Türkiye ve dünya kamuoyu, İstanbul’daki bir konsoloslukta cereyan eden “Good Fellas” ve “Testere” filmleri karışımı tüyler ürpertici bir vakanın yankıları ile meşgulken, Ankara’da ABD elçiliğinin konumlandığı caddenin adı sessiz sedasız Malcolm X olarak değiştirilmiş. Bizzat Erdoğan’ın talimatıyla gerçekleştiği bildirilen bu değişiklik yakın zamanda, Birleşik Arap Emirlikleri şeyhi ile girilen tarih polemiği sırasında o ülke elçiliğinin olduğu sokağa da “Fahreddin Paşa” tabelası takıldığını hatırlara getirdi. O halde, birinci sembolik hedefi Brunson vakası ile hırpalanmış milli egonun onarım çabası olarak düşünebilir. Keşke uluslararası çatışmaların muhtevası hep böyle sembolik ergen itişmelerinden ibaret olsaydı…
İslamcı ve anaakım medya, bu haber dolayısıyla Malcolm X’i “ABD’li Müslüman siyasetçi ve insan hakları savunucusu” olarak tanımladı. Öncesinde, Yeni Şafak’ta çıkan bir biyografi yazısına göre (Kübra Türk, 21/2/2018) Malcolm X, “hakikati” ancak Nisan 1964’te hacı olduktan sonra bulmuştu. Önceki hayatının “mücadele” evresi ise “gerçek bir aydınlanış değildi”. Neden? Çünkü 1952 ile 1964 yılları arasında, yani kısa hayatının en mücadeleci dönemi boyunca Malcolm X “beyaz nefreti içinde boğulan bir ırkçı” imiş de ondan. Ancak Sünni İslam’a geçtikten sonradır ki “arınmış, rahatlamış ve hakikatin nuruyla aydınlanmış”, zaten kısa bir süre sonra da “şahadet” mertebesine teşrif buyurmuştu.
İslamcı anlatı için külliyen yanlış teşhisini koymamakla birlikte vurgulamadaki abartılar dikkat çekiyor. Anısı dünya ölçeğinde hem Afrika kökenli halklara (X, bunu, dünya üzerinde coğrafi kıta ve siyasal sınır tanımayan bir “siyah ulus” olarak adlandırıyordu) hem de bütün ezilen ve özgürlük mücadelesi veren halklara ilham kaynağı olmayı sürdüren bir figürün hayatının çoğunu “yanlış bilinçle” ve daha kötüsü bir “ırkçı” olarak sarf etmiş olduğu iddiası eğer cehalet değilse ideolojik körlükten kaynaklı saygısızlık olsa gerek.
Baştaki tanıma gelirsek, Malcolm X bir Müslüman siyasetçi olarak adlandırılmayı her zaman reddetti; ne de soyut bir “insan hakları savunucusu” idi, Amerikan toplumunda siyah nüfusun beyazlarla eşit haklara sahip olma, yani ezilen bir halkın ezen kimliğe başkaldırarak özgürleşme mücadelesi anlamında “sivil haklar hareketinin” iki ana kanadından birinin önderiydi. Örneğin, hareketin pasif direniş kanadının önderi rahip Matin Luther King’e yönelttiği eleştirinin dinsel inançla ilgisi olmadığını, söz konusu olanın farklı mücadele stratejileri olduğunu sürekli vurguladı. ABD müesses nizamı tarafından “beyaz düşmanlığı”, “zenci ırkçılılğı” ve “şiddet tutkunluğu” yaftalarıyla sürekli karalanmasına rağmen bu farkı tanımlarken oldukça dikkatliydi: “Ben şiddeti savunmuyorum ama öz-savunma durumunda kullanılan şiddeti şiddet değil zekâ diye adlandırıyorum.”
Malcolm X, 1965 yılında bir siyasal suikastla yok edildi. Failler, “İslam Milleti” örgütü militanları olarak afişe edildi ama cinayetin içindeki derin devlet payı hiçbir zaman soruşturulmadı. Ölümünün ardından ABD’nin her yanında günlerce süren bir siyah ayaklanma gerçekleşti. Polis saldırısı ile bastırıldı.
Malcolm X savaş karşıtıydı. Daha 1945 yılında yani Yeni Şafak yazarına göre “gaflet” döneminde iken askere çağrıldığında, “Askere alınırsam siyah askerleri örgütler, biraz silah çalar ve beyaz adamları öldürürüm” beyanında bulunarak akli dengesinin askerliğe uygun olmadığı raporu almıştı. Siyah özgürlük hareketinin bir diğer sembol ismi Muhammed Ali, 1966’da Vietnam’da savaşmak üzere askere alınmayı reddetti. Karşılığında dünya boks şampiyonu unvanı geri alındı ve lisansı iptal edildi. Ali’nin çıkışıyla sarsılmış ABD müesses nizamı, bu kez Martin Luther King’e yüklenmeye başladı. 1967 yılında katıldığı bir televizyon programında King’e ret eylemini vatana ihanet olarak niteleyip nitelemediği, Vietrnam komünistlerine “terörist” deyip demediği soruları soruldu: “Vicdani ret anayasal bir haktır ve bunu kullanan kişi hain ilan edilemez. Vietnam halkı kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir. Bu hakka dış müdahale yanlıştır” yanıtlarını verdi. Üzerinden bir yıl geçmeden, 4 Nisan 1968 günü bir “faili meçhul” suikastla yok edildi. Size de tanıdık gelmiyor mu?
Özetle, müesses nizamın savaş siyasetini yürütmekte olan İslamcı iktidarın Malcolm X kişiliğiyle özdeşleşmesi mümkün değil. Daha önce Nelson Mandela’nın cenazesine neden cumhurbaşkanlığı düzeyinde katılamadığı, Muhammed Ali’nin cenaze töreninde şov yapma talebinin neden geri çevrildiği üzerine düşünmek gerekir. Ülkenizin, bölgenizin ya da dünyanın ezilen halkları ile savaş halinde misiniz değil misiniz? Barışı savunanlara zulmediyor musunuz? Esas sorular bunlardır. Mesele ne Sünni İslam kimliği ne de sokak tabelası ile halledilebilir.