Fransız yönetmen Mathieu Kassovitz’in 1995 tarihli başyapıtı La Haine (Nefret), adını “nefret nefreti çeker” Fransız atasözünden alır. Film Paris banliyösinde yaşayan; sırasıyla Yahudi, Kuzey Afrikalı ve Batı Afrikalı olan Vinz, Said ve Hubert adlı üç gencin 24 saatine odaklanır. Onların arkadaşlarının polis tarafından öldürülmesinin ardından yaşadıklarını gösterir.
Arkadaşlarının adı Abdel’dir. Abdel de Kuzey Afrikalıdır ve polis soruşturması sırasında dövüldüğü için hastanede ölüm döşeğinde yatmaktadır. Vinz bir polisin kaybettiği silahı bulur ve Abdel’in ölmesi durumunda bir polisi öldüreceğine dair ant içer. Üç genç Abdel’in ölümünü o sırada bulundukları alışveriş merkezinin büyük ekranlarından öğrenir.
Film bu noktadan itibaren doruk noktasına ulaşır ve Vinz’in bir polis tarafından öldürülmesiyle, ardından Hubert ile Vinz’i öldüren polisin silahlarını birbirlerine doğrultmasıyla, uzaktan bakan Said’in gözlerini sımsıkı kapatmasıyla ve ekranın bir silah sesiyle kararmasıyla sona erer. Kassovitz çeşitli söyleşilerinde bu filmi sonu için yaptığını anlatır.
1995 yılında Cannes ödüllü, ırkçılığı, sefaleti, işsizliği, parasızlığı, sınıf ayrımlarını yani insanın maruz bırakıldığı onur kırıcı – neredeyse- tüm pratikleri anlatan Kassovitz’in bu filmi aslında 6 Nisan 1993’te Fransız polisi tarafından yakın mesafeden vurulan Kongo asıllı Makome M’Bowole’nin ölümünden esinlenilmiş. Makome öldürüldüğünde 17 yaşındaymış. Tıpkı 27 Haziran 2023’te Paris’in kuzeybatısındaki Nanterre banliyösünde polis tarafından öldürülen Cezayir-Fas asıllı bir lise öğrencisi olan Nahel Merzouk gibi…
Nahel de Makome de banliyöde yaşayan iki çocuk… Banliyönün Fransa’daki karşılığının “orta sınıf” bir yaşantı değil işsizlik, yoksulluk, sosyal dışlanma olduğunu artık Fransa’yı uzaktan takip etsek de hepimiz biliyoruz.
Nahel’in öldürülmesinin ardından ülke çapında büyüyen, günlerdir devam eden protestolarda 45.000 polis seferber edilmiş, binlerce kişi tutuklanmış durumda. Tutuklananlar arasında pek çok çocuk olduğu da söyleniyor.
Başlangıçta 17 yaşındaki Nahel Merzouk’un polise saldırdığı ve bu sırada vurulduğu belirtilmiş. Ancak ortaya çıkan görüntüler; aracın trafik ışıklarında durdurulduğunu ve bir polisin Nahel tarafındaki pencereye silah doğrulttuğunu ortaya çıkarmış. Araba uzaklaşmaya başladığında, polislerden biri Nahel’e doğrudan ateş etmiş ve Nahel hayatını kaybetmiş.
Biraz araştırdığınızda Fransa banliyölerinde bu türden polisin keyfi durdurmalarının, kimlik sormalarının, onların silahıyla ve şiddetiyle karşı karşıya kalmanın alışılmadık bir durum olmadığını anlıyorsunuz. Keyfi ve aynı zamanda ayrımcı, ırkçı. Ayrımcı ve ırkçı diyorum çünkü bu konuda yapılmış çalışmalar bunu gösteriyor. Örneğin Uluslararası Af Örgütü’nün de yer aldığı Fransa’daki altı insan hakları örgütü 2021 yılında Fransa’da polisin sistemik ayrımcı uygulamasına karşı toplu dava açtı. Dava dilekçesi “ayrımcı kimlik kontrolü” uygulanan çok sayıda kişinin ifadesine dayanıyordu.
Bu ifadelerden biri ayrımcı kimlik kontrolüne maruz kalan 16 yaşındaki bir çocuğa aitti. Çocuk, “bazen günde üç defaya kadar” sorguya maruz kaldığını, bir keresinde bir polisin kendisini şiddetle duvara yapıştırdığını, polisin kendisine vurduktan sonra ‘pis Arap’ dediğini belirtiyordu.
Bu davanın açılmasının üzerinden iki yıl, La Haine filminin üzerinden neredeyse otuz yıl geçmiş olmasına karşın ayrımcılık ve ırkçılık temelli polis şiddetinin ve ölümlerin Fransa’da devam ettiği 17 yaşındaki bir çocuğun ölümüyle bir kere daha görüldü.
La Haine filminin yönetmeni Kassovitz, Nahel’in ölümüne ve ardından yaşananlara dair bazı açıklamalarda bulundu. Kassovitz; hep aynı sistemin işlediğini, her zamanki gibi ilk polis ifadelerinin asılsız olduğunu, Nahel’i sabah 8’de vuran polisin ancak akşam 7’den itibaren gözaltına alındığını, bu olayların birdenbire ortaya çıkmadığını söyledi. Polisin “hatasının” kabul edilebileceğini ancak “adaletsizliğin” ve Nahel’e yapılanların kabul edilemeyeceğini belirtti. Sokağa çıkanların tepkisinin bu yüzden anlaşılabilir olduğunu ekledi.
Kassovitz’in hep aynı şekilde işletildiğini söylediği sistem “cezasızlık”. Türkiye’de bizim çok iyi bildiğimiz bu sistem, gerçek bir kısır döngü. Kamu görevlilerinin gerçekleştirdikleri ihlaller cezasız bırakıldıkça yeni ihlaller ve gittikçe derinleşen sonuçları devam ediyor. Ne diyordu Fransız atasözü: Nefret nefreti çeker!
Fransa’da en az 30 yıldır olduğu gibi…