Kürt halkı başta olmak üzere vicdanı olan, demokrasi, özgürlük ve eşiklikten yana olan, sömürü, yoksulluk ve sefalete yeter diyen herkesin AKP-MHP faşizminin kazanacağı denklemlerden uzak durması gerekir
Evdilmelik Fırat
Seçimlere sayılı günler kaldı. Ekonomik kriz genel seçimlerden sonra ekonomik çöküntüye dönüştü. Üstelik bu tablo yerel seçimler hatırına frenlenmiş halidir. Turpun büyüğünü bu seçim sonrasına saklandı. Geçen süre zarfında çok parıltılı ve şimşekli söylemler ifade edilse de pratikte sefalet daha da derinleşti. Ekonomi başta olmak üzere yaşamın her alanında 31 Mart sonrası ayak frenden çekilecek ve sonrası tufan. Kürt düşmanlığı üzerinden yürütülen ırkçı, faşist sağ siyaset önünde sonunda geleceği mukadder olan noktaya geldi. Bu siyaset sürdükçe Türkiye’nin rahat nefes alması mümkün değildir. 2015 yılında başlatılan topyekûn savaş konsepti Federal Kürdistan Bölgesi, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarla Kürt meselesinin dört başı mahmur Kürdistan meselesi olarak uluslararası alanda teyit etti.
Kimi aklı evvel kişi ve çevreler çözüm mavalları okusa da iktidarın Kürt soykırımını tamamlamaya hazırlandığını görmek için kâhin olmaya gerek yok. Atılan askeri ve diplomatik adımlar ve savurulan tehditler AKP-MHP iktidarının savaşı derinleştirmeye hazırlandığını açıkça gösteriyor. İçeride yarattığı ekonomik çöküntü, dışarıda yaşadığı tecrit hali ve uluslararası denge ve çıkarlar ile en önemlisi de Kürt halkının yenilmez mücadelesi şimdiye kadar Kürt soykırımını tek başına gerçekleştirmesine izin vermedi. Bunun için bir süredir içeride ve dışarıda yeni bir plan geliştirmeye, destek devşirmeye çalışıyor. İçeride son sekiz yıllık yoğun tutuklama ve saldırı konseptinin yanı sıra özel ve psikolojik harple Kürt halkından umutsuzluk yaratmayı amaçlıyor. Bir yandan Kürt halkını Türkiye ezilenlerinden koparma, öte yandan destansı mücadele karşısında maskesi düşünce bu sefer Hizbulkontra, KDP ve “Kürt nasyonalistleri” adıyla kampanya yürütüyor. Elinde bulundurduğu devlet olanakları ve medya gücüyle sistematik olarak Kürt halkının ittifak siyasetiyle yakaladığı ivmeyi darbelemeyi amaçlıyor. Kişisel ve ailevi çıkarları için yüz yıldır resmi ideoloji adına kim iktidar olursa olsun tereddütsüz yanında duran Kürt kökenli devşirmeleri parlatarak özgür Kürt’ün iradesini kırmaya çalışıyor.
Yeni konseptin dışarıya bakan yönü ise Kürt düşmanlığında yeni müttefik ve destekler edinmektir. Bunun için Türkiye’nin jeostratejik ve jeopolitik konumu başta olmak üzere zenginliklerini dün olduğu gibi bugün de hegemon güçlere pazarlıyor. ABD’nin Kuzey ve Doğu Suriye’de Demokratik Suriye Güçleri’yle çalışmasına karşı uzun bir süre dümeni Rusya’ya kırdı. Batı blokundaki Rusya antipatisini kullanarak Kürtlerin mücadelesine karşı politika değiştirmeye ve eski desteği sağlamaya zorladı. ABD’nin hafif de olsa yaptırımları, F-35 projesinden ihracı, F-16 modernizasyon ve satışının durdurulması, Suriye, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki kartlarıyla karşılaştı. 2023 yılında Hindistan’da gerçekleştirilen G-20 Zirvesi’nde IMEC olarak ifade edilen Hindistan-Ortadoğu-Avrupa’yı birbirine bağlayan enerji projesine Türkiye dahil edilmedi.
Çin’in Kuşak ve Yol Projesi’ni bypass eden ve Avrupa’yı enerjide Rusya’ya bağımlı olmaktan kurtarmayı hedefleyen IMEC ile Batı bloku ilk defa yaptığı bir enerji projesinde Türkiye’ye yer vermeyerek ciddi bir mesaj verdi. Her ne kadar Erdoğan, “Türkiyesiz bu proje olmaz” dese de mesaj anında alındı. O tarihten beri AKP-MHP iktidarı düzenli bir şekilde Batı blokuna yanaşmaya çalışıyor. İlk işaret fişeği, olmaz denilen İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin onaylanmasıyla atıldı. Batı’nın Rusya yaptırım programına uyum sürecine geçildi. Dümeni Batı’ya kırmanın yansımaları tüm güçlerin birbirlerini kullandığı ve hepsinin Suriye’yi pazarladığı son Astana Zirvesi’ne de yansıdı. Rusya ve İran zirvede Türkiye’nin uzun süredir Suriye’de verip ancak yerine getirmediği sözleri hatırlatarak Suriye’den çekilmesini istedi.
Kürt karşıtlığının en önemli ortak nokta olduğu zirve sonuçsuz kaldı ve o gün bugündür Putin ile Erdoğan arası gergin. İran ile ilişkiler de aynı dalga boyunda limoni. Ancak Rusya-İran ikilisinin rahatsızlığı Erdoğan’ın Batı blokuna dümen kırma sürecini hızlandırmanın önünde engel olmayacak. İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğinin onaylanmasıyla NATO’nun genişleme stratejisinin parçası olmak, Rusya’ya mesafe koyma, gelecekte İran’a karşı Ortadoğu’da Batı blokunun çıkarlarını koruma ve İsrail’in güvenliğini desteklemek gibi başlıklar Türkiye’nin öteden beri öncelikli pazarlama ürünleri olmuştur. Karşılığında ise Kürtlerle savaşta çöken ekonomiye sıcak para akışı, Kürt soykırımını tamamlamak için Suriye ve Irak’ta saldırı izni ve nüfuz alanını kalıcı hale getirme izni ve desteğini istiyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Washington gezisinin en temel maddesi buydu. Hewlêr ve Bağdat’a Dışişleri, Savunma, Genelkurmay ve MİT ve KDP kurmaylarının katılımıyla yapılan toplantılar da bu amaca yönelik gerçekleşti. ABD ve Irak ziyaretlerinin sonucu PKK’nin yasaklı örgüt olarak nitelendirilmesi oldu. Türkiye istediğini tam alamazsa da ortak açıklamayla iki ülke arasında bir süreç başlamış durumda. KDP uzun süredir içine girdiği işbirliği pratiğini derinleştirerek Türkiye’nin bu konuda istediğini alması için çalışıyor. Amaç Federal Kürdistan Bölgesi ve Rojava’nın işgali ve Kürt soykırımının tamamlanmasıdır. Nitekim Erdoğan bunu saklamadan seçim meydanlarında vaat olarak seslendiriyor.
Soykırımın gerçekleşmesi için öncelikle YNK’nin havuç ve sopa politikasıyla KDP’nin işbirlikçi çizgisine çekilmesi ve ardından ABD ve Batı’nın onayının alınması gerekir. İşin can alıcı noktası da budur. 2017 referandumundan beri iradesi kırılan, siyasi bir varlıktan öte idari bir birim haline gelen KDP, gelir kaynaklarının büyük çoğunluğunu kaybetti. Irak’ın şikâyeti üzerine Uluslararası Tahkim Mahkemesi, Barzani ailesinin Türkiye’ye petrol satışını hem yasakladı hem de geçmişe yönelik para cezasına mahkûm etti. Vanalar kapatılmak zorunda kalındı. Memurların maaşını veremediği gibi elit kesimin rüşvet ve yolsuzluk çarkı da dönemez duruma geldi. KDP’nin zaaflarından faydalanan Merkezi Hükümet’in, Kürt statüsünü ortadan kaldırmak için yargı mekanizmasını devreye sokması KDP’yi iyice Türkiye’nin kucağına itti.
AKP-MHP iktidarı tarafından ele geçirildiğinden Kürt halkı için büyük bir tehlike haline gelen Barzani ailesi pozisyonunu korumak ve petrol satışından tekrar pay kapmak için Kürdistan’ın statüsünü pazarlıyor. Statüden taviz vererek Irak’ın Türkiye ile anlaşmasını istiyor. Bu durum hem Türkiye hem de Irak’ın ortak talep ve noktalarından biridir. Anlaşmaya göre Türkiye koz olarak kullandığı su meselesinde Irak’ın taleplerini kabul edecek. Buna karşı Irak, Uluslararası Tahkim’in Türkiye’ye kestiği para cezasından vazgeçecek. Bundan sonra petrol ve doğal gaz ödemesi Merkezi Hükümet’e yapılmak üzere Kerkük-Yumurtalık vanaları tekrar açılacak. KDP’ye de bir parsa düşecek. Türkiye-KDP silahlı güçleri PKK’ye karşı ortak savaşa girecek ve Irak’ta fiili olarak katılma mecali olmasa da siyasi destek verecek.
Şengal’e yönelik yapılan anlaşma gibi masa başında yapılan bu anlaşma da “kusursuz” görünüyor. Gerisi bölgesel ve küresel güçlerin sürece dahil edilmesine kalıyor. Senaryonun en önemli kısmı da burada başlıyor. Erdoğan’ın Rojhilat Kürdistanı’ndan başlayıp Efrîn’e kadar uzanacak olan koridor işin püf noktası. Bu koridor, planın çerçevesini ele veriyor. AKP-MHP iktidarı için batık ekonomiyi kurtarma ve Kürt soykırımını tamamlama, Barzani ailesi için de rüşvet ve yolsuzluk çarkına su taşıma ve halk üzerinde yitirdiği nüfuzu tahkim etme anlamına geliyor. Bunun için PKK’nin tasfiye edilmesi, Rojava ve Süleymaniye’nin Duhok ve Hewlêr gibi siyasi ve ekonomik olarak Türkiye’nin bir vilayeti haline getirilmesi gerekiyor.
Türkiye’nin sürekli YNK’yi tehdit etmesi, saldırılarını buralara kadar taşırması ve bir yandan da havuç politikası uygulamasının amacı budur. Zira Federal Kürdistan Bölgesi’nin esas petrol ve doğal gaz kaynakları Süleymaniye, Çemçemal ve Kerkük havzasındadır. Yapılan yeni keşiflerle YNK denetimindeki bölgede bulunan doğal gaz rezervi Federal Kürdistan Bölgesi’ni dünyada ikinci doğal gaz zengini bölge yapmaktadır. İştahları kabartan, savaş tamtamları çaldırtan bu eşsiz doğal gaz ve petrol rezervidir. PKK ve YNK planın önünde engel olduğu için yeni saldırı planının hedefine konulmuştur. Çemçemal’den Silopi’ye uzanan boru hattının Federal Kürdistan Bölgesi’ne düşen kısmı daha önce tamamlandı. Bu hattın devamı niteliğinde Silopi’den Hatay’a kadar uzanan kısmı ise akışa hazır hale getirildi. Erdoğan’ın bahsettiği 30-40 kilometre genişliğinde koridor bu hattın güvenliği için zaruridir.
Planın diğer ayağı Basra’dan Şengal’e, oradan da Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlanması düşünülen Kalkınma Yolu Projesi’dir. Böylece Federal Kürdistan Bölgesi ile Rojava birbirinden koparılacak, bölgenin statüsü düşürülecek, Duhok ve Hewlêr tamamıyla Türkiye’nin birer kazası haline getirilecektir. Kürt soykırımını gerekli kılan kanlı projenin önündeki diğer bir engel ise uluslararası dengelerdir. Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte Avrupa ciddi bir enerji krizine girdi. Savaş bitse dahi artık Avrupa’nın Rusya’nın enerji tedarikçisi olmasına güvenmesi mümkün değil. Şimdiye kadar ABD’nin sıvılaştırılmış gazı ve var olan stoklarla idare edildi ancak dünya enerjisinin önemli bir bölümünü emen kıtanın bu şekilde devam etmesi mümkün değil. Yeni enerji tedarikçisi ve yollarına acil ihtiyacı vardır.
Türkiye tam da bu ihtiyaç üzerinden Avrupa’ya göz kırpmaktadır. Kürt soykırımına göz yumulması ve mümkünse destek verilmesi için bir süredir pazarlık yapmaktadır. Öteden beri Kürt katliamları üzerinden çıkar kurgulayan Almanya pazarlığı yürüten ve diğer Avrupa ülkelerini de bu kanlı projeye ikna etme çabasındadır. Kürdistan’ın zenginlikleri Kürt soykırımına dayanan bir proje üzerinden Avrupa’ya aktarılacak. Avrupa, Rusya’nın gazına muhtaç olmaktan çıkarılacak. Pazarlık masasında tüccarların bir gözü de ABD’ye bakıyor. Zira ABD onay vermeden ne Avrupa’nın dahil olması ne de Türkiye’nin buna girişmesi mümkündür. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın son Washington çıkarması ABD’nin nabzını yoklama kabilinde geçti. Önümüzdeki dönemde ABD’nin bu kanlı plana nasıl tepki vereceğini göreceğiz.
Madalyonun öte yüzünde Rusya ve İran bulunmaktadır. Yukarıda Rusya’nın Türkiye ile ilişkilerinin limoni hale gelmesi ve Moskova’nın Astana’da kılıcı çekmesinin nedeni bu planı sezmesiydi. İran’dan sonra ikinci derecede zarar görecek olan Rusya’dır. Bu adım Rusya’nın Ukrayna savaşında en fazla etkili silahını etkisiz hale getirmekle kalmıyor, ileriye dönük de Rusya’nın en önemli pazarına çomak sokuyor. Projenin bir ayağının uhdesinde bulunan Suriye’den geçmesine tepkisi ve müdahalesi tahmin edilebilir. İlk adımı Türkiye’nin kontrolünde olan radikal dincileri süpürmek olacak. İkinci adımı ise Türkiye’nin korkulu rüyası olan Kürtler ile Suriye rejimi arasında yeni bir süreç başlatmasıdır. Şimdiye kadar Rusya bu kozu Türkiye’den taviz koparmak için sıkça kullandı. Yine Azerbaycan-Ermenistan denklemini sil baştan kurma güç ve olanağına sahiptir. Türkiye’nin şimdiye kadar yaptığı gibi ABD-Rusya dengesini bu denklem için kullanması mümkün değildir. Birinin yanında ise diğerinin karşısında olmak zorundadır.
Projeden en fazla rahatsız olacak ülke ise kuşkusuz İran olacaktır. ABD ile Irak’ı paylaşma kavgası verirken Türkiye’nin kendi tarlasını sürmesine kayıtsız kalması düşünülemez. Mevcut nüfuza bakıldığında Tahran’ın rızası olmadan da Irak’ın projeye dahil olması oldukça zor görünüyor. Nitekim Türkiye 2020 yılında KDP, Sünni güçler ve Şia Sadr hareketiyle benzer bir anlaşma yaptı. Anlaşmanın Irak tarafı İran’ın hamlesiyle kadük kalmış, Şengal’e yönelik ayağı ise Kürt halkının direnişine çarpıp sonuçsuz kalmıştı. Fidan, Kalın ve Güler’in son Irak ziyaretinde attıkları adım, Erdoğan’ın seçim sonrası ziyaretiyle hangi düzeye varır şimdiden kestirmek zor ancak sonuç alması aleyhine olan birçok gücün lehine dönmesine muhtaçtır.
Ortadoğu’da kimin kurguladığından bağımsız olarak mücadele gücü itibarıyla Kürt hareketi tüm denklemlerin içindedir. Özellikle Türkiye’nin dahil olduğu meselelerin temel gündem ve tarafıdır. Yine böyle bir sürece girmiş bulunmaktayız. Sekiz yıldır kesintisiz yürütülen topyekûn savaş konsepti Kürt siyasetinin direnişi karşısında stratejik olarak yenilgiye uğradı. İşgal edilen alanlar Türkiye için tam bir bataklığa dönüştü ve son bir yıldır ağır askeri darbeler aldı. Bir haftadır süren Newroz kutlamalarında siyasi ve askeri tüm saldırılara rağmen Kürt halkının özgürlükteki ısrarını teyit etti. Geçen sekiz yıllık sürede Türkiye ağırlıklı olarak savaşı keşif ve gözetleme teknikleri üzerinden yürüttü. Bu konuda önemli bir avantajı elinde bulunduruyordu. Tekniğe rağmen son bir yılda ağır askeri darbeler aldı. Bu durumun nedeni KCK Yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan’ın Newroz vesilesiyle açıkladığı müjdeyle anlaşıldı. Hava saldırı sistemlerine karşı savunma sistemi edindiklerini açıkladı. Bu gelişmenin önümüzdeki dönemde dengeleri önemli oranda değiştirecek bir faktör olduğu aşikar. Müjdenin seçim sonrasında Kürt soykırımına hazırlanan AKP-MHP faşizminin uykularını kaçırdığını tahmin etmek zor değil.
Faşizmin soykırım hevesini kaçıracak diğer bir gelişme ise seçimden alacağı yenilgi olacaktır. 31 Mart seçiminin bu yönüyle sadece bir yerel seçim olarak ele alınmaması gerekir. Güven tazelemek isteyen ve bunu savaşı zemini olarak gören faşizme bu fırsatı vermemek önemlidir. Kürt halkı başta olmak üzere vicdanı olan, demokrasi, özgürlük ve eşiklikten yana olan, sömürü, yoksulluk ve sefalete yeter diyen herkesin AKP-MHP faşizminin kazanacağı denklemlerden uzak durması gerekir. Resmi ideolojinin kurucusu ve birçok konuda AKP-MHP ile yarışan CHP’ye karşı haklı tepki asla faşizmin nefes almasını sağlayacak bir zemine dönüşmesine izin verilmemelidir. Şu an için yakın tehlike olan, devlet gücünü elinde bulunduran, Kürtler başta olmak üzere ezilenlerin boğazına bıçağı dayayan ve bunun tehditlerini savuran AKP-MHP faşizmidir. Aynı zihniyette olsa dahi CHP içinde bulunduğu şartlar itibarıyla uzak bir tehdittir. Siyaset dengeleri, fırsat ve tehlikeleri iyi değerlendirme ve en uygun taktiği icra etme sanatıysa bu durumda tali ve esası iyi tespit etmek, buna göre adım atmak gerekir.
Özcesi seçimler sonrası Kürdistan’da boydan boya soykırım hazırlığı yaptığını ifade eden AKP-MHP faşizmine her yerde kaybettirmek tarihi bir sorumluluktur. Herkes, 31 Mart günü sandık başına gittiğinde AKP-MHP’nin son iki aydır içeride ve dışarıda topyekûn savaş için yaptığı hazırlıkları ve bunun yaratacağı katliamları düşünerek karar vermeli ve mühür basmalıdır.