İkinci Abdülhamid’in donanma ile ilişkisi hep sorunlu olmuştu. Mithat Paşa’nın örgütlediği cuntanın donanma kanadı, boğazda demirli harp gemilerinin toplarını Dolmabahçe Sarayı’na çevirmelerini sağlayarak Abdülaziz’in tahttan düşmesine yol açmıştı. 1876 tarihli bu vak’a, bazı çalkantıları takiben hem Abdülhamid’in sultan oluşunun hem de Anayasa’nın ilanının yolunu açmıştı. Abdülhamid için bu olay, bir minnet vesilesi olmak yerine bir fobi kaynağı oldu. Bir yıl geçmeden anayasayı rafa kaldırırken Mithat Paşa’yı boğdurarak cuntasını tasfiye etmekle yetinmedi; Osmanlı deniz kuvvetlerine ait gemileri Haliç’e çekerek çürümeye bıraktı. Sarayı da deniz kıyısından alarak tepelik bir bölgeye, Yıldız’a taşıdı. (Elinde S-400 olsaydı muhtemelen donanmaya karşı savunma amacıyla Yıldız’a konuşlandırırdı.)
Erdoğan’ın gözbebeği resmi televizyon dizilerinden bir tanesi de ‘Payitaht Abdülhamid’ idi. Birkaç yıl boyunca her hafta güncel olaylara paralel bazı tarihsel yalanlar uydurarak AKP seçmenine propaganda yapmayı amaçlayan bu sanat şaheseri, yakın zamanda ‘reyting düşüklüğü’ gerekçesiyle yayından kaldırılmış. Dışarıdan bakan bir izleyici için bu dizinin önemi, Abdülhamid’in bir reenkarnasyonu olarak Erdoğan’ın kendi hayatını nasıl anlamlandırdığı hakkında ipucu vermesiydi. Bu paralel hayatların bir boyutu da donanma ile olan sorunlu ilişkidir.
Ergenekon ve Balyoz davalarına dikkatli bakıldığında, deniz kuvvetlerinin de büyük bir tasfiye sürecine sokulduğu görülür. Hatta bu iki dava yeterli olmamış, deniz kuvvetlerine özel bir ‘casusluk ve fuhuş’ davası da yürürlüğe konmuştur. Daha sonra, Fethullahçı sekt ile çatışma başladığında, Erdoğan’ın derin ve yüzey devletle barışma girişiminin en önemli hamlelerinden biri deniz kuvvetlerine olmuştur. Bir kısım amiral tarafından piyasaya sürülen ‘Mavi Vatan’ tezi, Erdoğan rejimi ile devletin ulusolcu/milliyetçi kanadı arasında başlayan yakınlaşmanın manifestosu niteliğindeydi. Bu yakınlaşmaya rağmen, hatta o sırada mavi vatancı amirallerden biri olan Cihat Yaycı’yı ‘tesadüfen’ yanında bulunduruyor olmasına rağmen, 15 Temmuz gecesi Marmaris’ten deniz yoluyla ayrılma riskini göze alamadığı bilinir. (Marmaris Aksaz, Türkiye donanmasının Gölcük’le birlikte en büyük deniz üssüne ev sahipliği yapmaktadır.) Darbe girişimi akabinde, ‘Fetömetre’ marifetiyle deniz kuvvetlerinin komuta kademelerinde bir tasfiye dalgası daha yaşandı.
Abdülhamid’in donanma fobisine bulduğu çözüm, harp gemilerini Haliç’te çürütmek iken, kara kuvvetleri subay kadrosuna karşı uyguladığı taktik ise onları kapasiteleri üzerinde meşgul etmek olmuştu. Osmanlı ordusu, Balkanlardan Libya’ya kadar geniş bir saha üzerinde, Rusya’dan İtalya’ya kadar geniş bir rakip güç yelpazesine karşı kaybedileceği başından belli bir dizi cephede sürekli silahlı çatışma içinde seferberlik halinde tutuldu. Günümüzde benzer bir süreç Libya’dan Karabağ’a, Suriye’den Irak Kürdistan yönetimi bölgesine kadar geniş bir alan içinde Rusya’dan Mısır ve Fransa’ya kadar geniş bir ‘düşman’ yelpazesine karşı sürekli tetiklenen askeri çatışmalar, bu tarihsel taktiğin tekerrürü olarak okunabilir. Erdoğan, Türk-İslam sentezi ideolojisi çerçevesinde devletle ittifak yaparken orduyu meşgul tutmayı da zorunlu görüyor.
Mavi Vatan fantezisi de belli ki diğer yararlarının yanında, yüz küsur sene sonra yeniden limana çekip çürütmek yerine donanmayı meşgul etme amacına hizmet ediyordu. Abdülhamid’in ruhundan Erdoğan’ın haleti ruhiyesine sirayet ettiği anlaşılan donanma fobisi ile baş etmenin yolu, Ege ve Akdeniz’de çatışma yaratmaktan geçiyordu. Bir kısım amiralin gece gündüz çalışıp uydurduğu ‘münhasır ekonomik bölge’ haritaları buradan çıktı. Televizyon kanallarında duvardan duvara Ege ve Akdeniz haritaları eşliğinde (bizzat Erdoğan tarafından emekli edilmiş) amiraller, Kıbrıs ve Girit’in etrafını bir değnek hamlesi ile maharetle dolanarak donanma ve iman gücü eşliğinde Türk bayrağını Libya’ya, Mısır’a, Ege adalarına ve hatta Fizan çöllerine dikiveriyordu. Erdoğan kuklası batı Libya hükümeti bu haritalara uygun bir anlaşma imzalamayı kabul etmekle birlikte, uluslararası hukuk açısından bu anlaşmanın hükümsüz olduğu, çünkü imzacı taraflar dışında kimse tarafından tanınmadığı, rejimin televizyon kanallarının izleyicileri dışında herkesin malumudur.
‘Mavi Vatan’ tezinin asıl hedefinin, Doğu Akdeniz’de keşfedilen büyük doğalgaz yatakları olduğu bilinir. 2019’da yapılan bir anlaşma uyarınca, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs tarafından bu kaynağı Avrupa’ya ulaştıran bir boru hattı inşa ediliyor. Türkiye, 2020 yılı boyunca harp gemileri eşliğinde sismik araştırma gemilerini o bölgeye gönderdi; birbiri ardına Navtex ilan etti; Yunan, Fransız ve hatta Alman donanmalarına mensup harp gemileri ile sürtüşme içine girdi. Karşılığında çok şey kaybetti. ABD, Türkiye sınırlarına komşu Dedeağaç’ta büyük bir üs kuruyor. Avrupa Birliği, ciddi yaptırımlar uygulamanın eşiğinde. Sismik araştırma gemileri ise ya Antalya limanına demirli ya da Karadeniz’de bulunduğu iddia edilen bir gaz kaynağına yönlendirilmiş durumda. Libya’daki kukla hükümet de kendini feshetti.
‘Mavi vatanı’ kurtarma uğruna son hamle, Mısır’la bir yakınlaşma başladığı yolunda yapılan resmi açıklamalar. Bu açıklamalar, özellikle de Mısır hükümetiyle deniz sınırlarını belirleyen bir anlaşma yapılacağı iddiaları sürekli yalanlanıyor. Buna rağmen saraya bağlı medya organları son haftalarda ısrarla bu konuyu işliyor. Ama Goebbels’in ünlü ‘bir yalanı tekrar etmeyi ısrarla sürdürürseniz insanlar ona inanmaya başlar’ önermesi, uluslararası düzlemde işe yaramıyor. Avrupa ve Ortadoğu basınında, bu yalanı teşhir eden yorumları her gün okumak mümkün.
Özetle, Mavi Palavra çöküyor. Donanma fobisi yeniden tetiklenebilir.