Beyza Üstün
Yıllardır bu topraklarda yaşayan halklar; köylerinde, derelerin, ormanların yamacında, meraları, tarım alanlarını, geçimlik yaşamlarını, aslında yaşamın tümünü ve yaşam alanlarını korumak için şirketlere, siyasi iktidara, onun yönetimindeki devletin tüm kurumlarına ve sorumlularına (bakanlıklara, idarelerin yetkililerine, mahkeme heyetlerine, karşılarına şirketi korumak için dikilen güvenlik güçlerine, meşru olmayan kararları aklayan “uzman”lara) ortak bir sesle haykırıyor:
“Aldığınız, desteklediğiniz kararlara, sermaye projelerine izin vermeyeceğiz. Biz maden istemiyoruz. Biz suların şirketlere devredilmesini, sermayenin enerji projelerini, HES’leri, JES’leri, RES’leri, GES’leri, termik santrallarını, nükleer santralları, kaya gazı sondajlarını istemiyoruz.
Biz yaşamak istiyoruz. Yaşam alanlarımızdan gidin.”
Çünkü biliyorlardı ki eğer bu işletmeler bir kez yaşadıkları yere gelirse bu ölüm demekti. Yaşanacak olanlar; bazen yavaş yavaş ölmek; yoksullaşmak, hastalanmak, yerinden yurdundan olmak, bazen hızla ve geri alınamaz şekilde yok olmak, bazıları ile ise nesiller boyu hastalıklara mahkum olmak demekti.
Sözler seslere, dayanışmaya evrildi. 2000’li yıllardan sonra artan iktidar saldırılarına karşı halklar bu saldırıların karşısına dikildi. Mücadeleler yan yana geldi.
Her itiraz, her mücadele olası bir sürecin önüne geçmek için yılmadan sürdürülmekte.
Ve öngördükleri, itiraz ettikleri saldırılar siyasi iktidarın korumacılığında, devletin güvencesinde halklara, ekoloji örgütlerine, meslek ve emek örgütlerine, her birinin ayrı ayrı ve birlikte mücadelesine rağmen devam ediyor. Şirket- iktidar ortaklığı devletin himayesinde yaşamı yok etmeyi sürdürüyor.
Bu inatla sürdürülen saldırıların sonuçları yüzlerce yıl onarılsa da geri alınamayacak.
Yok olan türler yeniden oluşamayacak, yok olan orman ekosistemleri içindeki milyonlarca canlısı ile yeniden oluşması için asırlarca mücadele verecek. Tuzlanan (kimyasallarla doygunlaşan) topraklarda tarım yapılamayacak. Yöre halkı hastalıklarla savaşa savaşa yaşama yenilecek, geçimlik yaşamlarından, tarlasındaki üretiminden, hayvancılıktan koparılarak giderek yoksullaşacak, zehirli üretimlerin sonucunda gıda krizi ve sağlık krizi tüm yaşayanları hızla etkileyecek.
Uşak Eşme’de maden sahasının çevre çeperinde uzvu eksik doğan kuzular, Kütahya Dulkadir’de Eti Maden sahasının atık havuzu çöktüğünde doğal sisteme akan tonlarca ağır metalin etkisi ile (kanlarına karışan arsenik nedeniyle) acile kaldırılan zehirlenen işçiler, Çernobil faciası ile binlerce km ötede kanserden ölen insanlar, hayvanlar, Hiroşima’da kullanılan radyoaktif kimyasalların sonucunda günümüzde hala genetiği değişmiş doğan canlılar; yaşanmakta olan faciaların hiçbirimizden uzak olmadığını, yok edişin zaman ve mekan ötesine ulaşabildiğinin göstergeleri.
Bu yok edişler son günlerde herkesin görebildiği boyutta yaşanmaya devam ediyor. Her bir facianın ardındaki maden işletmeleri, siyasi iktidarın desteği ile yaşamı yok etmeye devam ediyor:
15 Aralık; 2021 Fatsa’da siyanürlü maden 5 yıldır bölgede binlerce ağacın olduğu orman ekosistemini yok etti, sondajlarla, yeraltı suyunu çekerek zemindeki çökmeleri hızlandırdı. Patlatılan dinamitler ve ağır iş makineleriyle milyonlarca ton taşı-toprağı kimyasallarla parçaladı.
Geçtiğimiz yılın başında madenin bulunduğu köylerden biri olan Yukarıtepe köyü alan genişletilmesi için boşaltılması için, zeminin kayması gerekçe gösterilerek, Yukarıtepe’de evlerde oturulamaz denilerek 27 meskene AFAD oturulamaz raporu verdi. Fatsalılar mücadele etti ve şirketin kapasite artışı için yaptığı başvuruyu ve ‘ÇED gerekli değildir’ kararını durdurmuşlardı ancak işletmenin yıllardır yaptığı müdahaleler sonucunda bugün bölgede kayma ve evlerde yıkım başladı.
Fatsa yıllardır ekoloji örgütleri ile birlikte bu saldırganlığa karşı mücadele yürütmesine rağmen saldırı devam etti.
13 Aralık 2021; Balıkesir’in Ayvalık ilçesine bağlı Karaayıt köyündeki demir madeninin atık döküm sahası geçen Pazar günü yaşanan yağışlar sonrası daha önce ocak ayında çöktüğü gibi bir kez daha çöktü. Dikili, Altınova ve Ayvalık’ın sularına karışan, (içlerinde ağır metallerin de bulunduğu) maden atık suları; bölgede tarım sulamasında kullanılan Madran Barajı’na ve akarsu havzasındaki tüm topraklara ve yeraltı sularına karıştı.
Yöre halkı, ekoloji örgütleri, muhtarlar, yerel yöneticiler maden şirketinin saha genişletme ve pasa döküm için mera ve ormanlık alanlarda 120-130 dönüm daha kullanmak için yaptığı başvurusunu 15 ekim 2019’da ÇED toplantısı yaptırmayarak net belirtmişti. Pandemi yasaklarının başladığı ilk gün alınan karar ile mera alanlarının Balıkesir İl Mera Komisyonu tarafından on sene önce Bilfer Madencilik’e devredildiği açıklanmıştı.
11 yıldır bölge madenin atık suları ile sürekli olarak zehirlenmekte.
19 Kasım 2021’de Giresun’a bağlı Şebinkarahisar ilçesinde Yıldızlar Holding’e bağlı Nesko Madencilik AŞ’ye ait maden ocaklarında kullanılan siyanür atıklarının depolandığı flotasyon tesislerindeki havuzlar patladı. Patlamayla birlikte tesisin çevresinde bulunan dereye karışan atıklar, derenin devamında bulunan Kılıçkaya Barajı’na ulaştı. Şebinkarahisar Yedikardeş Köyü Derneği konuyla ilgili açıklama yaparak, maden işletmelerinin bölgeye verdiği zarar için “Tüm flora, fauna zarar görmüş ve topraklarımız, bitki örtümüz ve sularımız zehirlenmiştir” diye açıklama yaptı.
Kelkit vadisinde yaşayan halklar yıllardır HES’lere (suyun ticarileştirilmesine), maden işletmelerine karşı mücadele yürütüyor, Ve yaşam Kelkit Havzası’nda yaşam zehirlenerek, halklar yoksullaşarak, suya erişemeyerek hızla yok oluyor.
Yaşam bizi birlikteliğe çağırıyor, haydi sistemi değiştirmeye, yeniden yaşamı örmeye, yan yana omuz omuza başarırız. Daha fazla beklemeyelim. Ne dersiniz?