Yıllardır tartışıla gelmiş bir durumdur medeni olmak, ölçütü nedir ya da nasıl olunur? Doğrusu varolan durum; adına uygarlık denilen ve hep aynı tahakkümle birlikte ortaya çıkan tabakalaşmanın, hiyerarşinin, eşitsizliğin sonucu iken, sebepleri unutup, sonuca takılmak böyle bir çağa ulaştırdı bizi. Zira kapitalizm yarattığı kentleriyle, teknolojisiyle, temsili demokrasisiyle, modasından, sanatına, bilimciliğine kadar üretimi olan her şeyi ileri, kendi dışındakileri geri olarak atfedebilmektedir.Öyle ki tek kalıp zihniyetlerle donattığı bir yarış atı haline getirdiği, benzeşmek zorunda bıraktığı bireyler ve kentler… Hele ki bunun merkezine kentleşmeyi koyunca, medeniyet artık bunlarla eş olarak anılmaya başlandı, yükselen apartmanlar, yok olan köyler, yetmeyen yollar, köprüler,otoyollar, alışveriş merkezleri sonuçta ise kalabalıklaştıkça varlığını kaybeden,silikleşen bireyler, kentleştikçe medenileşiyor, medeniyete kavuşuyor, bunun fırsatlarından yaralanmak babında tükettikçe tükeniyordu.
Mesele bir yol meselesi, 21.yüzyıl için artık ‘’yol yapmak’’ medeniyetin ölçüsü demektir. Öyle ki yol yapmak, bunu gerçekleştirmek noktasında bir seçim kampanyası sırasında sunduklarınız arasına girebilir ve çokça ikna edici de olabilir. Cumhuriyet tarihinde ilk yollar demir yolları ile sıklaşmışken, öncesi ülkemizde çokça aracın kullanılmaması gibi sebeplerden ötürü yollar ne bu kadar gelişkin, ne de öyle çokça hayali kurulan da bir şey değildi. Sonrasında Kapitalizmin yarattığı araç piyasası tüm dünyaya dağılmakta, öyle ki çıkan bir araba modeli, en çok ilk olarak alanlar sıralamasına Türkiye girebiliyor ve haliyle motor gücü arttıkça, alımı talebi artıyor ve haliyle bunun için yollar da gerekmekte idi. Öyle ki Türkiye’de son süreçte yap-işlet-devret modeli tarzı uygulanmakta, bunun için köprüler yapılmakta, hatta bir köprü geçiş ücreti artan faiz kur değerleri karşısında ha bire artıyor ve her türlü karşılığı da halkın cebinden çıkarken, yıllar sonra anca köprünün gerçek sahibi olmuş oluyoruz.
Tabi mesele bir yol meselesi demiştik, Türkiye’de her otoyol ya da köprü meselesi ortaya atılınca kendisiyle beraber bir sürü tartışmanın önünü açabilmektedir. Zira bu gibi yapıların çoğu için ya dağlar dinamitle patlatılır ya da evler yeni düzen hırsızlığı olan kamulaştırmalar yoluyla insanlar yersiz yurtsuz bırakılırken, öte taraftan ismine kadar tartışmalı olabilir, mesela aylarca bu isimler tartışılabilir, sonra mesela bir ormandan geçiyorsa tabi ki orman feda edilir, ağaçlar kesilir, binlerce ağacın olduğu yerde medeniyet ölçütü yol olunca ağaçlar kimin umrunda…
Hal buyken mesela tarihi alanlar da git gide yok olma ile karşı karşıya kalmış olabilir, bazı alanlar sit alanı ilan edilirken, dereceler düşürülür ya da korunan alanlar yasası gibi bir mevzuat değişikliği ile talana kılıf hazırlanabilir. Öyle ki herhangi bir projenin geçtiği bir alan varsa ve ordan yol, köprü geçerse kültürel olarak korunma amacıyla tescile dâhi layık bulunmayabilir.
Meseleye gelirsek son süreçte Diyarbakır Karayolları Genel Müdürlüğü çokça tartışmalı projelerle gündeme gelmektedir. Bundan birkaç ay öncesi kendisine özel lojman yapmak amaçlı proje yapan müdürlük, 3500’e yakın ağacın kesileceği öngörüsüyle gündeme gelmişti. Bunun yanında ağaçların kesileceği alan yıllar önce kent planlaması yapılırken “nefes koridoru” olması sebebiyle çokça adından söz etmeye başlamış oldu ve haliyle tepkiyle karşılanmış oldu. Yine aynı müdürlük, bu kez Diyarbakır Hani ilçesi mevkiisinde genişletilmek istenen bir yol projesi için kepçeyle yıkılan 400 yıllık Gabon Köprüsü ile tekrardan gündemde yer etmeye başladı. Gabon köprüsü, bir kısmı halihazırda ayakta, diğer kısımlar ise büyük bir tahribat yaşamış durumdaydı ve tescillenerek koruma altına da alınmış değildi. Ya da bu mesele bilindiğinden midir nedir, böyle bir işleme ihtiyaç duyulmamış ya da duyulsa belki restorasyon yapılmasıyla ayakta kalabilirdi. Doğrusu 400 yıllık tarihi bir köprü bunca zamana kadar ayakta kalsın ama bir dozerle yıkılmış olsun ya da belki de bu köprünün akıbeti Hasankeyf şanssızlığı mı ya da 21. yüzyılda bu rezil çağa rast geliyor olması mıydı?
Ve bunlar yaşanırken, sadece güvenlikçi politikalara dayalı mekan üretme mantığına sahip zihniyet, bugünlerde Diyarbakır’da 12 kilometre tren rayı boyunca kenti ikiye bölecek bir tarzda duvar ve tel örgülerle döşeyeceği bir ‘’Berlin Duvarını’’ ihale etmekte ve projeye başlamış olmaktadır.
Son olarak çokça uzak tarih olmayan bir çatışmalı süreçten sonra, birilerinin teselli anlamındaki Toledo hayaline karşılık Selim Temo’nun yazısından bir alıntıyla; “… kentleri örenler devlet ve müteahhitleri değil, insanlardır.”