Ortadoğu’da, silah seslerinin duyulmadığı tek bir gün yok. Dinler, uluslar, gruplar, mezhepler çatışıyor, bölgenin iktidar güçleri arasındaki kavgalar dinmiyor. Her gün başka bir bölgede bombalar patlıyor. Uluslararası farklı güçlerden vekil tayin edilenlerine kadar birçok aktörün dahil olduğu bir savaş gerçeği var.
İlan edilen iki aylık “ateşkes” kararıyla Lübnan’a yağan bombaların hiç değilse bir süreliğine dineceği düşünülürken, bu defa IŞİD türevi Cihatçılar Halep’e doğru saldırıya geçti. Böylece Ortadoğu’nun nefes borusu halindeki küçük Rojava’nın da etki alanında olduğu “yeni” bir savaş perdesi açıldı.
Zira içeride, içeriği izah edilmeyen “barış” söylemine eşlik eden kayyımlar, demokratik siyaset alanına yönelik gözaltı ve tutuklama “operasyonları” sürerken, dışarıda Rojava’ya yönelik hesapların hep masada olduğu bir zamandan geçiyoruz.
“Ateşkes” ilanından hemen sonrasına denk getirilmiş olan Suriye’ye “yeni sefer” tesadüf olmasa gerek. Kim neden kaygılandı, kimler yeni gelişmeleri hangi hesaplara uyarlama telaşına kapıldı bilmiyoruz. ABD’nin bu gelişmedeki rolü nedir? Rusya ne düşündü, Türkiye ne hesap yaptı bilinmiyor!
Esad’ın üzerine cihatçı örgütlerin salınması hangi bölgesel güçlerin hesabı, bunlar şimdilik tam olarak bilinmese de bu gelişmenin bölgede hesabı olan bölgesel ve uluslararası güçlerin hesabından bağımsız olmadığı düşünülebilir.
İsrail’in, Siyonist Başbakanı Netanyahu yönetiminin kana doymadığı, iki aylık “ateşkes”i bir nefes alma; döktüğü kanı sindirme, güçlerini reorganize etme ve bu süre içindeki yeni gelişmeleri de arkasına alarak İran, Suriye ve diğer alanlara ilişkin hesaplarını realize etme hesabı içinde olduğu bilinmez bir durum değil.
ABD’nin, elbette İngiltere ve diğer Batılı emperyalist güçlerin İsrail eliyle bölgede sürdürdüğü yıkım ve yeniden organize hesabının burada kalmayacağı da açıkça ifade ediliyor. Körfez, yeni dönemin ana üssü olacak gibi. Yemen’deki Husilerden, (Ensarullah) Irak’ta, Suriye’de konumlanmış Haşdi Şabi’ye, oradan Pakistan’a kadar uzanan Şii milis güçler üzerinden İran’ın daha da sıkıştırılacağı belli.
Zira İran’ın İsrail saldırılarına “kontrollü” karşı vererek melaneti savma hesaplarına rağmen Molla rejimini hizaya getirme hesabından vazgeçilmedi. Süleymani’den Reisi’ye uzanan suikast ve bertaraf etme süreci işliyor. İran’ın, “ılımlı” bir Cumhurbaşkanı olarak Pezeşkiyan ile yeni dönemi karşılama çabası da onları rahatlatmadı. İçeride karşı karşıya olduğu çoklu sorunların bilincinde olan Molla rejiminin giderek daha da zorlanacağı görülüyor. Hedef tahtasındaki diğer ülke ise Suriye.
Yukarıda da belirtildiği gibi iki aylık “ateşkes” süreci, sadece Lübnan İsrail ilişkilerinin, Filistin sorununun geleceğine dair hesapların görüleceği bir süreç değil. Bölgeyi boydan boya ele alarak ve uluslararası boyutuyla değerlendirmek istedikleri bir süreç söz konusu. Ukrayna’da savaş nükleer savaş tehditleri eşliğinde sürerken, önümüzdeki ayların her günü ve anı, şiddet yüklü olarak Ortadoğu’nun kaderini belirleyecek planların yapıldığı bir süreç olarak işletilecek.
Zira emperyal güçlerin masasında yeni sınırlardan, yeraltı kaynaklarının denetimi sorununa, deniz yollarından ticaret ve enerji yollarına kadar uzanan birçok konu var ve bu çabalarını her aracı mubah görerek sürdürecekler.
Dolayısıyla her yeni gelişmeyi, Ortadoğu başta olmak üzere onu da aşan, Körfez’den Akdeniz’i, Avrupa’dan Amerika’yı, oradan Uzak Asya’yı kapsamı içinde değerlendiren bir sürecin unsurları, hamleleri olarak değerlendirmemek için bir neden yok.
Suriye, yeniden Sünni selefi-cihatçı örgütlerin hedefindeyse başlatılmış bu “yeni” savaş da önümüzdeki sürecin planlandığı masadaki hesaptan bağımsız düşünülemez. Eski El Nusra, El Kaide, şimdilerde HTŞ ve ‘Suriye Ulusal Ordusu’ ya da eski adıyla ÖSO’nun Halep’in kırsalındaki ondan fazla köyü ele geçirdiği ve karşılıklı çatışmalarda yüz otuz kadar ölüden söz ediliyor.
Suriye, İsrail tarafından bombardıman altındayken ve İran “yılanın başı” olarak hedef gösterilirken Suriye sınırları içinde konumlanmış Sünni-cihatçı örgütlerin bir anda hareketlenmesi/hareketlendirilmesi Türkiye, İran, Irak, Suriye eksenindeki hesaplardan ve Kürtlerin özelikle de Rojava’nın geleceğine ilişkin hesaplardan bağımsız düşünülemez.
BM, dolayısıyla Rusya, ABD ve aynı zamanda Türkiye’nin “terör örgütleri” olarak kabul ettiği söz konusu cihatçı örgütlerin hamlelerinde başarılı olmaları olası mı, HTŞ veya ÖSO yeniden 2019’daki alanları ele geçirebilir mi, Suriye yönetimi zor durumda olsa da cihatçılar M5 karayolunda 2017’deki gibi yeniden hakimiyet kurabilir mi, Halep ele geçirilerek, namaz kılınmak istenen Halep camilerinin kapısı açılır mı, bu ve daha birçok soru var. Görünen o ki uluslararası politik hesapların geleceği Ortadoğu halklarının kanı ve kaderi üzerinden görülüyor.
Bunun, cihatçıların bir intihar girişimi mi, arkasında farklı güçlerin olduğu bir yeni hesap mı, vekalet hesabı mı, hızla bir pazarlık masası kurma hamlesi mi, bunları da önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Cihatçı örgütleri hedeflerini bertaraf etmek için kullanmakta beis görmemiş ABD ve emperyalist güçler gerçeği unutulmamalı. Ancak bölge otoriter rejimlerinin iktidarlarını sürdürmek için her türlü hesabın unsuru olacağı da gözden kaçırılmamalı.
Ancak önümüzdeki süreç bölge halklarının, demokratik güçlerin tutumunun daha da önem kazandığı bir süreç de olacak. Bu karmaşık günler, halkların, bölge işçi ve emekçilerinin eli kolu bağlı halde bekleyecekleri bir süreç olmamalıdır. Türkiye’de iktidarın içeride ve dışarıda oldukça sıkıştığı, ekonomik, siyasi çıkmazlarının derinleştiği bu koşullarda içeride ezilen halkların ve emekçi birliğini güçlendirmek, bölgede halkların dayanışmasını ve savaşa karşı mücadelesini büyütmek daha da önem kazanıyor.
Kuzey-Doğu Suriye’nin kaderi ve geleceği bu açıdan değerlendirilmelidir. İktidarın hedefindeki Rojava halklarıyla dayanışma içinde olmak aynı zamanda bölgedeki despot iktidarların ve uluslararası emperyalist güçlerinin hesaplarını bozmak bakımından da önemli.