Devlet ve güvenlik bağlamında sorulması gereken temel soru şudur: Kurdistan ve Türkiye’de tarım, canlılar ve doğanın korunması en önemli “güvenlik” meselesi değil mi? Devlet, özellikle Kurdistan’da tarımı, canlıları ve doğanın korunmasını neden en önemli “güvenlik” meselesi olarak görüp gerekli tedbirleri almıyor?
Sinan Çiftyürek
Öncelikle yaşamını yitirenlerin ailelerine baş sağlığı ve yaralılara acil şifalar diliyoruz. Can kaybı 14’e yükseldi, tamamı genç. Mal kaybı bir yana can kaybı çok ağır!
Oğlunu kaybeden Musa Yılmaz durumun vahametini şöyle özetledi; “Akşam saat 22:00 civarında yangını fark ettik. Hemen şu sağda yanmış araziye doğru koştuk fakat bir anda kendimizi 50, 100 hatta 500 metre öteye sıçrayan dev alevler içerisinde bulduk. Alev dalgaları şu sağda gördüğünüz araziden aradaki yolu atlayarak ta soldaki tepeye sıçrıyorlardı. Hiç böyle bir şey yaşamamıştık. Görmezsem inanmazdım. Oğlum Resul’u (dediğinde boğazı tıkanıyor) şurada alevler içinde kaybettik. Biz şu en solda sürülmüş mercimek tarlasına girerek zor bela kurtulabildik” diyor.
Devamında en büyük can kaybının yaşandığı Kelekê (Yücebağ) Köyü Muhtarı; “İki mezramızla birlikte 70-80 hane olan köyde büyük can kaybıyla birlikte binlerce dönüm buğday tarlası ve tonlarca buğday yandı. Buğdayı biçip bankalara olan borcumuzu ödeyecektik fakat buğday gitti, borç kaldı. Bu durum yangına maruz kalan bütün köylüler için geçerli”. Muhtar ve diğer köylüleri de dinlediğimde, açıktır ki halk en önemli varlığı insan kaybının yanı sıra ciddi mal kayıpları ve de yanan alandaki sayısız canlı ile bitki örtüsünün kendisini de kaybetti. Bu nedenle köylüler bir taraftan ölen ve yaralanan insanları için ağıt yakıp üzülürken, diğer yandan ekili arazilerini, sürü halinde kaybettikleri küçük baş hayvanlarını ve de kendileri ile birlikte bütün canlıların nefes alıp beslendiği doğa ve çevrenin durumu nedeniyle de şok içindeler.
Yangının hızla büyümesinde ve ağır can ile mal kayıplarında iki temel etken belirleyici olmuştur: Birincisi, rüzgarın çok güçlü esmesi hatta yer yer fırtınaya dönüşmesi. İkincisi Devletin müdahale etmede, özellikle havadan müdahale etmede çok geç yani iş işten geçtikten sonra yangın bölgelerinde görünmesidir. Devlet müdahalesinin yapıldığı saatlerde rüzgarın hızının da düşmesiyle zaten köylüler tarafından yangın büyük oranda söndürülmüştü. Çünkü yangın 20 Haziran akşamı saat 22:00 civarında çıkıyor. Devlet kurumları ise ancak sabahleyin bölgeye ulaşıyorlar. Ama biliyoruz ki Devlet, kara ve havadan istihbaratıyla yangının ilk anlarından itibaren yangın bölgelerini gözlüyordu. Ne için? Acaba “Bu arada devlet karşıtı bir gelişme var mı” şeklindeki malum “güvenlik” kaygısıyla yangın bölgesindeydi. Vali Bey ve Devlet yetkililerine gelince, 21 Haziran akşamı saat 20:00 civarında cenazeler defnedilirken köylere geldiler. Zaten 21 Haziran akşamı Vali Bey ve Devlet yetkilileri çakarlı arabalarıyla uzun konvoy halinde Kelekê köyünün cenazeleri defin yerine gelince yanımdaki bir köylü “dewlet nu hatiye gund” demeye başladı.
Devlet ve güvenlik bağlamında sorulması gereken temel soru şudur: Kurdistan ve Türkiye’de tarım, canlılar ve doğanın korunması en önemli “güvenlik” meselesi değil mi? Devlet, özellikle Kurdistan’da tarımı, canlıları ve doğanın korunmasını neden en önemli “güvenlik” meselesi olarak görüp gerekli tedbirleri almıyor? Neden yıllardır bölge halkına adeta terör estiren DEDAŞ’a “Dur” demiyor, en azından bir soruşturma açmıyor?
Felaket “geliyorum” diyordu.
Dinlediğim köylülerin ortak kanaati şudur; “Elektrik enerjisini taşıyan enerji iletim hatları ya da direkleri çok eski ve onarım, yenilenme çalışmaları 30 yıldır DEDAŞ tarafından doğru dürüst yapılmıyor. Bu nedenle günde birkaç kez elektrikler kesilir ve yeniden bırakılır. İşte sıkça elektriklerin kesilip yeniden bırakılması yazın sıcaklığında tekrarlanınca rüzgârın da etkisiyle elektrik tellerinin çarpışması ya da “kopması” sonucu kıvılcımlarının direklerden etrafa sıçraması yaşandı ve yangına neden oldu” diyorlar. Köylüler benzer duruma daha önce küçük çapta yine şahit olmuşlar.
Fakat Devlet ve elbette DEDAŞ, böylesi bir felaket yaşanırken bile halkın kaçak elektrik kullandığına odaklanıp sorumluluktan kaçıyor. Yangının çıkış nedenini doğru dürüst sorgulama-araştırma gereğini bile duymadan “Anız yangınıdır” deyip kestirip atıyor. Eğer DEDAŞ ve Devlet yetkilileri “Anız yakımı kaynaklı yangın sonrası yaptığımız incelemelerde yangının elektrik iletim hatlarından kaynaklanmadığını belirledik” diyor ve tutumlarında ısrar ediyorlarsa, o zaman kolayı var. Anız yangını hangi tarlada ve kim, kimler tarafından çıkartılmış ise bunu açıklasınlar. Zaten bu yönde Devletin elinde en küçük bir bilgi olsaydı ilk anlarda açıklayacaktı, en azından DEDAŞ açıklayarak kendini baskı altından kurtarmayı hedefleyecekti. Kaldı ki incelemelerde bulunan İçişleri Bakan Yardımcısı Münir Karaloğlu, Bakanlık ve Diyarbakır Valiliğini yalanlayarak, “Yangın şu sebeptendir dediğimiz bir tespitimiz yok” dedi.
Kısacası köylülerin genel kanaati, DEDAŞ direklerinin düşmesi ve elektrik tellerindeki arızalar sonucu kıvılcımların etrafa sıçramasıyla bu felaketin yaşandığı yönündedir. Çünkü köylüler, “30 yıldır elektrik taşıyan hatlara ve direklere herhangi bir bakım yok ve yenilenme yapılmadı” diyorlar. Yani 1993’te kurulan ve 2004’te özelleştirilen DEDAŞ enerji iletim hatlarının bakım, onarım vb. altyapı çalışmalarını doğru dürüst yapılmayınca yaz aylarında bu yangın felaketleri sıkça yaşanıyor.
Bununla birlikte, elbette yangının kanıtlanmış kesin sebebinin, enerji nakil hatları kaynaklı mı yoksa sabotaj mı veya köylülerden birilerinin biçtiği ekininin köklerini yakması (anız) sonucu mu? Bu araştırılıp netleştirilsin.
Yapılması gerekenler…
Can ve mal kaybının yani yangının başta insan, bütün canlılar, börtü böcekler, tarım ve doğa üzerindeki yansımasının bazı boyutlarını Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu raporunda şöyle belirliyor; “Yerinde yapılan incelemelerde, 55 bin dekar alanın etkilendiği, bunun 20 bin dekardan fazlasının ekili tarım alanı olduğu, 13 insanın yaşamını yitirdiği, 5’i ağır olmak üzere çok sayıda yaralının bulunduğu, 504 hayvanın can verdiği, 214’ünün kesime yönlendirildiği, 100’ün üzerinde tedavisi devam eden hayvanın bulunduğu tespit edilmiştir. Yangınının 55 bin dekar alanda etkili olduğu göz önüne alındığında, tahribatın, ekolojik yıkım boyutunun çok büyük olduğu ve yangın alanında bulunan insan dışı varlıklar için bir yok oluş gerçekleştiği açıktır” ifadelerine yer verildi.
Demek ki;
*Yangından etkilenen bölge acilen Afet Bölgesi ilan edilmeli.
*Yangından zarar gören halkın uğradığı hasar tespiti yapılarak zararları karşılanmalı.
*Doğa ve çevrenin uğradığı yıkımın yani ekolojik sorunların tespiti ve giderilmesi için yapılacaklar belirlenip hayata geçirilmeli.
*Kapsamlı bir soruşturmayla, sorumluların tespiti ve cezalandırılmaları için yargı süreci başlatılmalı.
*Kürt halkı ve siyasetinin, sonuncusu Mazıdağı-Çınar köylerinde çıkan ve ağır can, mal ve doğa felaketine yol açan yangınlara ilişkin kendisi halkla birlikte çözüm üretmeli. Özellikle başta yaz mevsimi hububat biçme zamanı olmak üzere tarım ve orman alanlarının korunması amacıyla olağanüstü tedbirlerin alınması lazım.