Drew Üniversitesi Öğretim Üyesi Madra, yeni rejimi ayakta tutan en önemli dinamiğin muhalefetin dağınıklığı olduğunu vurgulayarak, ‘Kürt halkının haklarını da göz önüne alan demokratik bir vizyon oturtmalı’ dedi
Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması nedeniyle ABD tarafından CAATSA kapsamında uygulanan yaptırımlar, “Hafif” olarak yorumlansa da özellikle savunma sanayisini hedef alması itibariyle ciddi sorunlara yol açacağı öngörülüyor. Özellikle ihracat lisansı ile ilgili olarak yasaklama getirilmesi ve savunma sanayisi finansman arayışını ya da erişimini kısıtlamaya yönelik yaptırımların olması, başta ekonomi olmak üzere dış politikada da zor günler bekliyor. Aynı zamanda Avrupa Birliği (AB) liderler zirvesinde Mart ayına ertelenen yaptırımlarla birlikte Erdoğan yönetiminin önümüzdeki aylarda daha da zorlanacağına işaret ediyor.
Amerika New Jersey Eyaleti’nde bulunan Drew Üniversitesi Öğretim Üyesi Yahya Madra’ya göre yaptırımların Türkiye Silahlı Kuvvetlerinin ekonomik alandaki önemli bir kurumunu hedef alınması anlamına geldiğini ve bu da uzun vadede etkili olabilir. Madra, CAATSA yaptırımlarının yanı sıra Türkiye’nin içine girdiği rejim krizi ve muhalefetin tutumuna ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) Selman Güleryüz’ün sorularını yanıtladı.
Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sisteminden kaynaklı ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) kapsamında bir takım yaptırım açıkladı. Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir ile kurumdan üç yönetici de yaptırım listesine alındı. Karar genel anlamıyla “hafif” bulundu. Siz nasıl yorumladınız?
Erdoğan’ının kendi aile şirketleriyle oluşturduğu askeri sanayi kompleksinin ana motoru olan Savunma Sanayi İdaresi’ne dönük bu yaptırımlar, aslında bu idarenin işleyişini zorlayacak yaptırım olarak okunmalıdır. Yani öyle ekonomiyi çok büyük vuracak yaptırımlar değil ama Erdoğan ve ailesinin o birikim modelini kaydırmaya çalıştığı, savunma sanayine bir saldırıdır. O anlamda bence o kadar da hafif değil. Belki ekonomiye doğrudan ve şimdi bir etkisi olmayacak ama uzun dönemli olarak orayı hedef alıyor.
ABD bu kararla kendi müttefiki olan bir ülkeye yaptırım yapmış oldu. Türkiye’ye basıl bir bakış var ve ilişkilerde bir değişik mesajı olarak okumak mümkün mü?
Aslında ABD’de Türkiye’nin konumu artık bir müttefik gibi görünmüyor. Hatta sorunlu bir müttefik olarak görülüyor. Yani söz konusu yaptırımların Trump’a rağmen yapılması hem demokratların hem de Cumhuriyetçilerin burada ortak bir şekilde hareket etmesi ve ABD’deki yeni idarenin de aynı düşüncede olması aslında Türkiye ile olan ilişkilerin yeniden gözden geçirildiğini ve gözden geçirilmeye devam edileceğini gösteriyor. Ama şunu da söyleyebiliriz, ABD Türkiye’nin NATO çizgisine gelmesi için zorlayıcı olacaktır. Bu ne kadar sürede olur orayı bilemiyoruz çünkü ABD önümüzdeki bir yıl içinde ancak kendisini yeniden inşa etmek için mesai harcayacak. Burada asıl olan Türkiye’nin durumu. Sonuçta zamana karşı sıkıntılı olan Türkiye ve AKP iktidarı. Ekonomik krizden dolayı sermayeye ihtiyacı olan bunlar.
Karara ilişkin ABD kamuoyundan bir tepki görebildiniz mi?
ABD kamuoyu Türkiye’ye yapılan yaptırımlarla ilgilenmiyor. Onlar daha çok pandemiyle, yardımların çıkıp çıkmayacağı ve seçimi kaybetmesine rağmen direnen Trump’ın inip inmeyeceği ile uğraşıyorlar. Şöyle bir karşılaşma yapmak gerekirse örneğin, Trump’ın Suriye’de asker çektiği zamanlarda ABD kamuoyu ‘Trump Kürtlere ihanet etti’ şeklinde ciddi tepkiler gösterdiler. Yine medyada sürekli olarak Trump’ın ihanetçi olduğuna dönük tepkiler geliyordu. Türkiye’ye yapılan yaptırımlar konusunda kimse bir tepki göstermedi. Gözlemlerim bu yönde.
AKP yönetimi ABD yaptırımlarına rağmen S-400’ler noktasında geri adım atmış değil. Rusya’dan da çok ciddi tepkiler gelmedi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Baktığımız kadarıyla Türkiye’nin dış siyasetinde çok karmaşık bir denklem söz konusu. Bu konuya üç farklı noktada yaklaşılabilir. Birincisi Türkiye’deki rejimin yeni başkanlık sistemiyle her şeyin Erdoğan’a bağlanması yani idareyi merkezileştirmesi. Diğer yandan Erdoğan’ın hem milliyetçilerle hem de Avrasyacı gruplarla ittifaka girmesi Erdoğan’ın Ortadoğu’ya daha saldırgan bir şekilde ilerlemesini sağlıyor. Çünkü Erdoğan’ın ittifak kurduğu gruplar, barış ittifakı değil. Erdoğan’ın ittifakı hem savaş ittifakı hem de savaş endüstrisine dayanan bir ittifaklardır. Erdoğan ciddi anlamda savunma sanayi alanında oluşan daha askeri bir birikim rejimine gitmeye çalışıyor. Bu birinci vektör. İkinci vektör ise Türkiye bir anda hem saldırgan bir yapı ama bir yandan da bölge çok dinamik bir şekilde değiştiği için bu saldırganlığını biraz da savunma amaçlı yaptığını ifade ediyor. Diğer konu ise Rusya’ya bağımlı hale gelmesi. Örnek olarak Azerbaycan ve Ermenistan savaşında Rusya Ermenistan’ı kendi kontrolüne alabilmesi ve onu AB dışına çekmesi için bir hamle yaptı. Rojava’da Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG) yaptığı numaranın bir benzerini Ermenistan’a yaptı. Yani zayıf düşürüp kendine muhtaç hele getirme oyunu. Türkiye ise bu oyunda Rusya’nın aleti oldu. Türkiye, Azerbaycan’ı provoke ederek, Rusya’nın oradaki düzenlemesini, adım adım işleyişini sağlayan bir güç konumuna geldi. Bunu yaparken NATO’dan uzaklaşıp Rusya’nın etki alanında girdi. Yani Rusya, Türkiye’yi satranç hamlelerinde kullandığı bir alt güç konumuna yerleşmiş durumda. Rusya, Türkiye’yi hem Azerbaycan üzerinde Ermenistan’ı hizaya getirmek için hem belki Rojavayı hizaya getirmek için kullandı ve kullanmaya devam ediyor.
Türkiye bu durun farkında değil mi?
Türkiye’nin yapabileceği pek bir şey yok. Çünkü Erdoğan’ın Avrasyacıların, milliyetçilerin ve Hulusi Akar’ın oluşturduğu ortak koalisyonun amacı Kürtlerdir. Türkiye bu amacını Rusya’ya verdiği tavizlerle kısmi olarak işliyor. E zaten savaşın maliyeti de dışsallaştırılıyor. Yani emekçiler, Kürtler ve yoksullar üzerinde savaş finans ediliyor. Şunu söylemek gerekirse Rusya’nın Türkiye’yi kullanması için ille de Türkiye ile bir ittifak kurması gerekmiyor. Rusya şu anda da tam olarak onu yapıyor.
Türkiye’nin ABD ile Rusya ilişkilerinde denge oluşturmadığı ve bir sorun olarak karşısında duran S-400 savunma sistemine ilişkin gelişmeleri şirket-devlet bağlamında ele alacak olursak, Erdoğan’ın sermayenin kurumsal alanda ördüğü ilişkiler ağının ekonomik politiği nedir?
Türkiye’de 1980’den beri kurulan devlet bürokrasisinde doğrudan başbakanlığa son dönemde ise Cumhurbaşkanlığına bağlı yapılar var. İşte TOKİ gibi, Savunma Sanayi Başkanlığı gibi benzer bir yapılar. SSB, devletin özel şirket ve sektörlerle yaptığı iş birliklerini organize eden ve uluslararası anlaşmaları organize eden ve savunma sanayine 5-10 yıllık planlamalarını yapan ve ona göre projelerini değerlendiren, askeriye ile iş dünyasının sermeyesini organize eden bir yapı. CATSA yaptırımlarıyla bunun hedef alınması aslında Türkiye Silahlı Kuvvetlerinin ekonomik alandaki önemli bir kurumunu hedef alınması anlamına geliyor. Neden bunu hedef alıyor? Çünkü ‘sen bunu yaparken benimle çalışmadan bağımsız bir şekilde hareket ediyorsun ve Rusya ile S-400 anlaşması yapıyorsun” diyor. S-400 anlaşması belki Türkiye derin devleti, iktidarda olan Cumhur ittifakı ya da Avrasyacılar açısında sembolik bir şey. Ben Perinçek grubunun ülkeyi yönettiğine inanmıyorum onlar bir zihniyet. Onlar iktidardaki zihniyetin medyadaki şaklabanları. O zihniyet Amerika’ya karşı ‘biz bağımsızız, biz istersek Rusya ile de iş birliği yaparız’ mesajı vermek istiyor. Erdoğan ise derin devlete ekonomik olarak eklendi. Yani savunma sanayindeki iş birliktelikleri, BBC gibi farklı şirketler ile olan bağlantıları eklendi. Yani Erdoğan, ‘Bunun ekonomik ayağını getireceğim, biz yıllardır inşaat üzerinden geçiniyorduk ama buna artık savunma sanayisini getirelim.’ Bir de şuna değinmek lazım: Savunma sanayisi Türkiye’de milliyetçiliği ideolojik olarak kışkırtan bir şey. ‘Silahımızı kendimiz yapıyoruz, dünyaya hükmediyoruz’ söylemlerini de besleyen bir şey. Seçimlerde ‘biz tankımızı yapıyoruz’ demenin sembolik ve ideolojik bir fonksiyonu var. Erdoğan, her zaman bunu kullanıyor ve bunun bir alıcısı hala Türkiye’de var.
Biden’e karşı kaybeden Donald Trump’ın direncini de sormak istiyoruz. Buna benzer olaylar ABD’de çok rastlanılan olaylar değil. Trump neden diretiyor?
Şimdi her şeyden önce Trump’ı iktidara getiren dinamikler zayıflamadı aksine daha da güçlendi. Ve bu dinamiklere bir sağ popülist halk dinamiği diyebiliriz. Bu sağ popülist halk dinamiği maalesef ırkçı bir yapıya sahip. Bazen bilinçli olarak bazen çok farkında olmadan, kendinin ırkçı olduğunu düşünmemesine rağmen, ırkçı ve yabancı düşmanı söylemleri yeniden üreten bir dinamiğe sahip. Orta sınıf diyebiliriz bu dinamiğe, ya da orta sınıfın aşağı katmanlarında olan, ya da işçi sınıfının üst katmalarında olup kaybetme korkusu olan sınıf. Örneğin, Trump’a oy veren kesimler fakir kesimler değil, biraz daha birikimi olan, belki bir evi olan, arabası olan kesimler. Bu kesimler Trump’ın gidişiyle hayat tarzlarının tehlikeye girmesinden korkuyor. Yani bir diğer faktör ekonomi. Dolayısıyla dinamikler orada ve Trump bu dinamiklere oynayan bir karakter. Trump tüm bunlarla birlikte bundan sonra siyaset sahnesinden çekilmek istemiyor.
Joe Biden’in kabinesine alacağı bazı isimler açıklandı. Bunların arasında bazı kişilerin Kürtlerle iyi ilişkilerin olduğu yazılıp, çizildi. Şimdiye kadar şekillenen kabineye baktığımızda Biden, dünyaya nasıl bir mesaj veriyor?
Tabii en çok medyaya çıkan şey Biden’in kabinesinin çok kimlikli ve gerçek Amerika’yı temsil eden bir kabine olması. Biden’ın kabinesinin en önemli özelliği, devletin kurumsal yapısını yeniden inşa etmek derdinde olması. Dolayısıyla belki bu ekip bir yıl ya da bir buçuk yıl devam ettikten sonra yeniden değişebilir. Onun nasıl olacağını bilemiyorum yani sonuna kadar aynı ekiple devam etmeyebilir. Ama bu ekibe ihtiyacı var çünkü, ABD bürokrasisi tarumar olmuş durumda. Amerikan devlet yapısı tarumar olmuş durumda. Onu yeniden inşa etmeye çalışacaklar. Dolayısıyla böyle bir kabine olarak görüyorum. Yani böyle yeniden inşa kabinesi olarak görüyorum. O açıdan Amerika’nın dış dünyayla olan ilişkisi yine çok zayıf olacak çünkü asıl derdi kendi içinde ve kendi yapısını tekrar oluşturmaya çalışmak olacak yeni kabinenin. Kürtler konusunda ise eminim ki, Trump’ın ilişkilerinden daha farklı olacak ama ne kadar olacağını, nasıl bir çizgi izleyeceklerini kestirmek zor. Somut olarak nasıl bir farklılık yansıyacak onu bilemiyorum. Çok göze batan hamleler yaparlar mı, mesela tanımak gibi ya da Suriye’deki mahkemeleri uluslararası olarak geçerli saymak gibi. Bu tip daha sembolik ve Rojava’daki oluşumun sahnede tanınmasıyla ilişkin bir takım destekleyici hamleler yapabileceklerini zannetmiyorum. O kadar ilerleyeceklerini zannetmiyorum. Ama ABD ile AB’nin Kürt konusunda daha fazla ortaklaşacağını düşünüyorum. Dolayısıyla Kürt meselesi ile ilgili Türkiye’ye baskının defacto olarak artacağını daha çok öne çıkacağını düşünüyorum. Avrupa Birliği ile daha çok aynı dili konuşuyor olacak. Doğrudan Suriye konusunda aktif hamlelerin en azından olacaksa da bir yıldan önce olacağını zannetmiyorum. Yani Türkiye’nin Amerika’nın gözünde daha zayıflaması, daha çok Amerika’ya ihtiyaç duyması lazım ki birtakım hamleler yapabilsin. Dinamiği öyle okumak lazım. Türkiye Rusya’dan para bulamayacağına göre, Katar’dan aldığı paranın bir sonu olduğuna göre, Çin’den aldığı paranın da hiçbir zaman yeteri kadar olamayacağını göz önüne aldığımızda önümüzdeki orta dönemde para Avrupa ya da Amerika’dan gelecek. Avrupa’dan gelecek paranın musluğunun açılabilmesi için Avrupa’nın ve Amerika’nın karşısında Doğu Akdeniz’de, Suriye’de sorun çıkarmayan, Gürcistan ve Ermenistan’da sorun çıkarmayan bir Türkiye ile mümkün olacak.
Türkiye’deki rejim kriziyle devam edeceksek, sizce krizin sebepleri ve ayakta tutan dinamikler nelerdir?
Aslında bu soruya verilecek en kısa ve net cevap muhalefetin yokluğu. Muhalefet zayıf çünkü bölünmüş durumda. Bölünmesinin en temeli de Kürt meselesi konusunda demokratikleşme perspektifini ortaklaşa bir platform olarak sunamamaları. Yani Türkiye’deki muhalefet Erdoğan ile MHP’nin oluşturduğu milliyetçi cephenin dışına çıkamıyor. Dolayısıyla o çerçeve içinde de milliyetçi cephe iktidarını sürdürebiliyor. Bu kadar basit aslında. Milliyetçi cepheye karşı milliyetçi cevap verilemez. Mesela CHP aylardır S400 meselesinin ne kadar yanlış olduğunu anlatıyor ama mesele yaptırıma gelince aynı anda iktidarla aynı hizaya geliyor. Zaten o hizayı alıverme olayı bitiriyor. Muhalefet dediğin hem dış politika da hem iç politika da topyekûn muhalefet yapacak. Aynı zamanda topluma çizdiği vizyonu karşısına alması gerekiyor. Erdoğan ve milliyetçi cephenin diyelim, Cumhur İttifakı’nın çizdiği vizyonun karşısında sen ne kadar radikal bir şekilde çıkabiliyorsun ve ne kadar alternatif bir vizyon oluşturuyorsun. Tamam, Türkiye’de sosyalist bir vizyon oturtmak mümkün değil onu anlıyorum ama demokratik bir vizyon ve bu demokratik vizyonu Kürt halkının haklarını da göz önüne alan bir vizyonu oturtabilirsin. Yani şunu demek istiyorum, yeni rejimi ayakta tutan mevcut muhalefetin dağınık pozisyonu, vizyonsuzluğu, demokratikleşme ve barışı merkeze tam alamaması sorunu.
HABER MERKEZİ