Mehmet Bozgeyik, 90’ların başından beri emek mücadelesinin içinde. Bir eğitimci olarak Eğitim Sen’de birçok kademede görev aldı. 2012 yılında Eğitim Sen Genel Sekreterliği görevini ifa ederken 21 arkadaşı ile birlikte tutuklandı ve yaklaşık 10 ay cezaevinde tutuldu. Mehmet Bozgeyik şu anda KESK Genel Başkanı. Ülkenin en dinamik emek örgütlerinden biri olan KESK, yaklaşan seçimler öncesinde muhalefetin genişletilmesi çabalarında önemli bir işlev görebilir. KESK Eşbaşkanı Mehmet Bozgeyik ile Ankara’da buluştuk ve hem KESK’in önceliklerini hem de muhalefetin durumunu konuştuk.
KESK’in bu dönemde öncelikleri nedir?
Konfederasyonumuz kurulduğu günden bu yana kamu emekçilerinin ve işçi sınıfının temel sorunlarının yanı sıra ülkedeki demokrasi ve barış mücadelesini de gören bir yerden ekonomik ve demokratik mücadeleyle bir bağ kurarak sorunları ele almıştır. Bu dönemi; krizle birlikte ortaya çıkan sistemin yaratmış olduğu ekonomik, toplumsal, ekolojik krizlerin yarattığı işsizlik, yoksulluk ve güvenlikçi politikalara karşı ortak bir mücadele hattının geliştirilmesi olarak ele almıştır. Türkiye 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından AKP hükümetinin ilan etmiş olduğu OHAL ve KHK süreciyle birlikte olağanüstü bir sivil darbe sürecine evrilmiş, kamu emekçileri başta olmak üzere tüm toplumsal muhalif kesimler çok yoğun anti-demokratik, hukuksuz faşizan baskı politikaları ile karşı karşıya kalmışlardır. Anayasa ve uluslararası antlaşmalarla güvence altına alınan sendikal örgütlenme özgürlüğüne yönelik baskılar artmış, muhalif olan sendikalar demokratik kitle örgütleri itibarsızlaştırma, marjinalize etme politikaları ile sindirilmeye çalışılmıştır. Uzun süredir ülkede bir anayasasızlık süreci inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bu anayasasızlık sürecinde en temel insan hakları arasında yer alan çalışma hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, seyahat hakkı, ortadan kaldırılarak yüzbinlerce kamu çalışanı işinden çıkarılmış, pasaportlarına el konularak mahkeme kararı olmaksızın yurtdışı çıkışları engellenmiştir. Yine bu dönem 12 Eylül askeri darbesinden sonra olduğu gibi çok sayıda barış isteyen akademisyenlere davalar açılmış, birçok akademisyen üniversitelerdeki işlerinden çıkarılmış, haklarında ceza davaları açılarak barış talebi cezalandırılmaya çalışılmıştır. İşte böyle bir dönemde KESK olarak önceliğiniz ne sorusuna sanırım verilecek cevap demokrasi, adalet ve hukuk mücadelesi olmuştur diyebiliriz.
KHK’lerle görevden alınan, işini kaybeden üyeleriniz için nasıl bir dayanışma ağı kurdunuz?
Konfederasyon olarak 15 Temmuz 2016 darbe sürecinden sonra çıkartılan KHK’lerle KESK’e bağlı on bir işkolumuzdaki sendikalara üye arkadaşlarımız da bu süreçten etkilenmeye başladı. AKP-MHP iktidar bloğu ortak yürüttükleri çalışmalarla darbe girişiminde bulunanların yanı sıra iltisak vb. hukuk dışı değerlendirmelerle yıllardır AKP’nin uygulamış olduğu bu baskıcı, otoriter ve neoliberal politikalara itiraz eden tüm toplumsal muhalif kesimleri hedef alarak, yoğun bir işten çıkarma uygulamalarını hayata geçirdi. Bugüne kadar bizim tespitlerimize göre 135 bini aşkın kamu görevlisi işten çıkarıldı. Bunların 4620’si KESK’e bağlı işkollarımız üyesidir. Biz kendi üyelerimizle 1 Eylül 2016 tarihinde çıkartılan 672 sayılı KHK ile başlayan ve iki yıl devam eden işten çıkarma süreçleri karşısında, başından beri iki temel konuyu önceleyerek mücadelemizi o günden bu yana yürütüyoruz. Birincisi üyelerimizle uzun yıllar sürme ihtimali olan hukuksal süreci bütünlüklü yürütme, onlar adına hukuk bürolarımızın AİHM sürecine kadar takip edeceği bir hukuksal süreci hızlıca işletmeyi, yine ekonomik olanaklarımız çerçevesinde üyelerimizle bir dayanışmayı örgütlemeyi ve sürdürmenin olanaklarını zorlamayı, ikincisi ise tüm bu hukuksuz, anti-demokratik uygulamaların ortadan kaldırılması için iki yılı aşkın yürüttüğümüz fiili ve meşru mücadele çizgisini tüm engellemelere rağmen yürütmeyi esas alarak bugünlere kadar bir yol aldık.
KESK sizce Türkiye’de muhalefetin genişlemesi için nasıl bir katkıda bulunabilir?
KESK Türkiye’deki emek ve demokrasi muhalefetinin en temel bileşenlerinden olma özelliğini kurulduğu günden bu yana sürdürmeye çalışan, toplumsal muhalefetin genişletilmesi noktasında da sürekli çaba içerisinde olmayı ilke edinerek emek, demokrasi ve barış mücadelesinin ülkemizde en yaygın şekilde yürütülmesinin zeminlerini güçlendirecek adımlara katkı sunmaya çalışmaktadır. Bugün açısından baktığımızda kamu emekçileri, işçiler kapitalizmin ortaya çıkardığı krizlerden en çok etkilenen, işini kaybeden, yoksullaşan, en kötü koşullarda çalışmak zorunda bırakılan milyonlarca bir gücü ifade ediyor. Yine bu ülkede demokrasi, barış ve özgürlük isteyen milyonlar var. Farklı etnik kimlik ve inanç kesimlerinin yaşadığı baskılar, inkar ve asimilasyon politikalarına karşı itirazı olan milyonlar var, yine evde, işte, sokakta eril zihniyetin ortaya çıkardığı cinsiyetçi politikalardan etkilenen, sömürülen, her krizde ilk işini kaybeden kadınlar var. AKP’nin uygulamış olduğu dinci-gerici politikalarla yaşam alanları daralan, özgürce kendini ifade etmek isteyen bu gerici politikalara karşı seküler bir yaşamdan yana olan milyonlar var. Yani bugün açısından farklı taleplerle de olsa demokrasi talebiyle ortaklaşan işte bu kesimleri bir araya getirme, birlikte ortak mücadele zeminleri geliştirme bugün açısından daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir durumdur. Bu muhalefeti bir araya getirmenin çeşitli zorlukları olsa da yan yana durmaktan başka çıkışın olmadığı da görülmektedir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de her dönemin kendine özgü muhalefet dinamikleri ortaya çıkmıştır. Bu muhalefet dinamiklerinin birlikte iş üretmeleri, ortak mücadele geliştirmelerine dönük de geçmiş dönemlerde emek platformları, emek, demokrasi güç birliği vb. oluşumların emek, demokrasi ve barış mücadelesine önemli katkıları olmuş, iktidarı gerileten adımlar attırarak çeşitli kazanımlar ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde de asgari müşterekler etrafında bir araya gelmenin koşulları her zamankinden daha da elverişlidir. Demokrasi, adalet, hukuk, barış herkesi kesen temel gündemlerdir. Yaşamda iddası ve umudu olanların mazeret üretme, geriden izleme yaklaşımları ülkedeki sorunları daha da arttıracak ve yarın geç olacaktır.
KESK, muhalefetin seçimlerde ortak aday çıkarmasında herhangi bir rol oynuyor mu?
KESK ilkesel olarak kurulduğu günden bu yana siyasal partilerden ve devletten bağımsız olma geleneğini korumuştur. Yine farklı düşünce, etnik kimlik ve inançtan olan kamu emekçilerinin oluşturduğu demokratik bir kurumdur. Tabii ki bu durum siyasetten azade anlamına gelmemektedir. Sonuçta yürüttüğümüz ekonomik, demokratik sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinin kendisi, doğrudan ülkedeki siyasetlerle ilgilidir. Var olan AKP-MHP iktidar bloğu dışında kalan, bu ülkede demokrasiyi, barışı ve laikliği esas alan, emekçilerin en temel haklarından biri olan örgütlenme hakkının özgürce kullanılmasından yana tutum alan, kadınların, gençlerin, farklı etnik kimlik ve inançların taleplerini de gören, yani evrensel temel değerleri önceleyen, demokrasiyi esas alan siyasetlerin birlikte hareket etmeleri bizim açımızdan da önemlidir. Toplumun yarısını yok sayan, ötekileştiren bir iktidar bloğuna karşı diğer yarısının da birlikte hareket etmesi, Türkiye’nin demokrasisine, bir arada yaşam kültürüne katkı sunacaktır. Bu noktada da tutumumuzu her seçim dönemlerinde kamuoyu ile paylaşıyoruz.
Federasyonunuzun bu seçimlerden beklentisi nedir?
Muhalefet partileri yukarıdaki çerçevede seçimlere yaklaşır, birlikte hareket etme zeminlerini güçlendirirse, mevcut iktidarın birçok büyükşehir seçimlerini kaybedeceğini, 24 haziran seçimlerinde almış oldukları oy oranlarının gerisine düşeceklerine inanıyorum. Beklentimiz de kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldıran, işten atan, kamu emekçileri arasında ayrımcı, ötekileştirici politikaları geliştiren, uygulayan, baskı politikaları ile en temel haklarımızı kullanırken zora başvuran bu iktidarın gerilemesidir.
KESK emek mücadelesi ile politik mücadele arasında nasıl bir ilişki kuruyor?
Emek mücadelesi ile politik mücadele arasındaki ilişki birbirini geliştiren, besleyen ve güçlendiren bir süreci ifade eder. İşçi ve emekçilerin mücadelesinin ana ekseni sömürüye, talana karşı insanca bir yaşam ve özgürlük talebidir. İşçi eğer politik bir bilinçle donanırsa, kendini ve yaşadığı sorunların farkına varır ve oradan doğru sendikalarda örgütlenir. Sınıf mücadelelerinin en güçlü olduğu dönemler, politik toplumsal mücadelelerin öne çıktığı, güçlü oldukları dönemlerdir. Bugün sınıf mücadelelerinde, sendikal mücadele alanlarında nicel ve nitel anlamda bir gerileme, daralma yaşanıyorsa, bunun temel nedenini politik olarak yaşanan daralma, sıkışma ve sol toplumsal muhalefetin yaşamış olduğu kriz olarak da ifade edebiliriz. O nedenle politik ezberlerimizi diyalektik açıdan güçlendirme, nesnel koşullara uygun sınıfla yeniden güçlü bağlar oluşturmamız gerektiğini ifade edebilirim.
Hükümet nasıl bir kamu emekçisi profili istiyor?
Bugün hükümet kendi çizmiş olduğu alanın dışına çıkmayan, biat ve itaat esasına dayanan bir kamu emekçisi profili istiyor. Ve tüm uygulamalarını, politikalarını, kamusal alanı buna göre organize ederek ona uygun güvencesiz istihdam politikalarını hayata geçirmeye çalışıyor. Bu itaat ve biat kültürünü sadece kamuda değil toplumun tüm alanlarında hayata geçirerek, sormayan, sorgulamayan bir nesille iktidarının ömrünü uzatmayı hedefliyor.
Ekonomik krizin kamu emekçilerinin üzerindeki etkisini nasıl gözlemliyorsunuz?
Uzun süredir ülkede yaşanan bir ekonomik kriz/kapitalizmin krizi olarak da ifade edebileceğimiz bir süreç yaşıyoruz. Kriz denince ilk akla gelen enflasyon, işsizlik ve döviz kurundaki hareketlenme olmaktadır. Bunlardaki artış ve yükselme kamu emekçilerini de doğrudan etkilemiştir. Her kriz döneminde ilk önce emekçiler, onlar arasında da ilk kadınlar krizin bedelini öder. Bu süreçte yüzlerce fabrika kapatılarak onbinlerce işçi işten çıkartılmış, ekonomik anlamda ücretler ödenmemiş, birçok fabrika işçileri ücretsiz izne göndermiştir. Yine kriz döneminde kamu emekçileri giderek daha fazla yoksullaşmış, ücretlerinde reel anlamda kayıplar ortaya çıkmıştır. Her kriz dönemlerinde kamu kurumları özelleştirilerek yandaş sermayeye peşkeş çekilmiş (Şeker fabrikaları, palet fabrikası vb.) oralarda çalışan emekçiler işlerini kaybetmiştir. Son dönemde işsizlik %11.6 rakamlarına dayanmış, ülkede eğitimli işsiz sayısı milyonları bulmuştur.
Geçen Perşembe günü Diyarbakır’da HDP’nin belediye başkanı aday tanıtımındaydınız. Adaylar hakkındaki düşünceniz nedir?
Bu yerel seçimlerin HDP açısından önemi daha fazla olacaktır. Çünkü 96 belediyesine kayyum atanmış, kayyumların uygulamış olduğu politikalar nedeniyle kentlerin kültürel dokusuna, geçmiş belediyelerin yapmış olduğu birçok çalışmayı olumsuz etkileyecek uygulamalar hayata geçirilmiş, belediyelerin kaynakları boşaltılarak mevcut belediyeler borç yükü altına sokulmuştur. Yine kayyumlar binlerce kamu emekçisini ve işçiyi işten çıkarmış, KHK’lerle ihraç ettirmiştir. Bu anlamda 31 Mart seçimlerinin ve adayların önemi daha çok öne çıkıyor. Öncelikle birçok yerde adayların önseçimle (eğilimle) belirlenmesini demokrasinin yerelleşmesi açısından önemli görüyorum. Ayrıca bölgede ulusal anlamda bir yerel ittifakın gelişmesi de önemli. Yine kadınların eşit düzeyde yerel yönetimlerde eşbaşkanlık düzeyinde temsil edilmesinin de anlamlı olduğunu belirtebilirim. Aday profili açısından deneyimli, emekçi, genç ve kadınların yer alması da önemli gördüğüm bir durumdu. Tüm bunların yanı sıra geçmişin iyi bir muhasebesi, doğru bir özeleştirisi ile yerel yönetim politikaları güncellenerek yürütülürse, kazanım daha anlamlı olacaktır.