Lozan Barış Konferansı, 11 Kasım 1922 yılında görüşmelerine başlanmış ve 24 Temmuz 1923 yılında imza altına alınarak Lozan Anlaşması şeklini almıştır. Bu anlaşma TBMM tarafından 23 Ağustos 1923 tarihinde onaylanarak kabul edilmiştir.
Lozan görüşmelerine TBMM Hükümetini temsilen Dış İşleri Bakanı ve delegasyon başkanı olarak İsmet Paşa (İnönü), Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur Bey ve Maliye Bakanı Hasan Bey (Saka) katılmış ve resmi görüşmeler ile anlaşmaya bu kişiler imza atmışlardır. Lozan Barış Konferansı’nın resmi görüşmelerine Kürtleri temsilen hiç kimse dahil edilmemiştir. Kürtler, Müslüman olarak haklarının güvencede olduğunu, Misakı-Milli’nin kendilerini de kapsadığını ve 1921 Anayasası’nın muhtariyet içerdiğini bilerek hareket etmiş, ancak yanılmışlardır. Elbette bazı görüşmeler yapmışlardır. Ancak bu görüşmeler resmi ortamlara taşınmamıştır. Bu durum Lozan Barış Konferansı’nda TBMM hükümeti ile İngiltere ve Fransa arasında zımni bir ön kabul ve anlaşma olduğunu da göstermektedir. Lozan Barış Konferansı’nda Osmanlı padişahının etkisini azaltmak için 1 Kasım 1922 tarihinde TBMM tarafından Saltanat kaldırılmıştır. Lozan Anlaşması’nda verilen tavizler ve Kürtlerin haklarının olmaması nedeni ile sorun çıkmaması için TBMM seçimleri yenilenmiş ve 28 Haziran 1923 tarihinde 2. Dönem milletvekili genel seçimleri yapılmıştır. Bu seçimlerde iktidarda olan ve Mustafa Kemal’in desteklediği Müdafa’i Hukuk Grubu mutlak olarak kazanmış, sadece bir vekil muhalif olarak seçilmiştir. Böylece Lozan güvence altına alınmıştır.
Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal ve arkadaşları Türk ulusçuluğuna dayalı bir ulus devlet kurmuşlardı. Ancak bunu yaparken asimilasyonu esas almışlardı. Esasen bu politika İttihat ve Terakki’nin uyguladığı politikalara uygun bir politika idi. Bu nedenle de daha Cumhuriyetin kuruluşunda resmi ideolojiyi benimsemişlerdi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 100 yıldır resmi ideolojide ısrar ederek her türlü gelişmenin önünü tıkamaktadır. Bu konuda söylenebilecek çok şey var ancak okurlarımızın konuyla ilgili saygıdeğer kişilerin makale ve kitaplarını okumalarını tavsiye ederim.
Lozan sürecinden çıkarılacak ilk ders, bu devlet resmi ideolojiden vazgeçmediği sürece ve resmi ideolojiyi benimsemiş siyasal partiler var olduğu sürece bunlara şüphe ile yaklaşılması gerektiğidir. Mayıs 2023 seçim süreci, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bu tarihsel dersi yeterince dikkate almadığını göstermiştir.
Lozan’da Kürtlerin inkar edilmiş olması Kürtlerin halk olarak tarihsel, sosyolojik, coğrafik, hukuki, ekonomik, kültürel ve insani bakımdan haklarının olmadığı sonucu asla çıkarılamaz. 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM açıldığındaki Kürtlerin statüsü ile Kürtlerin muhtariyetini içeren 1921 Anayasası’ndaki hakları halen geçerli haklardır. Misakı Milli, Müslüman halkın bölünmezliği kuralı üzerinden kabul edilmiştir. Tarihsel olarak da insan hakları bağlamında da Kürtlerin halk olarak kendi geleceğini belirleme hakkı bulunmaktadır. Dolayısıyla demokratik özerklik Kürtler bakımından statülerinin tanınması açısından en alt çıta olarak değerlendirilebilir.
Lozan’da Kürtlerin haklarının açık bir şekilde belirtilmemiş olmasına karşı azınlık hakları bölümünde 38 ve 39.maddelerdeki haklar Kürtler bakımından da geçerli haklardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 100 yıldır bu hakları kullandırmamasının hukuki sonuçlarının olması gerekir. İmzacı devletler bakımından da hukuki haklar ileri sürülebilir. Bu nedenle etkili her türlü hukuk yoluna başvurulabilir. Lozan Anlaşması’nın sona erip ermediği ile ilgili tartışmalarda uluslararası teamül hukuku ile Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’ndeki kurallara bakmak gerekir.
Lozan’da, TBMM hükümetinin çok fazla taviz verdiği yıllardır eleştirilmektedir. Esasında bu tavizlerin Kürtlerin statüsünün düzenlenmemesine karşılık olarak verildiğini söyleyebilirim. Yıllardır bu kadar çok taviz verildiğini söyleyenler niçin Kürtlerin statüsü ile ilgili hiçbir söz söylememektedir? Esasen bu durum TBMM hükümeti ile İngiltere ve Fransa arasındaki zımni anlaşmanın ne kadar güçlü olduğunu ve halen devam ettiğini göstermektedir.
Lozan’da Kürtlerin statüsünün düzenlenmemiş olmasının Türkiye’ye ekonomik maliyeti bir bütün olarak hesaplanmamıştır. Ancak DPI için araştırma yapan sayın İzzet Akyol son 40 yıllık çatışmanın maliyetini (2022 yılı itibari ile) yaklaşık 4 trilyon dolar civarında olduğunu tespit etmiştir. Ekonomik krizi en derinden yaşadığımız şu günlerde son 8 yıllık silahlı çatışma döneminin ağır ekonomik maliyetinin sonuçları ile acı bir şekilde yüzleşmekteyiz. 14 Mayıs 2023 ve 18 Mayıs 2023 seçimlerinde devlet aklı ne yapıp edip resmi ideolojiyi devam ettirmek için Cumhur İttifakı’nda karar kılmıştır. Bu ittifak da Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yollarla çözüme kavuşturup ekonomik krizi hafifletmek yerine güvenlikçi/çatışmacı eski politikalarla devam kararı almış, ekonomik krizin faturasını ağır zamlarla yoksul halkın ve emekçilerin sırtına yüklemiştir. Kürt sorunu çözülmediği sürece Türkiye’nin ekonomik refaha kavuşmasının mümkün olmadığı bir kere daha görülmüştür.
Lozan Barış Konferansı’nın gerçekleştirildiği tarihsel dönemdeki dünya koşulları farklı idi. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye gibi ulus devlet yapısına sahip olan büyük devletler demokratik değişim ve dönüşüm sürecine girdiler. Gerçek manada temel sorunlarının çözümü için çatışma çözüm süreçleri gerçekleştirdiler. Bu devletlere İspanya, Fransa, İtalya, İngiltere, Güney Afrika ve son olarak Kolombiya’yı örnek verebiliriz. Ne gariptir ki Lozan Barış Konferansı’nda Kürtlerin statüsünün düzenlenmemesi konusunda TBMM Hükümeti ile zımni olarak anlaşan İngiltere ve Fransa kendi topraklarında yaşayan halkların topluluk haklarını demokratik süreçleri işleterek çözüm sürecine koymuştur. Belirli seviyede bu halkların statülerini tanımıştır. Ancak Türkiye’nin hala resmi ideolojide ısrar etmesi ve buna yanaşmaması her bakımdan aleyhte sonuçlar yaratmaktadır. Türkiye’nin artık bu politikadan vazgeçmesi ve en temel sorunu olan Kürt sorununda demokratik ve barışçıl çözüme kapı açması gerekmektedir.
Bizlere düşen görev Türkiye’de yeni bir barış sürecinin inşa edilmesini sağlamaktır. Türkiye barışını yakalamadan, demokratikleşemez. Lozan’dan dersler çıkarmak ve aynı hataları tekrar etmemek gerekir. İktidarda kim olursa olsun karşımızda bir devlet partisi olduğu unutulmalıdır. O halde yapılması gereken şey “kiminle savaşıyorsan onunla barışacaksın” kuralı gereği iktidardaki Cumhur İttifakı’nı ve bilumum resmi ideolojiden beslenen siyasal sistemi yeni bir barış sürecine mecbur bırakacak demokratik mücadeleyi yükseltmektir.