Bir yıl önce, depremin hemen ardından Pazarcık’ta kurulan dayanışma merkezi arı kovanı gibi çalışıyordu. Felaketin boyutlarını hemen algılayarak hazırlık yapan gönüllüler birçok yerde kurdukları dayanışma merkezleriyle devlet kurumları daha yerlerinden kıpırdamadan halkın yanında yer aldılar. Gelen yardım malzemeleri tırlardan özenle boşaltılıp tasnif ediliyor, sabahın ilk ışıklarıyla hareket eden küçük araçlar talep gelen köylere ihtiyaçları ulaştırıyordu. Biz de gezici sağlık ekibi aracı yaptığımız karavanla köyleri dolaşıyor, gönüllü hekimlerle yaralara merhem olmaya çalışıyorduk.
Tam 10 gün ortalarda göremediğimiz devlet, kaymakam olduğunu söyleyen göbekli bir adam ve beraberindeki askeri birlikle gelip Hasan Koca Köy Evi’ndeki dayanışma merkezine el koydu. Gönüllüler, başka dayanışma yerlerine doğru yola koyulurken de Kaymakam’ın ilk icraatını görme şansını yakaladılar. Askerler boşaltılmayı bekleyen bir tırın dorsesini kaldırarak kum yığar gibi bütün malzemeleri bahçeye döktü. Parçalanan kolilerden yere saçılan gıda maddeleri hepimizin içini sızlatmıştı.
Aradan geçen bir yıl sürede Antakya’da devletin neler yapıp yapmadığını görmek ise daha da yürek burkucuydu. Tam bir terk edilmişliğin hakim olduğu Antakya’da bir yılda devlet, yıkılan binaların enkazını, o da özensiz bir şekilde kaldırıp Milleyha Kuş Cenneti’ne dökmüş! Şebeke suyundan kanalizasyon sistemine, yollara ve ulaşıma kadar her şey sanki deprem yeni yaşanmış gibi. Hatay, çadır ve konteyner alanları dâhil sefalet ve çamur içinde. Yaza doğru da çamurun yerini toz bulutunun alacağı kesin. Halk yerini yurdunu terk etmemiş ama yaşam koşulları onları adeta göçe zorluyor. Özellikle yaşlıların, engellilerin ve çocukların bakımını üstlenen kadınlar, koşulların zorluğunu en çok yaşayanlar olmuş. Sabır ve inatla çalışmalarını sürdüren dayanışmaların ve derneklerin olanakları ise az sayıda insana ve çocuklara hizmet sağlayabiliyor.
Bu durum 6 Şubat günü sabaha karşı 04.17’de yapılan anma etkinliğinde öfke olup dillerden döküldü. Halkın yardıma ihtiyacı olduğu anlarda ortalarda görülmeyen devlet, böyle durumlarda sahneye çıkmakta gecikmiyor! Bu kez polisin görevi, acılı ve öfkeli halkın resmi anma töreninin yapıldığı alana geçişine engel olmaktı. Kurulan barikatlar kısa sürede darmadağın oldu. Böylece “Unutmak Yok-Affetmek Yok-Helalleşmek Yok!” seslerini duymak istemeyen kulaklar da duydu…
Deprem kendisini unutturmayacak elbet ama Hatay halklarının yapılmayanları affetmesi ve sorumlularla helalleşmesi kesinlikle mümkün değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kendisine biat etmeyenlere hizmet verilmediği, oy vermeyenlerin “garip, mahsur” bırakıldığı şeklindeki itirafından sonra tepkiler “celladımıza oy vermeyiz” şeklinde dillerden dökülüyor! Antakyalılar, yıkılan evlerinin ‘rezerv alanı’ gibi oyunlarla yeniden sahiplerine fahiş fiyatla satılmak istendiğinin de farkındalar. Dolayısıyla seslerini duymayanlara öfkeleri büyük. Devletin ve yerel yönetimlerin kendilerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri gerektiğinin bilincinde, hukuki süreçlerle haklarını aramaya da kararlılar.
Şehir merkezi, Gazze’yi anımsatan görüntüsüyle koca bir boşluk bırakıyor insanın içine. Sanki bir yıl değil bir hafta olmuş gibi. Hasarlı ama ayakta kalmış binalar, gün batımıyla karanlığa gömülüyor. Günün ilk ışıklarıyla birlikte yıkılan binaların yarattığı boşluklarda yaşanmışlıkların izlerini buluyorsunuz. Her şeye tanıklık etmiş ve inatla ayakta kalmış bir turunç ağacı veya yeni doğum yapmış bir sokak köpeğinin yavrularına sarılışı umutlandırıyor insanı…
Harbiye ilçesinde yoğun olan Arap Alevi ve Hıristiyan halk, Suriyeli göçmenlere karşı değil ama bölgeye özellikle yerleştirilen cihatçılardan Maraş katliamının anımsattıklarıyla endişeli bir bekleyiş içinde. Devletin çabası ise yeniden canlandırılabilecek kent yaşamının izlerini, halkın hafızasını taşıyan bu boşlukları hiçliğe indirgeyerek kendi suçlarını örtmeye yönelik sadece. Çadır ve konteynır barınma alanlarını “çadır-kent”, “konteynır-kent” diye isimlendirmesi de bundan. Buralara “kent” demeyiniz diye uyarıyor şehir plancısı mimar arkadaşlar. İktidar orada barınmak zorunda kalan insanlara getirdiği fotoğraf çekme, gazetecilerle konuşma yasakları gibi kısıtlamalarla ve her an atılabilecekleri korkusunu canlı tutarak, sadaka mantığıyla adeta lütfediyor! Kent deyince de TOKİ binalarından ibaret bir beton yığını algıladığı ortada. Hatta Müslüman, Hıristiyan, Alevi, Yahudi, Arap, Kürt, Türk halklarıyla bu çok kültürlü kadim Antakya’yı tekleştirmek için depremi neredeyse tanrının lütfu sayıyor!
Antakyalılar bu duyguya “Terk etmiyoruz, buradayız” anlamına gelen, Arapça “Ma Rıhna Nihna Hon!” sloganıyla direniyor. Dayanışmaya ve bu amaçla zor koşullarda hizmet sunmaya çalışan gönüllü derneklerin desteğe ihtiyaçları var. Bu dayanışma sağlanırsa belki uzun zaman alacak ama Antakya kendi gücüyle yeniden ayağa kalkacak ve özgün kültürüne kavuşacaktır. Bu umutla ve yüreklerimizi, dışardan gelenlerle her şeyini paylaşan güzel insanların sıcak kucaklamalarında bırakarak geri dönüyoruz…
“Ma rıhna nihna hon!”