Bu yazı yazılırken HDP yürüyüşünün ikinci günü henüz başlamamıştı. Ama sonuç belli: Eşbaşkanlar Buldan ve Sincar’ın en önde yer aldığı yürüyüş, ulaşabildiği her yerde polis ve asker tarafından alınan tüm önlemlere ve baskılara rağmen halkın coşkulu desteğini aldı. Rejimin polisleri tarafından saldırıya uğrayan HDP’li vekillerle aynı safta yürümesi önlenen halk, kendisini temsil eden insanların cesaretine polis barikatının arkasında alkışlarla, zılgıtlarla, zafer işaretleriyle karşılık verdi.
İktidar korona önlemlerini üç beş turistin dövizini alabilmek için “gevşetirken”, halkın muhalefetine karşı diktatörlük “icraatinı” “sıkılaştırdı”. Diktatörlük turistin dövizine muhtaç, ama artık Kürdün oyuna ihtiyacı yok. Çünkü seçimleri ya yapmayacak ya da “seçim katakullisi” ve “HDP’nin kapatılması” ile “kazanacak.”
“Rejim bizi sokağa çekmek istiyor, biz de sokağa çıkmıyoruz” diyen CHP, HDP’nin cesur ve fedakar yürüyüşü karşısında ne düşünüyor? Utanıyor mu? Kılıçdaroğlu’nun ünlü Ankara-Maltepe yürüyüşünde HDP eşbaşkanlarının, vekillerinin verdiği desteği geçelim, yerel seçimlerde Kürt halkının ve sosyalistlerin verdiği oy desteğini hatırlıyor mu?
Yoksa HDP’nin kapatılması ve seçim yasası katakullisi ile Deva, Gelecek ve İyi Parti’nin seçim dışı edilmesiyle bir kere daha TBMM’nin “iki partili” bir Meclis haline getirilmesini hasretle bekliyor mu? Ya da yapılırsa Cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis dışında bırakılacak partilerin oylarını kendi adayı için çantada keklik mi sanmakta?
Bu sorular haklıdır. Çünkü CHP’nin TBMM’deki mevcudiyeti şu ana kadar AKP-MHP-Ergenekon koalisyonunun hiçbir Anayasa dışı kanun, kararname ve yönetmeliğini bırakalım engellemeyi, bunların tek bir harfini bile değiştirmeye yaramadı. Hatta öyle ki, TBMM kürsüsünden yaptığı “sözel sözde muhalefet” CHP’nin oylarında bile kıpırdamaya yol açmadı.
Daha da önemlisi CHP, kendi vekilini bile koruyamadı.
Sokak nedir?
Sokak dünyanın diktatörlükle yönetilen ülkeleri dışında, parlamento çoğunluğunun halkın çıkarlarıyla bağdaşmayan kararlarına karşı vekillerin çaresiz kaldığı durumlarda halkın sözünü söylediği yerdir. Sokak demek, gösteri ve miting de demektir, grev ve genel grev de demektir. Yeri geldiğinde devlet terörüne “silahsız şiddetle” karşı koymaktır.
Tıpkı bundan elli yıl önce olduğu gibi. 15-16 Haziran 1970 yılında, yani HDP’nin yürüyüşünden tam elli yıl önce, işçi sınıfı, onun öncü sendikası DİSK’in, öncü partisi Türkiye İşçi Partisi iktidara ve sistem içi muhalefete dünyayı dar etmişti. Aldıkları sendikal hakları yok eden karar bu iki günlük isyan sonunda çöpe atılmıştı. Muhalefetin TBMM’de yapamadığını işçi sınıfı sokakta yapmıştı. Bir avuç TİP’li vekilin sokaktaki gücü başarıya ulaşmıştı. “Sokak” sendikal demokrasiyi savunmuştu.
Tarihte ikinci “sokak” zaferi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne karşı kazanıldı. Eylül 1976 yılında işçi sınıfının sendikal öncüsü DİSK ve siyasi öncüsü TKP, DGM’leri “ezdi” ve TBMM bir ay sonra bu faşist DGM yasasını geri çekmek zorunda kaldı. Ne olmuş oldu? TBMM bu sayede Engizisyon mahkemelerini yasalaştırarak demokrasiyi daha da sınırlama onursuzluğundan kurtuldu. Bu onursuzluğun nişanesi olan DGM’ler, o nedenle ancak TBMM 12 Eylül darbesiyle dağıtıldığı zaman yeniden kurulabildi.
Şimdi durum açık: İktidar TBMM’yi işgal etmiş, çalışamaz hale getirmiştir. Geriye “sokak” kalmıştır ve HDP’nin eylemi de göstermiştir ki, iktidar “sokağı” da, yani yasal, barışçı göstericilerin özgürlük alanlarını da işgal etmektedir.
Ne olacak? Parlamenter muhalefet yapılamıyorsa, sokağa da çıkılamıyor, yasal ve barışçı muhalefet yapılamıyorsa, ya da adım adım bu noktaya varılıyorsa ne olacak?
Yanıt basittir: Parlamento koridorlarında dolaşılamıyorsa, sokaklarda yürünemiyorsa “üçüncü yol” ne güne duruyor?
“Meclis’te çalışamayan, sokağa da çıkamayan” CHP’li arkadaş soruyor: “Üçüncü yol nedir?”
İlahi CHP’li, bunu da sen cevapla artık.