Macaristan’da Viktor Orban, dördüncü kez seçimleri kazanıp, beşinci kez başbakanlık koltuğuna oturmaya hak kazanınca, başta Brüksel ve Ankara olmak üzere neredeyse tüm dünyada ilgi odağı oldu. Nitekim seçim sonucunun anlam ve önemiyle ilgili epeyce çok analiz okuyor ve dinliyoruz.
Öncelikle ne kadar benziyor olsalar da, Türkiye ile Macaristan ayrı ülkeler ve Orban’ın zaferi Erdoğan’a moral vermiş olsa da, onun seçim zaferini garantilemiyor. Ancak Cumhur İttifakı’nı yenip, iktidara gelmek üzere olduklarını düşünen Millet İttifakı’nda Orban’ın seçim zaferi alarm zillerini çaldırsa -kendileri için- hayırlı olur.
Başka konular -zaten o konuların uzmanları bol bol yazıp konuşuyor- bir yana, ben konuya medya açısından yaklaşmak istiyorum. Aynen Macaristan’da olduğu gibi, medyanın ezici çoğunluğu burada da AKP-MHP iktidarının elinde. Söz konusu devlet medyası, muhalefetin adını sadece onu karalamak ve hatta ona küfretmek için ağzına alıyor. Bu nedenle iktidar yanlısı kitle başka partilerin ne dediklerinden habersiz. Örneğin 6 partinin -güçlendirilmiş parlamenter demokrasi için- bir araya geldiğinden bile haberi yok.
Ancak bu kadarı bile yetersiz görülüyor olmalı ki, Erdoğan partinin genel başkanı olarak muhalefeti eleştirdiğinde -nazik bir şekilde eleştiri dedik ama dozajına bakınca bazen hakaret ya da küfür olarak da nitelenebilir- muhalefet liderleri, ona karşılık veriyor ama bu karşılık, kendilerine cumhurbaşkanına hakaret davaları olarak geri dönüyor. Hatta kolaylıkla ve büyük miktarlarda ödenen tazminat davaları olarak…
Bu durumda, Erdoğan’ı seçimlerde yenip, iktidara gelmek isteyen muhalefet partileri, her gün halkın içine karışıp, onların dertlerini dinleyip, çözüm yollarını bizzat anlatmalı. Sadece bunu yapan İYİ Parti, geldiği yeri unutturup, merkez sağda kalıcı bir parti olma görünümünde. CHP de, eskiye oranla daha fazla, halkın dertlerini dinlemek için sahaya indi ve inmeye devam ediyor. Peki yeter mi?
Günde birkaç yüz kişiyle yüz yüze konuşabilirsiniz. Bunu binlere, milyonlara taşımak için medyaya ihtiyacınız var. Bugün ciddi bir reytinge ulaşan Halk TV’nin bırakın başlangıç yıllarını, bugünlerde bile ciddi bir yönetim sorunu var. Havuz medyasının işsiz bıraktığı binlerce basın emekçisinden Halk TV’nin yeterince yararlandığı söylenebilir mi? Bu alanda sayılabilecek KRT ya da Tele 1’in ise kapsayıcılığı tartışılır.
Ya Cumhuriyet gazetesine ne demeli? Cumhuriyet’in kuruluşuyla yaşıt ve CHP’nin yayın organı olarak kurulmuş olan bu gazetenin tirajının 20 binlere kadar düşmesi bir yana, yayın çizgilerine bakılırsa, gazeteyi yöneten vakıf üyelerinin CHP’ye oy vereceğinin bile garantisi yok. Düşünün TRT’nin programlarını yayınlarken, -tepki üzerine bir ara yayınladıkları- Halk TV’nin program akışını yine yayınlamıyorlar.
İktidar yerini muhalefete bırakmamak için zaten ele geçirdiği kurumların üstüne seçim kanunu dahil birçok tahkimat yaptı ve daha da yapacağa benzer. Muhalefetin iktidara gelme konusunda ciddiyetini göstermek için atacağı adımlardan biri -elbette- seçim güvenliği için yapacağı ciddi ve kitlesel hazırlıktır ama kendini daha geniş kitlelere anlatma için medyasını güçlendirmesi kaçınılmaz diğer adımdır.
İYİ Parti’nin hedeflediği oy oranı için kendi Yeniçağ gazetesi ve CHP’nin kendisine bol bol yararlandırdığı Halk TV yayınları yeterlidir. Ancak Millet İttifakı’nın lokomotifi CHP’nin oy oranını artırıp, iktidara gelebilmesi için medyasını büyütmesi en birinci zorunluluklardan biridir. Yeni televizyon kanalları kurmak mı olur, yoksa Cumhuriyet gazetesini CHP’nin çizgisine çekmek mi olur, yoksa başka gazete kurmak mı olur; artık orası kendilerinin bileceği bir şey ama medyasız olmaz, olmaz, olmaz…