Max Weber’in ünlü metni Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu (1905), dünya çapında üniversitelerde düzenli olarak öğretilmiş, tahrif edilmiş ve saygı görmüş tüm kanonik çalışmalar arasında en yanlış anlaşılmışlardan biridir kuşkusuz. Bu, öğretmenlerin ve öğrencilerin aptal olmasıyla değil; bu eserin, alanının zirvesindeki dört dörtlük bir entelektüel tarafından yazılmış, konu itibariyle çok engin bir alanı kapsayan olağanüstü yoğun bir metin olmasıyla ilgili.
Weber, metninin üniversite öğrencileri ve hattâ okul çağındaki çocuklar için sosyolojiye temel giriş olarak kullanıldığını görseydi şaşkına dönerdi. Bugün ‘kapitalizm’ sözcüğünü anlamı apaçıkmışçasına veya Marx’tan geliyormuşçasına kullanıyoruz ama bu kayıtsızlığın bir kenara bırakılması gerekiyor. ‘Kapitalizm’ Weber’in sözcüğüydü ve Weber onu kendi uygun gördüğü biçimde tanımladı.
En genel anlamı son derece basitçe modernitenin kendisiydi: Kapitalizm ‘modern yaşamımızdaki en can alıcı güç’ idi. Daha belirgin biçimde ‘Modern Kültür’ü, yani, 20. yüzyıl Batısında ve bugün de 21. yüzyıl dünyasının büyük kısmında insanların yaşamına yön veren değerler kodunu kontrol etmiş ve üretmişti. Dolayısıyla, başlığı ‘Protestan Ahlak ve Kapitalizmin Ahlakı’ olsaydı şüphesiz ki kulağa biraz yavan gelecek olsa da, kapitalizmin ‘ruhu’ bir ‘ahlak sistemi’dir de aynı zamanda. Bu modern ‘ahlak sistemi’ veya değerler kodu, öncekilerin hiçbirine benzemiyordu. Weber, önceki tüm ahlak sistemlerinin – yani, teologlar ve filozoflar tarafından getirilmiş daha soyut önermelerden ziyade, toplumsal olarak kabul görmüş davranış kodlarının – dinsel olduğunu varsaymıştı.
Dinler, toplum içinde nasıl davranılması gerektiği konusunda dosdoğru insanî terimlerle net mesajlar, herkesi bağlayan ahlakî mutlaklar sayılan mesajlar sağlıyordu. Batı’da Hristiyanlıktı bu ve en önemli toplumsal ve ahlakî reçetesi İncil’den geliyordu: ‘Komşunu sev.’ Weber sevgiye karşı değildi ancak onun sevgi anlayışı özel alana dairdi: samimiyet ve cinsellik alanı. Kamusal alanlarda sosyal davranışa yönelik bir kılavuz olarak ‘komşunu sev’ mesajının hiçbir anlamı yoktu ve modern topluma esasen dinî kavramlarla seslenen kiliselerin savlarının marjinal kalmasının başlıca sebebi buydu. Weber, ne kariyeri kendi döneminde çoktan başlamış olan ‘Tanrı sevgidir’ sloganının 20. yüzyıl Batısındaki uzun fırsat sürecine ne de toplumsal sonuçlarının bu denli sınırlı kalmış olması gerektiğine şaşırırdı. Modern dünyada kamusal hayata egemen olan ahlak sistemi veya davranış kodu çok farklıydı.
Her şeyin ötesinde, kişisel olmaktan ziyade kişiler üstüydü: Weber’in döneminde, birey için neyin doğru ve neyin yanlış olduğuna dair mutabakat bozulmaya başlamıştı. Dinin hakikatleri – ahlak sisteminin temeli – artık tartışmalıydı ve örneğin cinselliğe, evliliğe ve güzelliğe ilişkin olanlar gibi diğer geleneksel normlar da yıkılıyordu. (Artık mazide kalmış bir mesele: Bugün kim bağlayıcı bir güzellik fikrini savunur ki?) Değerler gitgide bireyin mülkiyeti oluyordu, toplumun değil. Bu nedenle, doğru ve yanlışın paylaşımlı ve sezgisel biçimde açık kavranışını temel alan insanca sıcak bir temasa karşılık, kamusal davranış soğuktu, mesafeliydi, zor ve ölçülüydü, katı bir bireysel öz denetimle yönetilmekteydi. Doğru davranış doğru prosedürlere riayet etmek üzerine kuruluydu, en aşikâr şekilde, kanunun lafzına itaat ediyordu (zira kanunun ruhunun ne olduğunu kim söyleyebilirdi ki?) ve rasyoneldi [1]. Mantığa uygundu, tutarlıydı ve uyumluydu; değilse de rakamların gücü, piyasa güçleri ve teknoloji gibi sorgulanmamış modern gerçekliklere itaat ediyordu.
Geleneksel ahlak sistemininkinin yanı sıra, başka türde bir çözülme de söz konusuydu. Bilginin ve bilgiler üzerine düşünmenin yaygınlaşması, herhangi bir kişinin tümünü bilmesini ve incelemesini imkansız kılmıştı. Bütünüyle idrak edilemeyen ve evrensel değerlerin olmadığı bir dünyada, çoğu insan, kendilerini en çok adadıkları alana, yani işlerine ya da mesleklerine tutundu. Yaptıkları işe din-sonrası bir çağrı, ‘kendinde bir amaç’ muamelesi gösterdiler ve eğer modern ‘ahlak’ın veya ‘ruh’un bir esas temeli var idiyse, o buydu. Weber’in fikriyatıyla ilgili en yaygın klişelerden biri, bir çalışma ahlakı telkin ettiğini söylemektir. Bu doğru değil. Weber alınterinde özel bir erdem görmezdi – en iyi fikirlerinin ona, koltukta puroyla keyif çatarken geldiğini düşünüyordu – ve bu şekilde yanlış anlaşılacağını bilseydi, çok çalışmanın modern Batı’yı önceki toplumlardan ve onların değerler sisteminden ayırt etmeyen bir şey olduğuna dikkat çekerdi.
Bununla birlikte, insanların gitgide daha fazla mesleklerinin at gözlüğünden tanımlanıyor olduğu fikrini ise son derece modern ve karakteristik buluyordu. At gözlüklü mesleki ahlak, girişimcilerde ve giderek artan şekilde yüksek ücretli, vasıflı işgücünde yaygındı; ‘en yüksek iyiliğin’ ‘para kazanmak ve hiçbir sınır bulunmaksızın hep daha fazla para kazanmak’ olduğu bir durumu üreten de bu bileşimdi. Kapitalizmin ‘ruhu’ olarak en kolay anlaşılabilen anlam işte budur ancak bunun, Weber’in kabul ettiği üzere esasen çağlar öncesine dayanan ve ebedi olan basit bir açgözlülük ahlakından ibaret olmadığını vurgulamak gerek.
Aslında, her ne kadar örtüşseler de burada iki ayrı fikir kümesi söz konusu. Biri, potansiyel olarak evrensel rasyonel prosedürlere dair (uzmanlaşma, mantık ve formel olarak tutarlı davranış), diğeri ise, merkezî kısmını meslek ahlakının oluşturduğu modern ekonomiye daha yakın. Modern durum, moderniteyi bir bütün olarak anlama çabasının birçokları tarafından terk edildiği bir ortamda, kişinin belirli bir koşullar kümesi altındaki hususi işlevine bağnazca bağlılığın ürünüydü. Bunun sonucu olarak insanlar kendi kaderlerini tayin etmiyorlar, Weber’in ‘demir kafes’e ya da ‘çelik çerçeve’ye benzettiği bir dizi rasyonel ve kişiler üstü prosedür tarafından yönetiliyorlardı. Bu çerçeve, rasyonel ve kişiler üstü temelleri nedeniyle, samimiyete, kendiliğindenliğe veya ihtimallere açık olmaya ilişkin insanî idealler konusunda hayli yetersiz kalıyordu; ancak akılsallık, teknoloji ve yasallık aynı zamanda kitlesel tüketime yönelik daha önce benzeri görülmemiş miktarlarda maddesel mallar da üretti.
Bu sebeple, bunu yapmayı tercih etmeleri halinde her zaman yapabilecek olmalarına karşın, ‘son yüz librelik fosil yakıtı da yanıp bitene dek’ insanların bu çerçeveyi terk etme ihtimali zayıftı. Bu bize hem 20. yüzyıl Batısı hakkında hem de dünyanın geri kalanının 1945’ten bu yana giderek daha da memnuniyetle benimsediği bir dizi Batılı düşünce ve öncelik hakkında çok şey anlatan son derece güçlü bir tahlil. Gücünü sırf söylediği şeyden almamakta; güçlü çünkü Weber, anlama çabasını hükmün önüne koymaya ve dünyayı bir bütün olarak görmeye çalıştı. Weber’i aşmak istiyorsak biz de aynısını yapmalıyız. [1] Kanunun lafzı: Kanunun metni, bir kanun maddesinin açık ifadesi. – Kanunun ruhu: Kanun maddesinden çıkan anlam. (ç.n.)
*Çeviri: Banu Barış Son okuma: @DunyadanCeviri Kaynak: https://aeon.co/ideas/what-didmax- weber-mean-by-the-spirit-of-capitalism