Öncelikle 2 yıl öncesine gidip bazı gelişmeleri hatırlatmamız gerekiyor. Türkiye’de para politikaları ve doğa yağması son dönem Londra’da şekillendiğini söylemek gerekiyor. 2018 baharında Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın İngiltere’ye yaptığı ziyarette Londra’da 3 gün kalması dikkat çekmişti. Dış borçların ödenebilmesi ve vadesi gelmiş borçların ertelenebilmesi için uluslararası sermaye fonlarıyla görüşmeler yapıldığı basına yansımıştı. Ardından Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya da Londra’da uzun süre kalmışlar ve bazı anlaşmalara imza atmışlardı.
Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği Ticaret Müşaviri Aytuğ Göksu ziyaretler sonrası yaptığı açıklamada, “İngiltere tarafından yapılan önemli doğrudan yatırım işlemlerinin gıda, ticaret, gayrimenkul, kimya ve madencilik gibi farklı sektörler kanalıyla gerçekleşmesi, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik işbirliğinin derinliği ve çeşitliliğinin altını çizmektedir” ifadelerini kullanmıştı. Londra’daki görüşmelerle parelel Türkiye’de maden havzalarının bütünleşik kullanımı (maden olduğu belirlenen vadiler ‘Maden Bölgesi’ olarak belirlendi) gibi bir takım adımlar hızla atılmaya başlandı.
Yine o günlerde Enerji Bakanı Albayrak yaptığı bir açıklamada, ‘Türkiye’nin Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama Komisyonu’ (UMREK) ile madenlerde yeni bir döneme girildiğini belirterek, “Uluslararası Maden Rezervleri Raporlama Standartları Komisyonu (CRIRSCO) üyeliğiyle beraber, maden sahalarımızda yapılan arama ve işletme faaliyetlerine ait sondaj, analiz, test ve her türlü çalışma verisi artık uluslararası standartlarda ve tüm dünyada geçerli UMREK kodu ile raporlanacak. Şimdi madenlerde ‘Türkiye vakti’ diyoruz. Türkiye’de yatırım yapan hiçbir yatırımcı kaybetmedi, istiyoruzki madencilik alanında da yatırımcılar girsin, kazansın” diye belirtmiişti.
Enerji üretiminde arz fazlasının ortaya çıkmasıyla birlikte iktidar yüzünü tamamen maden sahalarına çevirdi. Geçtiğimiz eylül ayı içinde 68 il, 766 noktada 900 bin hektara yakın orman, mera, yayla ve tarım arazisini kapsayan alanlarda maden sahaları için ihaleler yapıldı. Bu ihalaler öncesinde yayınlanan MTA raporlarındaki bilgiye göre Türkiye’nin 5 coğrafi bölgesinde toplam 95 adet altın madeni ruhsatı olduğu ve bu alanların toplam büyüklüğünün 463 bin 996,23 hektar olduğun raporda yer aldı. Bu kadar büyük alanların uluslararası sermaye yapılarından olan 3-4 şirketin bu yağma sürecini yönettiğini de eklemeliyiz.
Gelelim Maden Holding girişimine. İktidar yeni bir hazırlıkla Maden Holding kurulacağı öğrenildi. Bu yağma sürecini tek merkezden yönetmek amacıyla Maden Holding kurularak denetim dışı olan Türkiye Varlık Fonu’na devredilip büyük bir yağma ile birlikte uluslararası kredi kuruluşlarına holding eliyle doğal yaşamın rehin verileceği söylenebilir. Türkiye Varlık Fonu, 20’ye yakın madenin çıkarılması ve işlenmesinin Maden Holding’e bağlanacağı ve belirlenen 20 maden içinde altın madenciliğine yapılan vurgu ise siyanürle cevher ayrıştırmasının serbest olduğu Türkiye’de yılda 100 ton altın üretileceğinin hedeflenmesi doğanın, suların, tarım arazilerinin zehirlenmesi sonucunu ortaya çıkaracak.
Ayrıca altın dışında kömür, çinko, demir, bakır, alüminyum, linyit gibi metalik madenler ile nadir element madenciliği de holdinge bağlanmak isteniyor. Petrokimya endüstrisinin de Maden Holding’e bağlanıp Adana Ceyhan’da veMersin’de oluşturulma adımları süren özel sanayi bölgesi ile Akdeniz ekosistemi tehdit altına girecek. Ayrıca Saros Körfezi’ne yapılmak istenen FSRU tesisinden alınacak doğalgaz ile Katarlılarında petrokimya endüstrisi kuracak olması dikkat çekici. Enerji üretimlerinde aşırı arz fazlasına karşın termik santrallerden vazgeçmeyen iktidar yaşanmaz hale getirilen Afşin-Elbistan coğrafyasına yeni termik santral kurulmasını da Maden Holding eliyle gerçekleştirmek istiyor. Varlık fonu üzerinde tüm denetimin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinde olduğunu da unutmayalım.
Tüm bu bilgiler üzerinden Türkiye’nin hergün bir ülkeyle boğaz boğaza gelme politikalarının nereden beslendiğini görmek mümkün. Dünyada tüm paranın Londra ve Newyork merkezli fonlarla kontrol edildiğini savaşlar, yaratılan gerinlikler ve salgınlarla yeni bir kölelik sisteminin oluşturulmaya çalışıldığını düşünmemiz gerekiyor. Batık ekonomisi ve büyüyen ödenemez borçları nedeniyle küresel sermaye için kullanışlı bir kaldıraç haline getirilen Türkiye’de değişim ise seçimle değil kökten bir değişimle mümkün olabileceğini de eklemek gerekiyor.