Kapitalizmin gözünde doğa; ham madde deposu, turizm alanı, kereste fabrikası, ilaç sanayisinin biyogen merkezi, av sahası ve benzer birçok özelliği içinde barındıran bir alandır. Çokça bilinen bir söz vardır ‘Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser’ ve bunu yaparken hiç tereddüt etmez. Doğanın yağmalanması sürecinde karşısına dikilen her gücü farklı yol ve yöntemlerle elimine etmek ister. Yağma sürecinin ilk adımı sermaye hizmetine koşulmuş olan devletler eliyle yasal düzenlemeleri sağlar. Bu da yetmez yine karşı çıkanlara devletin kolluk güçleriyle müdahale etmesi sağlanır. Bazen bu da yetmez ve o zaman STK adı verilen örgütlenmeler aracılığıyla rıza üretmeye soyunur. Bu da yetmezse karşıtları para ile satın almanın yollarını arar.
Bunların içinde devlet eliyle yapılanlara çokça rastlarız. Ancak rıza ettirilme çabasında olanlara karşı kafalarımız çok karışır. Bu kafa karıştırıcı 2 örneği burada paylaşarak belki kafamızdaki bazı soru işaretlerine bir yanıt bulabiliriz. Malatya’da yaşanan bir örnekle başlayalım. Malatya’nın Hekimhan ilçesi Hasançelebi Mahallesi’nde kurulmak istenen demir madeni için düzenlenen toplantıda bölge halkı adına beklenti ve isteklerini dile getiren Han Yolu Doğa ve Kültür Varlıklarını Koruma Platformu’nun ilk vurgusu, “Öncelikle ilçemize kurulmakta olan bu işletmenin ilçemiz ve ülkemiz ekonomisi için hayırlı olmasını diliyoruz” sözleridir. Niye hayırlı oluyor arkadaş diye soran oldu mu bilmiyorum.
Nasıl bir hayırdan söz edildiğini ise ben hiç anlayamıyorum. Metalik madenler bulunduğu bölgedeki ağaçları keser, toprağı yok eder, suları zehirler ve havzaları kurutur, kurdun, kuşun, karıncanın, sincabın vd. hayvanların yuvasını yerle bir eder, bölgedeki tarım arazilerini kullanılmaz hale getirir ve daha birçok olumsuzluğu yaşatıp doğası, ekosistemi katledilmiş bir alanı geleceğe miras bırakır. Peki, bunun kime faydası var? Ülke ekonomisi deyince Soma ve Ermenek madenlerinde yüzlerce işçinin naaşı üzerinden büyüyen ve sağ kalanlarla ailelerin hâlâ haklarını alamadıkları holdingler mi kastediliyor? Bana göre evet. Peki, adı sanı doğa koruma olan bir platform hangi ülke ekonomisinden söz ediyor olabilir? Bu sözler ve ardından yaptıkları açıklamalarda şirketten istenen önlem paketleriyle doğanın korunacağını mı düşünüyorlar?
İşte STK’ler eliyle rıza üretme işi böyle bir şey. Sivil Toplum Kuruluşu yani STK deyince aklınıza ne geliyor bilmiyorum. Benim aklıma TÜSİAD-MÜSİAD vb. sermaye yapıları geliyor. Sermaye örgütlerinin de birer STK olarak nitelendiğini, aynı çuvala sermaye ile birlikte girebileceğinizi düşünüyorsanız bu sıfatı kullanın. Ama o çuvala girerken bulunduğunuz hali çıkarken bulma olasılığınız yok. Eğer bir örgütlenme içinde yer tutacaksak bunun adını STK değil, DKÖ yani Demokratik Kitle Örgütü olarak niteleyin ki aynı çuvala girmeyeceğinizi gösterin!
Gelelim rıza oluşturmanın bir başka biçimine. Çanakkale Kirazlı mevkiinde yüz binlerce ağacın katledilmesiyle birlikte bölgede kurulmak istenen altın madenine Türkiye’nin dört bir yanından tepki doğmuştu. Yüz binlerce kişi maden sahasına gelerek eylem gerçekleştirmiş ve ardından şirket çalışmalarını durdurmak zorunda kalmıştı. O günden bugüne Kirazlı maden sahasında bir grup insan büyük bir özveri ile bölgede nöbet tutmuş ve en son jandarma ipe sapa gelmez gerekçelerle nöbet tutanları alandan uzaklaştırmıştı.
Nöbet tutan doğa savunucularına yönelik ilk aylarında önce belediye desteğini çekmiş ve ardından nöbet tutan sayısında zorunluklardan kaynaklı azalma yaşanmıştı. Nöbet süresince çevre köylerde doğa savunucularına karşı şirketin ve devletin propaganda araçları ortaya çıkmış ve halkı direnişçilere karşı kışkırtmaya çalışmışlardı. Ancak köylülerin büyük çoğunluğu bu kışkırtmaya gelmemiş ve direnişçilere ellerinden gelen yardımı yapmaya çalışmışlardı.
İşte diğer rıza üretme biçimi burada yani Kirazlı bölgesinde bulunan Serçeler köyünde ortaya çıktı. Son günlerde araziler hızla el değiştirmeye başladı. Köylülere kamu görevlileri tarafından korkutularak arazilerine şirket tarafından dekar başı 20 bin lira ödeneceği, kabul etmemeleri halinde ise 2 bin liradan acele kamulaştırma yapılarak arazilerinin alınacağı propagandası yapıldı. Bu kaybetme korkusu ve bir yılı aşkın süren baskılar sonucu köylüler arazilerini satmaya başlamış durumda.
Malatya’da ve Çanakkale Kirazlı’da yaşananlar, yağmanın önündeki halk engelini aşmak amacıyla yaşanıyor. Ancak ekonomik, yalanlar ve psikolojik baskılarla ilerlemeye çalışan sermaye ve onun hizmetlileri yüz binlerce kişinin duyarlılığını ve doğal yaşamı savunma arzusunu yok edemeyeceğe benziyor.