başlıyorum kitaba. Çünkü bu önemli bir dönemeç. Arkasında Sevr görüşmeleri sürecinde Kürt aydınlarının Şerif Paşa’yı görevlendirmeleri, Şerif Paşa’nın Serv konferansına verdiği nota, bunun dışında bu kitapta yeni bir şey daha var. O zaman Dersim-Koçgiri bölgesindeki Kürt aydınlarının Seyid Rıza da dahil Alişer Efendi ve Nuri Dersimi de dahil Serv konferansına Şerif Paşa’ya gönderdikleri bir dayanışma deklarasyonu ve talepler listesi de var. Bu belge ilk defa çevriliyor. Yine 1925’te İhsan Nuri’nin 1925 hareketi ile ilgili muhtıra-mektubu var. Bunları bir akademisyen, Sedat Ulugana arkadaş, Fransız Dışişleri Bakanlığı arşivinde bularak ortaya çıkardı, yayınladı. Kitabımda ben de yer verdim. Bunun dışında ben Koçgiri -Dersim’de Kürdistan Teali Cemiyeti’nin yüz üyesini tespit ettim ve bu kitapta bu listeye yer verdim. Tarık Zafer Tunay bile ancak 15 kişilik bir liste vermişti. Bu yüz üyenin 15 kadarı Dersim-Koçgirilidir. Bunlar ilk kez yayınlanıyor. Bunlar genellikle okur-yazar insanlar. Biliyorsun o zaman bütün Türkiye’de okur-yazar insan sınırlıydı. O dönemde kurulan Kürt demokrat örgütlerinin sayısı 20’dir. Bunların içinde Kürt Kadınları Teali Cemiyeti, Kürt Öğrencileri Hevi Cemiyeti, örgütleri olduğu gibi, bir bölümü siyasi, bir bölümü de kültürel örgütlerdir. Bu şunu ortaya koyuyor. Osmanlı’nın Kürtlerin desteğine muhtaç olduğu, Kürtlerin de söz ve karar sahibi olduğu, sulh içinde yaşanan dönemde bu örgütler 15 gazete ve dergi çıkarıyorlar. Kitapta bunların tümünün dökümleri var. Sonra 1923’te Doktor Şükrü Mehmet Sekban’ın Kürt sorununa ilişkin bir muhtıra-mektubu var. Bunu Meclis’te milletvekili olan Diyarbakırlı Fevzi Pirinçizade’nin şahsında hükümet veriyor. Çok önemli bu belge. 1923’te Kürtlerin taleplerini dile getiriyor.
Bunun arkasında Kürt Lig’nin 1924’te Milletler Cemiyeti merkezine sunduğu memorandum var. 1925’te İhsan Nuri’nin bildirisi var. Bu da yeni bir belge. Sonra 1925 isyanı, sonrasında Kürt aydınlarının İsmet Paşa’nın şahsında hükümete verdikleri muhtıra mektup var. 1926’da veriyor. Bu o kadar önemli ki, söyledikleri hepsi bugün tek tek gerçekleşti. Barış içinde çözülecek bir sorun diyorlar. Bu sorun medeni yollarda çözülmezse Kürdistan büyük bir kırgınlık yuvasına dönecektir diyorlar. 1927’de Xoybun’un kuruluşu var. 1933’te Cumhuriyetin 10. kuruluş yıldönümü dolayısı ile Celadet Bedirxan’ın Mustafa Kemal’e gönderdiği mektuba da yer verdim.
Yazarlığınız 50. yılı ile ilgili bir mesajınız var mı?
1965’ten beri siyaseti izliyorum. Eğer demokratik mücadele kanalları açık olsaydı, Kürt sorunu barışçı yöntemlerle çoktan çözülürdü. Demokratik mücadele kanalları tıkandığı için sorun bu noktaya geldi. Bu kitabın temel tezi bu. Dolayısı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin son 50-55 yılın Apê Musa’nın deyimi ile tanığı ve sanığı ve davacısı olarak, bunların çıkmaz yol olduğunu söylemek zorundayım. Demokratik mücadele yolları, ifade özgürlüğü kanalları açılması ve sorunun sulh içinde, barış içinde çözülmesi gerekiyor. Kürt sorunu çözülmedikçe Türkiye’de demokrasiden söz edilemez.
Çöplükten çıkan hazine
Mehmet Bayrak’ın birkaç kitabına kaynaklık eden bir döküman çöplükten çıkar. İçişleri Bakanlığı’nın çöplüğünden. Bayrak, bu dökümanı bir sahaf aracılığı ile satın alır ve kullanır. Bu döküman ile ilgili şunları anlatıyor Bayrak: “Çok önem verdiğim bir çalışmam da ‘Kürtlerin Ulusal-Demokratik Mücadeleleri’dir. Şimdi bu esas olarak devletin gizli belgeleri üzerine oturan bir çalışmaydı. Bununla ilgili özetle şunu anlatayım. Devletin artık yüzünü batıya çevirdiği 1945’te Kürt meselesinin tekrar kapıyı çalacağını biliyorlar. Hükümet toplanıyor ‘Biz her ne kadar Dersim isyanı ile bu defteri kapadıysak da Kürt meselesi yine kapımızı çalacak. Onun için de bunun kaynakları, oluşumu hakkında bir çalışma yapalım diyorlar. Müsteşar Ahmet Hatip Konyalı’yı görevlendiriyorlar. Konu ile ilgili bütün gizli dökümanları da bunun elinin altına veriyorlar. Adam öldükten sonra olsa gerek bu dökümanı çöplüğe atmışlar. İçişleri Bakanlığı’nın çöplüğüne. Ben bunu bir sahaftan satın aldım. Açık söylüyorum bu döküman benim düşüncelerimde ciddi bir dönüşüm sağladı. Bizim teorik olarak söylediğimiz şeylerin hepsi bu dökümanla ete-kemiğe büründü. Bu döküman bende hem ciddi bir kırılma hem de ciddi bir aydınlama yarattı. Devlet aklı legal planda red ve inkarcı, gizli planda itirafçı ve kabulcudur. Benim çalışmalarımın da ortaya koyduğu zaten budur. Nitekim 800 sayfaya yakın o çalışmam 400 sayfası devletin bu gizli belgelerini kapsar. Bu kitap için iki kez ceza aldım.