HDP Dış İlişkiler Eşsözcüsü ve Diyarbakır Milletvekili Hişyar Özsoy ile Akdeniz’deki gerilimi konuştuk: Macron sadece Fransa adına değil Avrupa adına gerekirse daha militarist bir politika uygulayabileceğinin işaretlerini veriyor
Hüseyin Kalkan
Deyim yerindeyse bölge kaynıyor. Her gün Navtexler ilan ediliyor. Savaş gemileri Akdeniz ve Ege’de fink atıyor. Avrupa’dan Asya’ya kadar savaş çığlıkları yükseliyor. Bunlar üçüncü bir küresel savaşın ayak sesleri değil, bu savaşın ara muharebeleri. Üstelik bütün bunlar korkunç bir salgının dünyayı kasıp kavurduğu, insanların yakınları ile vedalaşma imkanı bulamadan cenazelerinin gömüldüğü günlerde oluyor. Milyar dolarlar savaş gemileri için ödenirken, insanlar yoğun bakımlarda boş yatak olmadığı için yaşamını yitiriyor.
Savaşın kara bulutları en çok bölgemizde toplanıyor. Bu savaşın bir aktörü de AKP-MHP iktidarı. İktidar Libya’dan Irak’a kadar müdahil olurken, salgın başkent Ankara’yı esir almış durumda. Bölgedeki bu gelişmeleri HDP Dış İlişkiler Eşsözcüsü ve Diyarbakır Milletvekili Hişyar Özsoy ile konuştuk. Özsoy, Türkiye’nin belli bir gücünün olduğunu, ancak bunu çok fazla abarttığı için hatalar yaptığını söylüyor, AKP-MHP ittifakının fetihçi politikaları ile alınacak bir yolun olmadığını belirtiyor. İki bölüm halinde yayınlayacağımız söyleşinin bu günkü bölümünde Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri ele aldık.
Doğu Akdeniz’de Türkiye ne yapmak istiyor? Oruç Reis’in Antalya limanına çekilmesi geri adım sayılır mı?
Türkiye Doğu Akdeniz masasında yer bulmaya çalışıyor. Navtex ilanları, sismik gemilerin gitmesi, askeri gemilerin bunlara eşlik etmesi, oradaki durumu militarize etmesi, bütün bunların hepsi müzakere masasına oturmak için Türkiye’nin başvurduğu taktikler. Yunanistan ise bu tür askeri tehdit durum varken, Oruç Reis araştırmalarına devam ederken müzakere yapmayacağım diyor. Almanya’nın, Amerika’nın müzakerelerin olması için baskıları söz konusu. Yine NATO’nun bazı girişimleri var. Oruç Reis, Antalya Limanı’na çekildikten sonra, Sakız Adası’nda yeniden Navtex ilanında iç politikada zorlayıcı oldu. Özellikle CHP yüklendi. ‘Siz neden taviz veriyorsunuz’ diye. Ardından hemen Sakız Adası’nda ilan edilen Navtex geldi. Fakat nihayetinde Türkiye müzakere masasına oturmak istiyor, bunu söylüyor. Yunanistan da oturmak istediğini söylüyor. Muhtemelen de oturacaklar. İlan edilen Navtexler geri alınacak. Gemilerini limanlarına çekecekler, oturup konuşacaklar. Dolayısı ile geri adım attı atmadı söylemi çok anlamlı değil. Müzakere yapmak istiyorsan geri adım atacaksın.
Eylül’ün 24-25’inde AB’nin toplantısı var. Türkiye’ye yaptırımlar ele alınacak. Bunun da Türkiye için belli bir caydırıcılığı söz konusu. İşler sarpa sarmadan, yaptırımlar uygulanmadan Türkiye, bir orta yol bulmak isteyecektir. Rasyonel olan budur. Nereye kadar zorlayacağını şu an test etmeye çalışıyor.
Avrupa Birliği Türkiye’ye yaptırım uygular mı?
Şimdiye kadar birçok mesele oldu uygulamadılar. Fakat Kıbrıs, sonuç olarak bir AB ülkesi, Yunanistan hakeza. AB’nin egemenlik hakları söz konusu. AB içindeki iç çelişkilerden dolayı şimdiye kadar Türkiye’ye yaptırım uygulanmadı. Fakat Türkiye gerilimi tırmandırırsa, Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya diğer AB ülkelerini zorlayarak yaptırım uygulama yoluna gidebilirler. Fakat AB yetkilileri, Türkiye, Almanya hata Macron mesele oraya gelmeden bir çözüm bulmaya çalışıyorlar. Sonuçta bulacaklar. Türkiye son 10 yıldır dış politika gündemlerini, iç politika için kullanıyor. Sürekli dışarda yaşadığı problemleri özellikle seçim dönemlerinde oy tahvil etmeye çalışıyor. Bu da dışarda gerilimlere yol açıyor. AB, Türkiye’de yaşanan iç sorunlarla ilgili, ağır insan hakları sorunları ile ilgili yaptırım uygulamadı. Ama Kıbrıs’ta durum başka. Kıbrıs Avrupa’nın egemenlik alanı içinde. AB içindeki büyük ülkeler yaptırım için bastırırsa yaptırım kararı da çıkabilir. Türkiye’nin tutumuna bağlı. Sıcak bir çatışmaya dönüşmemesi için, Almanya’nın, Amerika’nın ve NATO’nun bazı girişimleri var. En nihayetinde Türkiye ve Yunanistan NATO’nun iki gücü bunlar arasındaki çatışmayı kimse istemeyecektir.
Şöyle bir durum da var. Almanya’nın Türkiye ile yenilemek istediği bir mülteci anlaşması söz konusu. Bunu yenileyebilmesi için de Türkiye’yi Yunanistan ile masada tutması gerek. Merkel’in bu kadar çaba sarf etmesinin bir nedeni de budur. Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin stabil kalması, Avrupa’nın güvenlik ve göç politikaları için önemli. Dolayısı ile iki gücün büyük bir çatışmaya tutuşması kimsenin işine gelmez. Fakat diplomatik süreçlerin önünü açmak için bazı ufak tefek kazalar meydana gelebilir. Almanya’nın, Amerika’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin ve Rusya’nın ucunda olduğu bir çatışma durumu çok mümkün değil. İkincisi Türkiye askeri ve ekonomik bakımdan Yunanistan’dan daha güçlü bir ülke, fakat Akdeniz’de yaptığı hatalarla kendisini yalnızlaştırdı. Avrupa’yı kendisine karşı birleştirmeyi başardı. Libya’da Türkiye’ye yakın tutum alan Amerika, İtalya gibi ülkeler de Yunanistan yanında yer aldı. Bu da yetmezmiş gibi Birleşik Arap Emirlikleri Akdeniz’de Yunanistan’la tatbikat yapıyor. Mısır, İsrail ve hemen hemen bütün Arap ülkeleri Türkiye’nin karşısında pozisyon aldılar. Geniş bir koalisyon, şimdi diplomatik bir koalisyon, total bir savaş durumunda, bu güçlerde bu savaşın içinde bir şekilde yer alacaklardır. Dolayısıyla Türkiye’nin kazanabileceği bir savaş değil. Bir genel eğilim olarak Türkiye dış politikasında son 6-7 yıldır askeri gerilimi tırmandırarak masaya oturma taktiği izleniyor. Doğrusu belli oranda da başarılı oldu.
Bakın Suriye’de Türkiye masanın dışına tamamen itilmişti ama yaptığı de facto işgallerle, askeri müdahalelerle Suriye masasına oturmuş durumda. Hatta öyle bir oturmuş ki Suriye’deki halkların, başta Kürtler olmak üzere o masaya oturmaması için elinden geleni yapıyor. Yine Libya’da böyle bir durum yarattı. Şu an masaya oturmuş durumda. Doğu Akdeniz’de de benzer bir durum yaratabileceğini düşündü. Açıkçası hem Doğu Akdeniz’de hem Ortadoğu’da statüko dağılmış durumda, iktidar bunu böyle tahlil ediyor. Yeniden kurulunca hem askeri hem ekonomik bir güç olarak hem diplomatik bir güç olarak bölgede yer almak istiyor. Nasıl alacak? Askeri kapasitesini ortaya çıkararak, bunu dosta düşmana göstererek yapacağım gibi, gayet basit bir mantıkla hareket ediyor. Fakat yaptığı hatalar yüzünden hem Kuzey Afrika’da, hem Ortadoğu’da, hem Doğu Akdeniz’de diplomatik bir yalnızlığa sürüklenmiş durumda.
Hata yapmasa bile Türkiye’nin böyle bir politikayı hayata geçirebilecek kapasitesi var mı? Ekonomik ve askeri gücü var mı?
Türkiye’nin böyle bir savaşı, gerilimi götürecek gücü yok. Askeri açıdan Yunanistan kıyasla belli bir gücü olabilir. Ama Doğu Akdeniz meselesine müdahil olmuş uluslararası güçleri düşündüğünüz zaman, Türkiye askeri gücü devde kulak kalır. Dediğim gibi Türkiye askeri gücünü abartıyor. Fakat Türkiye’nin ekonomik kapasitesi, askeri kapasitesi böyle bir savaşı kaldırabilecek durumda değil. Doğrusu Türkiye’nin savaşmak istediği de kesin değil. Türkiye tabiki savaşmak istemiyor. Bunları fetihçi mantıkla söylüyorlar ama, biraz rasyonel olarak baktığınız zaman-kendi çıkarlarına rasyonel olarak bakan bir ülke olarak- Ortadoğu’ya baktığınız zaman birinci ve ikinci dünya savaşları sonrası ortaya çıkan statüko darmadağınık olmuş durumda, kurulan ulus devletler toplumların ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda, yeni bir denge durumu ve statüko bir şekilde oluşacak.
Türkiye’yi yönetenler bunu görüyor ve masada olmak istiyor, bunun için de askeri olarak kendini olduğundan büyük göstermeye çalışıyor. Mümkün olduğu kadar askeri sanayini geliştirip bölge çapında silah da ihraç etmek istiyor. İHA’lardan, SİHA’lardan bahsediyorum burada ve bu çerçevede yeni bir statüko kurulurken Türkiye bir yerlere oturmak istiyor. Daha önce bunu Ahmet Davutoğlu’nun geliştirdiği Stratejik Derinlik konsepti üzerinde yapıyorlardı. Stratejik Derinlik dedikleri Osmanlı’nın denetiminde olan halklarla ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkileri geliştirmek istiyorlardı. Düzen kurucu bir güç olmayı biliyorsun, bu iflas etti. Davutoğlu’nun ne hale düştüğünü gördük. Bu Osmanlıcılığın yaratığı tahribatı yaşıyoruz. 2015’ten bu yana ise yanına birçok da İttihatçı paşa aldı. Yanında Enver-Talat paşalar var. Devlet Bahçeli’den tut Doğu Perinçek’e kadar. Doğu Perinçek, Süleyman Soylu, Hulusi Akar, Mehmet Ağar’a kadar.
Bizim gördüğümüz bu ittifak, Neo-Osmanlıcılık ve İttihatçılığın melezleşmesi dir. Bunun ideolojisi olarak hem içerde hem dışarda fetihi önlerine koydular. Bundan kastım mesela Kürtlere yönelik saldırılar, belediyelere yönelik saldırılar, Kürtçe tabelaların yasaklanması, Ayasofya’nın camii yapılması. Yani 500 yıldır bu memleketi fethedemediler, tekrar tekrar bu ruhla fethetmeye çalışıyorlar.
Son 5 yılda aynı fetihçiliği dışarda da yapmaya çalışıyorlar. Irak’ta, Suriye’de Misak-i Milli iddia ediyorlar. Libya zaten Osmanlı toprağı idi diyorlar, Doğu Akdeniz Osmanlı gölüydü diyorlar. İç düşman söylemi 2019 yerel seçimleri ile birlikte tuzla buz oldu. İşe yarmadığı görüldü. Şimdi dış düşman ya da dış düşmanlara ihtiyaç var. Önümüzdeki dönem bu söylemin esas olduğuna tanık olacağız. Amerika bize düşman, Avrupa bize düşman, İsrail bize düşman denildiği bir döneme girdik. Bunu bir süre daha sürdürecekler. Açıkçası bu hem AKP-MHP tabanını konsolide ediyor hem muhalefeti peşine takıyor. Mesela Doğu Akdeniz’de durum Türkiye için iyi değil. Amerika dahil herkesi karşısına aldı. Ama içerde öyle değil CHP ve İYİ Parti de dahil olmak üzere bütün muhalefet iktidarın peşine takıldı. Dış meseleleri içerdeki tabanını bir arada tutmak için kullanacak gibi görünüyor. Kullanıyor.
Libya’ya gelmek istiyorum. Bu saatten sonra Türkiye’nin Libya’da bir şey kazanma şansı var mı?
Türkiye’nin Libya’da taktik ve stratejik birtakım hesapları var. Taktik açıdan Türkiye istediğini elde etti. Bundan kastım şu. Meclis’te bu tezkereler görüşülürken hükümetin söylemi ‘gideceğiz tekrar oralları fethedeceğiz’ değildi. Orada Hafter’in Sarraj’ı düşürmesini engelleriz, bir ateşkese gidilir görüşmelerin önünü açılır ve Libya’da aktörlerde biri oluruz diye düşündüler. Bunu yaptılar kısmen. Burada da şundan çok faydalandılar. Hem Suriye hem Libya açısından söylüyorum bunu Batı Libya ve Suriye’ye girdi ve çıktı. Kocaman bir bataklığa saplandıklarını gördükleri için mümkün olduğu kadar erken çıkmaya çalışıyorlar. Bunlar çıkarken, müttefiklerinden birisini oraya koymak isteyeceklerdi. Doğu Akdeniz’de, Kuzey Afrika’da, Ortadoğu’dan çıkarken oralarda bir vasi bırakmak istediler. Rusya’yı dengelemek için. Türkiye en nihayet bir NATO ülkesi. NATO ile sorunlu gibi görünüyor, ama NATO’dan birçok destekler alıyor. Batı buralarda çekilirken, Türkiye’yi buralara monte etmeye çalışıyor. Bölgesel güç olarak.
Fakat şöyle bir şeyi düşünmek lazım. Türkiye, Suriye’ye girdi, bir çıkış strateji var mı kimse bilmiyor. Libya’ya girdiniz, oralara biraz tutundunuz, askeri anlamda biraz Sarraj mevzi kazandı, Hafter geriledi ama en az 20-30 yıl oralarda kalacak gibi görünüyor. Bunun yaratığı maddi külfet, bunun yaratığı diplomatik külfet o kadar büyük ki, Türkiye’nin altından kalkması mümkün değil. Türkiye’nin hevesleri aslında bölgesel emperyal bir güç olma. Bunu da her ne kadar NATO karşıtı gibi görünse de onlarla koordineli bir şekilde yapıyor. Benim kabaca argümanım bu. NATO’da Türkiye’yi Rusya’ya, İran’a karşı kullanabiliriz eğilimi var. Sıkıntı şu ki Türkiye, Batı’nın müttefiki olan kesimlerle de sorun yaşıyor. İşte Kıbrıs’la, Yunanistan’la, İsrail’le, Mısır’la. Eğer beklentileri bu askeri hareketlerle bölgede büyük kazançlar elde etmekse, oturup Ortadoğu tarihine baksınlar. Ortadoğu’ya asker olarak müdahil olup da kazanan tek bir güç yok. Amerika gibi bir süper güç, trilyonlar harcadığı halde başarılı olmadı. Batının iflas ettiği bir coğrafyada Türkiye’nin bu kadar düşmana rağmen bir kazınım elde etmesi mümkün değil.Türkiye emperyal bir güç olmak istiyor
YARIN: Suriye’de Kürtlersiz olmuyor