Maxmûr öncesi ve şimdisiyle bir Kürt hikayesi. Eğer deşerseniz bu Kürt hikayesinin son 40 yıllık dönüşümünün hem yaralarını hem mucizesini göreceksiniz. 13 yaşında ilk göç eden kafilede yer alan öğretmen Hacı Kaçan anlatıyor…
Gülcan Dereli/Dosya-1
Maxmûr… Hikayesini, kuruluşunu bilir misiniz? Ardında yatanı, eziyeti, insan varoluşunun onurunun nelere kadir olduğunu bilir misiniz? Peki toprağından kopartılmanın derin yaralarını? Maxmûr öncesi ve şimdisiyle bir Kürt hikayesi. Eğer deşerseniz Kürt hikayesinin son 40 yıllık dönüşümünün hem yaralarını hem de mucizesini göreceksiniz. Bu Deyra Zor çöllerine değil Maxmûr’a uzanan uzun bir göç hikayesi. Bir mayın tarlası ve çöl nasıl hayat fışkıran bir yere dönüştürülür? Onurla, kendinden vazgeçmemekle, dert sırtlanmakla, her zorluğa göğüs germenin verdiği sihirle, bin yılların toplumsal dayanışmasıyla… Maxmûr hem derdin hem de dermanın hikayesidir…
Devletin binlerce Kürt köyünü yaktığı, milyonlarca insanı göçe zorladığı, koruculuğun dayatıldığı, hayatın güneşin batmasıyla karardığı, faili belli katliamların ve serhildanların olduğu 1990’lı yıllar… İşte Maxmûr’a uzanan yol bu ateşten yıllarda başladı. Bu kez göçün yönü batı kentleri değil, Federe Kürdistan bölgesidir.
Şimdilerde KDP, Irak ve Ankara’nın baskı, ambargo ve SİHA’lı saldırılarına maruz kalan Maxmûrlular, nereden geldiler, neler yaşadılar, neler yapıyorlar? Bu soruların yanıtlarını ve tarih tarih Maxmûr Kampı’na doğru giden yolu iki bölümlük yazı dizisinde anlatmaya çalıştık. 13 yaşında ilk göç eden kafilede yer alan, tüm süreci yaşayan, tanığı ve şahidi olan Maxmûr Demokratik Meclisi Eşbaşkanı, aynı zamanda öğretmen olan Hacı Kaçan’ın da anlatımlarına yer vereceğiz.
İlk göç nasıl başladı?
İlk göç edenler arasında yer alan Hacı Kaçan, henüz 13 yaşındayken köyünde bir katliama tanıklık eder. Yıl 1993. Kaçan, Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Kürtçe adı Ziravik olan (İnceler) köyünden. Neden göç ettiklerini anlatan Kaçan, “90’dan 93’e kadar herkesin bildiği gibi tüm dünyanın şahit olduğu Türk devletinin farklı gerekçelerle özellikle PKK’ye destek oldukları gerekçesiyle bir soykırım politikasını köyler ve halk üzerinde yürüttü. Biz de Ziravik köyündeydik. Her gün baskı vardı, köy koruculuk sistemini kabul etmemişti. 13 yaşlarında bu devletin politikasına, saldırılarına, her sabah aramalarına, insanları tutuklamalarına şahit oldum. En son 93’lerin sonlarıydı, o dönem haberlerde geçti. Ama sadece Tük devletinin yandaş medyası tarafından. Ama çarpıtılarak. Köyümüzde bir katliam oldu. Tanklarla, 5 panzerle gece saat 10-11 sıralarında köye baskın düzenlediler. İlk başta bütün köyü rasgele taradılar. Baskından bir gün önce bazı evleri sayım adı altında işaretlemişlerdi. Saldırı günü ise işaretledikleri evleri bombaladılar, -en büyük sebebi neydi koruculuk sistemin kabul edilmemesi devletin isteği doğrultusunda hareket edilmemesiydi- onlarca ev bombalandı ve 3’ü çocuk, biri erkek, biri kadın 5 şehit verildi. 20’ye yakın kişi yaralandı. Aynı gece saldırıdan dolayı köyde erkek kalmadı, sabah biz çocuklar ve kadınlar kalmıştık. Zaten akşam 11’den sabaha kadar kimse yardıma gelmedi. O dönemler öyleydi. Hiçbir köy diğer köyün yardımına gidemiyordu” diyor.
Köy bombalandı
Köyün ortasından Gül Yazı suyu geçiyordur ve bir küçük köprü vardır. Suyun diğer tarafında o dönem daha yeni yeni evler yapılmıştır. Tanklar, panzerler köyün içine girmek ister ama köprü küçük olduğu için giremezler. Katliamın yapıldığı gecenin sabahında tüm köy halkı bir araya gelir. O sırada askerler tekrar köye gelir. O gün yaşananları Kaçan, şu sözlerle anlatıyor: “Bir anne, iki küçük çocuğu, onların bir akrabası, bir de ailenin akrabası 10 yaşında bir çocuk yani 5 kişi şehit düştü. Sabah askerler ve devletin basını geldi. Kadın ve çocukları topladılar. ‘Ne olmuş size’, orada üst düzey bir asker vardı. Yarbay mıydı tam hatırlamıyorum. Torunlarını kaybetmiş o neneye gülerek sordu. Adeta onun duygularıyla oynayarak şöyle dedi: ‘Nene dün gece teröristler size neler yapmış?’ Anne Türkçe bilmiyor zaten, anneyle alay ederek söylüyor, anne de onun ne söylediğini terörist demesinden anladı. Ellerini havaya kaldırdı Allah’a yalvararak Kürtçe ağıt yakarak söyledi: ‘Allah biliyor PKK’nin tankları, panzerleri yok, bunu devlet yaptı. Siz biliyorsunuz. Ve gelip burada bizim acılarımızla alay ediyorsunuz.’ Zaten köyümüzde olduğu gibi bu köylerin hepsindeki katliamları devlet yaptı ama televizyonlar teröristler diye batı kentlerine, milliyetçi kesime, savaştan haberi olmayanlara böyle yansıttı. Bu kin, bu nefret böyle yaygınlaştı zaten. Bir yok etme planı vardı. Yani çökertme planı. Ne derseniz deyin, her şey vardı orada.”
BM işgali ve açlık grevi
Bu katliamdan sonra 93 sonlarına doğru Ziravikli köy halkı göç etme kararı alır. 70 haneli köyde yaklaşık 450-500 kişi Federe Kürdistan’a doğru yol alır ve Zaxo’ya yerleşir. Kürt illerinde yaşanan katliamlar, insan kaçırmalar, yakılan yıkılan köyler göçleri artırır. 94’ün başlarında özellikle Şırnak ve Hakkari kasabalarından, köylerinden 15-20 bin insan daha göç etmek zorunda kalır, sayı çoğalır. Çünkü katliam Ziravik köyüyle sınırlı kalmaz, ardı arkası kesilmez. Zaxo’da kamp yoktur. Zaxo’ya yerleşen Ziravik köyünden göç edenlere 94’ün başlarında 10 bini aşkın insan daha katılır. İlk olarak Zaxo, Silopi-Uludere arası dağda Beher ve Şenariş kampları kurulur. Beher ve Şeraniş Zaxo’ya bağlı yerlerdir. Tam sınırın sıfır noktasıdır. Sayı giderek artmıştır ve yaklaşık 20 bin Kürt yurttaşa ulaşmıştır. Bir-iki ay bu kampta kalırlar. Sonra halk, bu şekilde yürümeyeceğine karar verir. Ve Birleşmiş Milletler’in (BM) Zaxo’daki binası 40-50 kişilik bir grup tarafından işgal edilir, 94’ün Temmuz ayında açlık grevi eylemi başlatılır. Bu açlık grevi 29 gün sürer ve eylem 94’ün Ağustos ayında kazanımla sonuçlanır. Bu eylem ile BM kampı ziyaret eder. Açlık grevi eylemi sonucu BM göç eden yurttaşları 94 yılında artık siyasi mülteci olarak kabul eder.
Yürüyüş böyle başladı
Beher ve Şeraniş -yani Haftanin bölgesi şimdi operasyonların yapıldığı yer- Haftanin’in bir parçasıdır. Oraya halk yerleşir. Önceden gelen halk da Duhok ve Zaxo’ya yerleşmiştir. Kaçan, o süreci şu sözlerle özetliyor: “Köyde yaşam kalmadı. Mecburen göç başladı. Bir halkı sindirecek, yok edecek politikalar yürütülüyordu. Biz köyümüzde aç değildik, susuz değildik, evlerimiz vardı, tarlalarımız, yaylalarımız, bağlarımız yani her şeyimiz vardı. Biz 93’ün sonlarında Zaxo’ya yerleştik. O dönem kamp kurulmamıştı. Ama biz siyasi nedenlerden dolayı göç etmek zorunda kalmıştık. Biz kendimizi siyasi mülteci olarak tanıttık. Eylem yaptık ve neticede başarılı olduk. Yani biz 94’de siyasi mülteci statüsü almış bir halkız. Bu yürüyüş böyle başladı.”
Bêrsivê dönemi…
Beher ve Şeraniş Kampı süreci siyasi mülteci statüsüne ulaştığı zaman Türk devleti bundan rahatsız olur. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’e, gazeteciler şu soruyu yöneltir: “Halk oraya göç etmiş, onlar için bir şey yapacak mısınız?” Çiller, şöyle cevap verir: “Onlar baharda, yaz aylarında yaylara gidiyorlar, kış olunca geri dönecekler.” Katliamlardan sorumlu olan Çiller’in alaycı yanıtı işte böyle. Türk devletinin rahatsızlığı arttıkça kampta yaşayan yurttaşlara baskı da artar. Kampa yakın olan karakollar kampın çevresini geceleri havan ve obüslerle bombalar. Türk savaş uçakları gündüzleri psikolojik baskı için alçak uçuş yapar. Kampta bazı yurttaşlar yaralanır. Bu durum kamp halkını rahatsız eder ve yeni bir karar sürecine gidilir. Zaxo’nun yakınına gitmek isterler ancak BM kabul etmez. BM’nin de amacı bir şekilde halkı geri göndermektir. Bunun farkında olan halk can güvenlikleri olmadığı için bir gece aniden herkes sırt çantasını alıp Zaxo’ya yakın Xizava kasabası gitmek için yola çıkar. Onbinlerce yurttaş için yeni bir göç süreci başlamıştır. Sabah olduğunda yurttaşlar artık Xizava kasabasına yakın düz bir ovadadır. Böylelikle üçüncü kamp dönemi yani 1994’te Bêrsivê dönemi başlar. Bêrsivê Kampı üçüncü kamptır. Bêrsivê büyük bir Asuri-Süryani köyüdür. Kamp bu köyün hemen karşısında, adını bu köyden alır. Bêrsivê köyü Xizava beldesine, bu belde Zaxo kasabasına, Zaxo kasabası Duhok iline bağlıdır.
Etrûş kampı süreci
Aylar sonra BM yeni bir karar ile yurttaşların karşısına çıkar. Hem Zaxo bölgesinde, hem şehirlere yerleşenleri, hem de Bêrsivê Kampı’nda olanların hepsini bir araya getirip kontrol altına almak ister. Ve Etrûş ortaya çıkar. BM bir yer belirler. 95 yılının başlarında Etrûş’ta 2 kamp kurar. Etrûş A, Etrûş B. Her iki kamp arasında bir dağ ve onlarca kilometre mesafe vardır. Halk kamyon kasalarında kamplara götürülür. Ve 4 ve 5’inci kamp olan Etrûş süreci başlar.
Kamp halkı hep hedefte
Annesiyle birlikte oradan oraya göç etmek zorunda kalan Hacı Kaçan, “Ben daha anne karnındayken babamı kaybetmiştik. Kardeşim de yoktu. Annem ve ben tekim. Ben 93’te ortaokul son sınıftayken birkaç okula gittikten sonra terk ederek geldim. Annem ve ben Yukarı Etrûş’daydık. Etrûş’ta okullar açıldı. Orada okullar açılınca ben de okula başladım. Öğretmenler Kürtçe kitaplar getirmişti. Orada ortaokul, lise yoktu. Başka bir sistem vardı. 1-2-3 sınıf. Ben 3. sınıftan başladım. Yavaş ve ihtiyaçlar çerçevesinde örgütlenmeler oluyordu. Halkın ihtiyaçlarına göre okullar, eğitim, sağlık, gençliğin ihtiyaçları, kadınların ihtiyaçları, kültür çalışmaları böyle kendiliğinden gelişti. Bir sistem kuruldu, bu sistem 95’ten 97’ye kadar sürdü. O dönem Mehmet Ali Brand 32. Gün programında burayı Etrûş Cumhuriyeti diye tanıttı. Biz hedef haline getirildik. Yani orada bir örgütlenme var, orada devlete karşı ve devlet dışı bir sistem var. Orada çocuklar kendi anadilinde eğitiliyor ve eğitim görüyorlar. Bunlar ileriki dönemin ‘teröristleridir.’ Bunlar kullanılarak tekrar BM’ye baskı yapılarak Etrûş Kampı’nın ortadan kaldırılması politikası yürütüldü” diyor.
Açlıktan ölen çocuklar…
Etrûş’ta 95’li yıllarda PKK ve KDP arasında bir çatışma süreci yaşanır. Türkiye, “Çevik Operasyonu” adı altında Federe Kürdistan’a operasyon gerçekleştirir. O süreci anlatan Kaçan, “Şimdi biz önder Abdullah Öcalan’ın fikirlerini kabul eden bir halkız. Gerilla aileleriyiz ama siviliz. Milyonlarca Kürt, gerilla yakınıdır, akrabasıdır. Bundan dolayı KDP ve Türkiye bize baskı kurdu. Etrûş’ta PKK’ye karşı verdikleri her kaybın kinini, öcünü kamp halkından alıyorlardı. Ve bu bahsettiğimiz süreç böyle başladı. Kampa BM’nin de desteklediği 3 aydan fazla bir ambargo süreci başladı. Kampın etrafı karakollarla çevrildi. Her iki kampa da erzak getirilmesini ve giriş-çıkışların olmasını yasakladılar. Bu 3 ay böyle sürdü. Orada açlıktan ölen çocuklar vardı. Bunun dışında KDP tarafından 15 bine yakın küçük baş hayvan, keçiler, koyunlar kaçırıldı, çobanlar da katledildi” diyor.
Onlarca Kürt katledildi
Her iki kampta 50’ye yakın insan katledilir. Bazıları çobandır, bazıları çocuğu için erzak bulmak için gidenler, bazıları kampın etrafında hayvanını otlatmaya, bazıları odun toplamaya gidenlerdir. Hepsi KDP tarafından katledilir. Kaçan, şöyle anlatıyor: “Ekmek yoktu, erzak yoktu, BM de psikolojik savaş yürütmek için bizim erzağımızı getirip kampın 2-3 kilometre uzağında orada kamyonların kapıları açılıyordu. Ve bir hoparlör üzerinden sesleniyorlardı. ‘Gelin bu direnişten vazgeçin, her şeyi kabul edin. Erzağınızı alın.’ E zaten siz ambargo koymuşsunuz. Giriş-çıkışlar yok. Her gün insanlarımız öldürülüyor. Küçük baş hayvanlarımız kaçırılmış. Bizim oradaki direnişimiz büyük bir direnişti. Açlıktan ölen çocuklar, o erzağı gözle görüyordu ama kimse o erzağın kampa getirilmesi için gidip onlardan ricada bulunmadılar. Getirecekseniz getirin kampa verin biz oraya gelmeyeceğiz. Biz teslim olmayacağız. Bizim bir irademiz var, siz ne yaparsanız yapın dedik. Sonra KDP ve PKK arasında bu savaş sonlandığında BM dedi böyle olmuyor, biz bu kampları birleştirelim.”
Etrûş dağıtılır
Halk ambargoya boyun eğmez. 96 yılının sonlarında yukarı kamp aşağı kampa getirilir ve kamplar böylece birleştirilir. Bu birleştirilme fazla uzun sürmez, birkaç ay sürer. Ve Etrûş’un bölünmesi için çabalar verilir, KDP destekler. BM de Türkiye’nin baskıları sonucu destek verir. Kampta bildiriler dağıtılır. Tekrar uçaklar alçak uçuş yapmaya başlar. BM, 97’nin başlarında resmen kamptan çekildiğini açıklar ve Etrûş dağıtılır. Bu süreçte Etrûş 6-7 kampa ayrılır.
Halk yürüyüşe geçti
Dağılma süreci sonrasını Kaçan, şu sözlerle özetliyor: “KDP’nin olduğu bölgelerde nereye giderseniz Türkiye ile iç içedir ve işbirliği içindedir. Türkiye her zaman sizin üzerinizde baskı kurabilir KDP yoluyla. Ondan dolayı halkımız dedi biz biraz Irak sınırlarına doğru gidelim. O dönem Baas rejimi vardı, Saddam da Kürt katliamlarından sorumlu bir diktatördü. Biz tekrar Musul’a doğru, Şeyhan’a doğru bir akşam bin yüz nüfusluk gönüllü dedik oraya gidelim. Akşam her birimiz tekrar sırt çantamızı aldık, yürüyüşe geçtik…”