Çöktürme Planı aynı zamanda Kürtleri ruhsal, duygusal anlamda da çökertmeyi hedefledi. Türk devleti, askeri kahramanlık masallarıyla başarılı olamayacağını bildiğinden tüm imkanlarını, Kürtlerin zafer ve başarı inancını kırmak için seferber etti, ediyor. Umudunu kaybeden insan her şeyini kaybeder. Bunu iyi bilen Erdoğan, bulduğu her fırsatta “Asla başaramazsınız!” diyerek Kürtlerin umudunu kırmayı ve onları mücadele edemez hale getirmeyi hedefliyor.
Umut ve umutsuzluk kavramları yansımasını günlük olarak kullandığımız dilde buluyor. Çektiğimiz acıları, maruz bırakıldığımız vahşet uygulamalarını, haksızlıkları elbette dile getireceğiz ama mağduriyet diline başvurmadan. Son yedi yılda yaşananlar çoğu insanda karamsar bir dilin oluşmasına neden oldu. Karamsarlığın mayası umutsuzluk ve inançsızlıktır. Umutsuzluğun dili ise şikayet ve çaresizliktir. Çaresizlik sürekli yoğrulan mağduriyet dilini oluşturur. Mağduriyet dili yaşananları kader bellediği gibi, acıyı sessiz ve derin bir kabulle benimsemeyi, benimsetmeyi temel alır. Çok geçmeden benimsenen acı mütemadiyen kendine acımaya dönüşür.
En kötüsü de insanın kendine acıması. Kendine acıma, olumsuz bir duygudur, yarardan çok zarar verir. Kendine acıyan kişi sorunları çözmek yerine pasifleşir ve duyarsız hale gelir. Duyarsızlaşma ise duygusal tükenmenin çevreye davranış ve tutum yoluyla yansımasıdır. Tükenen kişi ya da kişiler çevresinde olup bitenlerle ilgilenmezler. Yasaklı ve kimyasal silahlarla komşu çocuklarının katledilmesi onlara magazin haberi gibi gelir. Bu ilgisizlik onları zamanla sorunlar karşısında mücadelesizliğe ve çaresizliğe götürür. Direniş zemini üzerinde büyüyen umut kırılıp, mücadele dinamiği zayıfladığında ise ruh çökertilmiş olur. 2014 güzünden bu yana MGK tarafından Çöktürme Planı ile amaçlananlardan biri de Kürtlerin özgürlük ruhunu çökertmek.
AKP/MHP iktidarı Çöktürme Planı çerçevesinde, Kürtler başta olmak üzere Türkiye’deki tüm demokratlara yönelik korkutma, sindirme amaçlı bir şiddet politikası uyguluyor. Bu politika şiddete uğrayanlarda mağduriyet dilinin oluşmasına neden oluyor. Her türden insanlık dışı politikalara maruz kalan Kürtler ve dostları yerden göğe kadar mağdur konumdadırlar fakat AKP/MHP iktidarını yenilgiye uğratmak ve yaşananları salt mağduriyet dili üzerinden değiştirmek pek de mümkün değildir.
Mağduriyet dili özgürleştirici değil, bağımlılaştırıcı bir ifade içerir. Mağduriyet dili, mağduriyeti yaşatana yönelik tepkisellik içerdiği gibi aynı zamanda çaresizlik algısına sebebiyet verir. Çoğu insanda, “AKP/MHP iktidarı oldukça baskıcıdır, onları yenmek imkansızdır, bu koşullarda devrimcilik yapmak çok zordur” algısının oluşmasının bir nedeni de budur. Kullanılan mağduriyet dili ile devrimcilik neredeyse acı çekmekle özdeşleştirilen içi boş bir kavrama dönüştürülüyor. Çoğu insanda sosyal medyada sürekli dolaşımda olan “dünya boştur” videosunun benimsenmesinin bir nedeni de hakim kılınmaya çalışılan çaresizlik ve umutsuzluk dilidir. Dünya boşsa mücadele etmeye, mağduriyete sebep olan şeyleri değiştirmeye de gerek yoktur.
Umutsuzluğun önerdiği yegane hayat bilgisi mağduriyet edebiyatıdır. Evet, mağduriyet var ama bunun değiştirilecek bir şeyden çok bir varoluş şekline dönüşmesi kabul edilemez. Hele hele toplumu değiştirme iddiasında olan devrimciler için kullanılabilecek bir dil değildir mağduriyet. Mağduriyet çözümsüzlük, umutsuzluk demekse, devrimcinin olduğu yerde çözüm ve umut vardır. Son tahlilde devrimciler her şeyi umutla yapanlardır.
Mağduriyet dilini içselleştirmiş kişiler hayata dar bir çerçeveden bakarak karamsar, umutsuz değerlendirmelerde bulunur, halkın sorunlarını çözebilecek devrimci bir duruş ortaya çıkaramazlar. Ne yaparsa yapsınlar, sistemin eski tas eski hamam devam edeceğini düşünürler. Devrimci nitelik kazandırılmadan yansıtılanlar acıları dramatize etmeye, perişanlık ve mağduriyet bildirmeye dönüşür. Mağduriyet ifadesi değişime, dönüşüme veya özgürleştirmeye değil, dayanışma çağrısına dönüştüğü için gelenler mücadele etmeye değil, sadece dayanışmaya gelir, geldikleri gibi de giderler.
AKP/MHP’nin yarattığı zulmün artarak dallanıp budaklanmasında, bu zulmü kabul edenlerin de payı olduğu unutulmamalı. Bu yüzden bu faşist ittifakın kendiliğinden mahvolup gitmeyeceği bilinciyle örgütlenmek gerekir. Umut adına tozpembe bir bakış açısını esas almak sonuç vermez. Hayalci değil gerçekçi olunurken filizlenen umudu direniş zemini üzerinde ve mücadele dinamiğiyle topluma aşılamalı. Zira mücadele zemininde büyütülmeyen hiçbir umut zafere götürmez.
Öte yandan, Kürtler insanlığa karşı işlenen suçlara maruz bırakılırken, sessizliğe gömülerek ölü taklidi yapıp, olup bitenlerin geçmesini bekleyerek reflekssiz kalanlar aynaya baktığında suçluluk duyuyor mu sizce? Yaşanan zulüm ortadayken söyleyecek söz bulamayanlar, kendilerini konuşmak için zorlamasınlar. Göstermelik tweetler atıp, pratikte karşılık bulmayan sahte dayanışma mesajları vermesinler…
Kürtler, farklı nedenlere bağlı olarak, fikirlerini ve görüşlerini ifade etmekten çekinerek sessiz kalmayı tercih edenlerden sahte dayanışma sözleri duymak istemiyor artık. Kendine aydınım, devrimciyim diyenler, insan onurunun gerektirdiği tutumu ve karşı koyuşu göstersinler yeter. Che Guevara, “Devrimci olduğunu söyleyip devrimci gibi davranmayanlar soytarıdan başka bir şey değildir” der. Dolayısıyla devrim önce mücadele etmeyi gerektirir. Kürtler katledilirken ölüm sessizliğine gömülerek devrim yapılamaz.