Halk olarak inanılmaz bir tarihe ve hakikate sahibiz. Kürdün tarihi; birbirini yaşatmak ve yüceltmek için canından vazgeçenler ile birbirine yaşam hakkı tanımamak ve yaratılacak özgür bir geleceğe engel olmak için canından vazgeçenlerin, vazgeçebilenlerin tarihidir.
İnkar ve imha saldırılarına karşı nefes nefese varlık mücadelesi veren Kürt halkının en büyük çıkmazı ve talihsizliği yine kendi gerçeğidir. Kürtler için verilen bunca ağır bedeli, amansız mücadeleyi başarısızlığa uğratmak, geriye çekmek için bölgedeki devletlerin ve kimi küresel güçlerin hışmına ve saldırılarına uğramanın yanında yine esas büyük sorun Kürdün Kürde karşıtlığıdır.
Kürtler bugün Rojava’dan Rojhilat’a, Başur’dan Bakur’a kadar 4 parçaya bölünmüş ana yurdunun her karışında saldırıya uğrarken, siyasi gruplar arasındaki çekişmeler, karşıtlıklar Kürtlere saldıran herkese cesaret veriyor. Hasımları Kürdün bir bölümüne saldırırken Kürdün bir başka bölümünden destek alıyor, saldırıyı onun yol göstericiliğinde yapıyor. Ta ki destek aldığı Kürde de sıra gelinceye kadar. Bu talihsiz döngü tarih boyunca hep böyle sürüp gitti.
Bugün Irak Kürdistan Bölgesi’nde yaşananlar Kürdün kardeş kavgasına varan kanlı hatıralarını canlandırıyor. Kürtler bir daha asla “Birakujî” denilen talihsizliği yaşamak istemiyor. Üstelik bugün yaşananlara neden olanların, “Bir daha birakujî yaşanmasına izin vermeyeceğiz” diye halka verdikleri sözleri var. Hiçbir neden ve gerekçe, verilen bu sözlerin çiğnenmesini haklı gösteremez.
Kürdün Kürde kötülüğü siyasi gruplar arasındaki çekişmelerle de sınırlı değil. Geçmişte özgür bir gelecek için bedel ödemiş, acı çekmiş, samimiyetle çalışmış, fakat daha sonra çeşitli vesilelerle yorgun düşmüş, mücadeleden uzaklaşmış veya uzaklaştırılmış pek çok insan şimdi mücadele edeni acımasızca, amaçsızca, yöntemsizce ve hatta ölümüne eleştiriyor. Kendini haklı çıkarmak adına mücadele edenin başarısızlığı için didiniyor. Bu da inanılmaz bir sömürge psikolojisi. Mücadele edeni kötülerse kendi pasifliğini, mücadelesizliğini görünmez kılacağını düşünüyor. Oysa eleştiri bir mücadele aracıdır, sorumluluk gerektirir. Burada mücadeleyi geliştiren, yanlışlarla savaşan eleştirilerin varlığı elzemdir, yapılması da gerekir.
Ama düşünün ki hayatında hiç cezaevi görmemiş, hiç bedel ödememiş, hakkında açılan en küçük soruşturmada soluğu Avrupa’da almış, orada bireysel bir yaşam kurmuş kimi insanlar bile burada kelle koltukta, her türlü saldırıya karşı mücadele yürütenleri 7/24 hedef alıyor. Burada esaslı bir eleştirinin eleştirisine ihtiyaç var. Mücadele eden nasıl 7/24 kendisini çek etmek, doğruya yatırmak zorundaysa, onu eleştiren de en az onun kadar hassas olmak zorundadır. Tabi ki eğer dert gerçekten mücadeleyi geliştirmekse!
Bütün bu olumsuz örneklere rağmen, halk olarak umutlarımızı büyüten gelişmeler daha fazla. Rojava’ya yönelik saldırılar yaşandığında başta Güney Kürdistan halkı olmak üzere dünyanın her yerindeki Kürtler ve dostlarının ayağa kalkmış olması, “Kürdün Kürdü zincirlemek” üzerine kurulu bu makûs talihinin yenilmeye mahkum olduğunu gösteriyor. Artık bu ulusal uyanış, destek verdiği siyasi grupların yanlış tutumlarını da aşarak, doğruda buluşuyor. Kürt siyasetçileri ve elitlerinin birliğe uzak tutumlarına rağmen, Kürtler ruhta, duyguda, düşüncede birleşiyor. Tabanda ulusal birliğin bütün koşulları yaratılmış durumda.
Elbette ulusal birlik için de güçlü ve tarihsel bir öncülüğe ihtiyaç var. Bu konuda ciddi sorunlar var. Öncülük yapması gerekenlerde “hepimizin özgürlüğü” düşüncesi yerine “benim çıkarım” duygusu ağır basıyor hala. Ama işte tarih değişiyor, dünya değişiyor, Ortadoğu eski Ortadoğu değil, Kürtler de eski Kürtler. Kürt halkı öncülük iddiasında olanların geçmiş alışkanlarını aşmayan tutumunu çoktan aştı bile. Öncüsüne yol gösteren, öncüsünün önünde giden, ona tutumuyla doğruyu gösteren bir halktan bahsediyoruz. Bu bir toplumsal devrim ve rönesansın işaretidir ve fazlasıyla heyecan vericidir. Bu toplumsal dip dalga, özgürlüğü müjdelediği kadar, önünde engel olacakları da aşacağını haykırıyor.
Alışkanlıklarının esiri olmuş, özgürlüğün getirdiği yeniliğe yabancı, “aydın” olmayı sadece “eleştiri” yapmak olarak algılayanlara inat bu halk, kendi eliyle kendisini köleliğe mahkum eden koşullara bir daha asla razı olmayacak. Bu halk özgürlüğe bu kadar yaklaşmışken, özgürlüğüne ve onu bu özgürlüğe götürecek mücadelesine zarar verecek hiç kimseyi affetmeyecek. En büyük umut bu toplumsal hakikattir. Özgürlüğü için her şeyini ortaya koyan bu toplumsal hakikatin çoğalmış ve artmış olmasıdır. O yüzden bu makûs talih er ya da geç yıkılacak ve özgürlüğün kapısı Kürt halkına ve dostlarına açılacaktır.