Mahmur Kampı’na yönelik ambargo 5 aydır sürüyor. Giriş çıkışların kapatıldığı Kampın Dış İlişkiler Komitesi’nden Polat Bozan, Konsolosluk saldırısı bahanesiyle, kampın tasfiye edilmeye çalışıldığını belirtti
Irak Federe Kürdistan Bölgesi’nin başkenti Hewlêr’e yaklaşık 100 kilometre uzaklıkta bulunan ve Musul vilayetine bağlı olan Mahmur Kampı son dönemlerde bir kez daha hedefte. Hewlêr’de bulunan kamp 17 Temmuz 2019 tarihinde Türkiye Konsolosluğu’nda görevli 3 kişiye yönelik silahlı saldırının ardından giriş ve çıkışlara kapatılmıştı. Ambargo altına alınan kamp, geçtiğimiz günlerde AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın “Mahmur Kampı zaten uzun süredir bir terörist kampı niteliğindedir” söylemleri ile yeniden gündeme getirdi.
Bugüne kadar sürekli “kapatılma” tehdidiyle gündeme getirilen Mahmur Kampı, 1993-1995 yılları arasında köy boşaltmalar ve koruculuk dayatmaları nedeniyle Şırnak ve Hakkari gibi kentlerden göç etmek zorunda kalan yaklaşık 12 bin Kürt’ten oluşuyor. Nüfusunun yarısından fazlasını çocukların oluşturduğu kamp, 1998 yılında Birleşmiş Milletler (BM) himayesine girdi.
Sık sık yaşanan ambargo uygulanan Kamp, PKK ve Türkiye hükümetleri arasında bugüne kadar gerçekleştirilen görüşmelerin birçoğunda gündeme gelmesiyle de dikkati çekiyor. 1999 ve 2009 yıllarında yapılan görüşmeler sırasında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrıları üzerine Türkiye’ye gelen “Barış Grupları”na söz konusu kampta yaşayan kimi yurttaşlar da dahil oldu.
Ancak, bu guruplar arasında yer alan kişiler sonrasında haklarında açılan davalar sonucu tutuklanarak, ağır cezalara çarptırıldı.
2009 yılında “Barış ve Demokratik Çözüm Grubu” içerisinde yer alan siyasetçi Nurettin Turğut ve Mahmur Kampı Dış İlişkiler Komitesi üyesi Polat Bozan, kampın neden sürekli hedef alındığı, 5 ayı aşkın bir süredir devam eden ambargoyu Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Ahmet Kanbal ve Müjdat Can’a anlattı.
‘O halka zulüm tüm Kürtlere zulümdür’
Türkiye’ye geldikten sonra tutuklanarak cezaevine konulan ve 7 yıl sonra tahliye olan Barış Grubu üyesi Nurettin Turğut, kampın faili meçhul cinayetlerin arttığı bir dönemde göç edenler tarafından kurulduğunu hatırlatarak, BM tarafından verilen statünün, halkın açlık grevi eylemleri sonucu olduğunu belirtti. Yıllardır kamp üzerindeki baskının sonlanmadığını aksine daha da arttığını ifade eden Turğut, nedenini ise şu sözlerle açıkladı: “Amaçları orada var olan örgütlülüğü daraltarak, yaşam alanlarına müdahale etmektir. Mahmur sadece Türkiye için değil, Güney Kürdistan’daki halka da örnek olmuş durumda. Mahmur Kampı şu anda Rojava’ya bir örnektir. Rojava’da oluşturulmak istenen sistem oradan gelişen bir sistemdir.” Ambargoya ilişkin Federe Kürdistan Bölgel Yönetimini de eleştiren Turğut, “O halka zulmetmek bütün Kürtlere zulüm etmektir” vurgusu yaptı.
‘Açlıkla terbiye edilmeye çalışıldık’
Mahmur Kampı Dış İlişkiler Komitesi üyesi Polat Bozan ise, kamp nüfusunun çoğunluğunun 18 yaş altı kişilerden oluştuğunu ifade ederek, bir süredir devam eden ambargo ile ilgili şu bilgileri verdi: “Daha önce 3 ay Etruş kampında 17 asker noktası etrafında çembere alındık. 3 ay boyunca giriş çıkışlar kapatıldı. Erzak verilmedi. Açlıkla terbiye edilmeye çalışıldı. İnsanlar ölümle burun buruna getirildi. Ancak ambargo moral gücünü etkilemedi. Çünkü halk neden ambargo uygulandığını çok iyi biliyor.”
Kadınlar kontrol noktalarında doğum yaptı
5 ayı aşkındır süren ambargonun sadece giriş ve çıkışları engellemeyle sınırlı olmadığını vurgulayan Bozan, aynı zamanda psikolojik bir ambargonun yaşandığını söyledi. Bozan, söz konusu duruma ilişkin şunları aktardı: “Kampın uçaklarla vurulacağı yönünde bilgiler yayarak, halkın moralini etkilemeye çalışmaktalar. Bunu günlük yapıyorlar. ‘BM nezdinde sivil olmaktan çıktılar’, yerel hükümeti kabul etmediğimiz şeklinde raporlar sunuluyor. Yardım kuruluşlarının geçişlerine izin verilmiyor, sendikaların ve insan hakları örgütlerinin kampa geliş gidişleri engelleniyor. Tamamen özel savaş uygulamaları bunlar.”
Yerel hükümetin bu durumdan ‘utanç duyması gerektiğini’ belirten Bozan, “Kürt kadınlarının kontrol noktalarında doğum yapmasına neden olunan bir durum ile karşı karşıyayız. Kürtlük adına, ulusal birlik adına, ahlak ve vicdan adına bir şey kalmamış” sözlerini ifade etti.
Konsolosluk saldırısı bahane edildi
Halkın tamamen öz gücü ve kendi imkanları ile ayakta kalmaya çalıştığını ifade eden Bozan, Mahmur Kampı’nın “Tasfiye edilmesi gereken bir alan olarak” görüldüğü, bunun en başta da Türkiye’nin hedefi olduğunu vurguladı. Bu “tasfiyenin” KDP eliyle uygulamaya sokulduğuna dikkati çeken Bozan, konsolosluk çalışanlarına karşı yapılan silahlı saldırıyı hatırlatarak, “Bu bahane olarak kullanıldı. Bu yalan üzerinden ambargoyu meşrulaştırma yaklaşımı oldu. KDP de kamp halkını kendine tehdit olarak görüyor. Ambargonun altında yatan temel hedef bu. Nihai hedef tasfiye etmektir. Hem BM hem de Irak hükümeti nezdinde kampın statüsünü ortadan kaldırmaktır” dedi.
Komünler ve Meclisler ile yönetilen Kampın örenke bir yaşam teşkil ettiğini ve bunun tehdit olarak görüldüğünü ifade eden Bozan, Kampın, Kürt sorunun çözümüne de katkı sunabileceğini bu nedenle de önemli bir yer teşkil ettiğini hatırlattı.
Görüşmeler sonuçsuz kaldı
Ambargonun ortadan kalkması için kimi girişimlerde bulunduklarını aktaran Bozan, görüşmelere ilişkin de şu bilgileri paylaştı: “Muhataplar yolu kapattıkları gibi diyalog yolunu da kapattılar. 3 ayı aşkın bir süre görüşmeyi kabul etmediler. BM ile görüşmelerimiz oldu. BM bunun haksız olduğunu ve girişimlerinin olduğunu söyledi. Diğer ulusal ve uluslararası insan hakları kurumları ile görüşmelerimiz oldu. Tüm kurumlar ambargonun hukuksuz olduğu konusunda ortak bir noktada buluştu. İnsan Hakları Gözlemevi, bu konuda yerel hükümeti eleştiren bir rapor da yayınladı. Ancak henüz ambargonun kaldırılması yönünde bir sonuç elde edemedik. Hewlêr Valiliği ve KDP yetkilileri kampın yönetimini kendilerine bırakmamızı istedi. Nasıl olacağı konusunda tartışmak istediler. Ancak görüşmemizde bunun imkanı olmayacağını söyledik. Çünkü talep var olan konumunun dağıtılması şeklinde bir talep. Irak hükümeti ile konuyu görüştüğümüzde bu şekilde bir talebin geçerli olmayacağı bize söylendi. BM de bu konuda tarafsız olduğunu iletti. Bu yaklaşımın yerel hükümetin, Türkiye hükümetinin baskıları sonucunda yapmak istediğinin yerel hükümet tarafından bize dayattığı bir yaklaşım olduğunu görüyoruz.”
HABER MERKEZİ