La casa de papel dizisi ile dünyaca tanınan Basklı sanatçı Itziar Ituño Martínez, Grev filmi dolayısıyla Türkiye’de. Itziar ile keyifli bir söyleşi yaptık
Gülcan Dereli
Itziar Ituño Martínez, Bask Ülkesi’nin dünyaca tanınmış bir sanatçısı. Bir zamanlar dünyada fırtına koparan La casa de papel dizisinde Lizbon karakteriyle herkes tanıdı Itziar’ı ama aslında o çok önceden anadili Baskça ile çekilen ve Oscar adayı olan bir filmde başrol oynadı. Hem ülkesi Bask’ta hem de İspanya’da tanınan biri oyuncuydu. Itziar, dokunaklı oyunculuğuyla kalplerde yer edindi. Aynı zamanda bir tiyatrocu, bir müzisyen, meslektaşımız, eski bir gazeteci Itziar. Metin Yeğin’in farklı zamanlarda kesişen hikayelerin anlatıldığı Grev filmi dolayısıyla İstanbul’daydı. Grev filminde bir kadın militanı canlandırıyor. Bir nevi kadın direnişi filmi olan Grev’in, Beykoz Kundura Fabrikası’nda galası yapıldı. Itziar, dünyaca tanınmış popüler oyunculardan farklı bir hikaye yazıyor. Kadın mücadelesine, Bask Ülkesi’nin yaralarına, anadiline, Kürt kadınlarının mücadelesine karşı duyarlı, kapitalizmin kemiren düzenine karşı da öfkeli. Sıcak, içten, samimi ve duyarlı… Itziar’dan Kürt Ülkesi’ne selamlarla…
Bildiğim kadarıyla oyunculuk kariyerinizde diliniz Baskça’yı öğrenmenizin önemli etkisi oldu. Nasıl oldu? Kendi topraklarınızın dilini öğrenme maceranız ile başlayalım isterseniz… Duyduğum kadarıyla eğer hiç bilmiyorsanız öğrenmesi çok zor bir dil…
Çok zor bir dil aslında. O kadar da zor değil. Şöyle bir şey var: İnsanlar sanki böyle daha az konuşulan dilleri öğrenmenin çok bir faydası olmayacağını düşünüyorlar ve sanki daha çok konuşulan, daha yaygın ve emperyalizmin kullandığı dilleri öğrenirseniz sizin hayatınıza daha fazla kapı açacağını ya da daha fazla işe yarayacağını düşünüyorlar. Benim hikayemde, benim durumumda tam tersi oldu. Hatta benim en meşhur olduğum zaman tamamen Bask dilinde yapılmış bir filmle oldu. Bu filmin ismi Loreak, (Çiçekler) Oscar adaylığına kadar giden bir başarısı oldu bu filmin. Böyle bir durum da var.
Baskça Konuşanlar Ülkesi anlamına gelen Euskal Herria, ülkeniz, Franco öldüğünde neredeyse ‘Baskça konuşmayanlar ülkesi’ noktasına gelmişti. Bunda sadece 40 yıllık diktatörlük, yasaklar değil, öncesinin de etkisi var. Dile zulmün en iyi örneğidir belki de ülkenizin hikayesi… Tıpkı Kürtçe’ye olduğu gibi. Fransız ve İspanyol devletlerinin baskıları, Avrupa’nın en eski dilini bitirme noktasına getirmişti. Bu eziyet ve Franco öldükten sonra başlayan dönemde dille ilgili yapılan çalışmaları sizden dinleyelim isterseniz? Baskça toparlanabildi mi?
Evet, Franco döneminde neredeyse 40 yıl süren bir baskıdan bahsediyoruz. Hem dil ile ilgili hem de etnik kimliğinizle ilgili pek çok kültürel formun baskılandığı, zulme uğradığı bir tarihi süreçten bahsediyoruz. Ben şuna inanıyorum: Bir yerde bir baskı olduğunda, zulüm olduğunda diktatörlük gibi, aynı zamanda bu baskı kendi içerisinde antikorlarını da üretiyor. Yani öfkeleniyorsunuz ve o öfkeyle size ait olana bir yerden sonra daha da sıkı sarılıyorsunuz. Ve bu bahsettiğim durumla insanların yani halkın daha da sıkı bir şekilde bir araya gelmesine, daha da kenetlenmesine sebebiyet verebiliyor. Bask Ülkesi örneğinde şöyle bir şey oldu: İnsanlar bir araya gelerek küçük merkezler, okullar kurdular. Buralarda hem dil ile ilgili hem de çeşitli kültürel anlamda eğitimler aldılar. Bunların içinde temel dersler de vardı, matematik gibi. Bunlar resmi okullar değildi, yasal değildi, kaçak olarak yapılıyordu. Ve bir şekilde insanlar kendilerine ait olanı sahiplenmek için, güçlendirmek için bir araya geldiler. Bu merkezlerde bütün dersler Baskça dilindeydi. Şarkılar aracılığıyla, danslar aracılığıyla öğreniyorlardı. Buradaki en önemli şey çocuklar çünkü onlar aracılığı ile geleceğe aktarılıyor bir şeyler ve bunun kesintiye uğramaması çok önemli. Çocuklarla kendi anadilleriyle konuşmak gerekiyor.
Bask dilini öğrendikten sonra 3 Mart 1999 tarihinde ilk kez Goenkale isimli o dönemin en popüler Bask bölgesinde çekilen TV dizisinde yer aldınız. Bu sizin sanat hayatınıza nasıl yön verdi?
Bu benim televizyon ve görsel sanatlarla ilgili ilk işimdi. İlk bu konuları öğrendiğim işti. Ve aynı zamanda yeni öğrendiğim bu dili oyunculukta kullanabildiğim, hayata geçirebildiğim ilk işimdi. Ve aynı zamanda bu yapımın, bu kadar popüler bir işin Baskça dilinde olması, bu kadar çok izlenmesi Baskça dilinin de aslında bir nevi gelişmesi anlamında katkısı oldu. Baskça’nın teşvik edilmesi ve genişlemesi, büyümesi için avantajlı bir durumdu.
Dünya sizi La casa de papel ile tanıdı. Bu seri inanılmaz bir ilgi gördü. Sizce bu düzeyde ilgi görmesinin nedeni neydi?
Bu bir isyan hikayesi. Sisteme karşı olan bir isyan hikayesi, bence bu yüzden çok ilgi gördü. Hırsız olandan bir şeyleri çalmanın hikayesi. Hırsıza hırsızlık yapmanın hikayesi. İçerisinde hem aşk var, hem de mizah var. Ve tabii aksiyon, eylem de var. Çok iyi bir karışım.
Sadece oyunculuk değil, sesinizin güzel olduğunu ve müzisyen olduğunuzu da biliyoruz. Müzik, sinema, dizi, tiyatro birçok dalda üretim yapıyorsunuz. Bu dallar arasında gidip gelmek nasıl besliyor sizi? Ağır basan bir dal oluyor mu sizde?
Benim asıl işim oyunculuk. Müzik bir nevi hobi gibi aslında daha çok. Fakat hepsinden ayrı ayrı besleniyorsunuz. Özellikle müzik söz konusu olduğunda büyülü bir şey. Başka bir ifade biçimi ve insanların direkt kalbine ulaşan bir şey, kendine has öyle bir gücü var. Fakat bence o kadar da iyi söylemiyorum. Daha öğrenmem gereken çok şey var. Birkaç fırın ekmek daha yemem gerekiyor. İnsana kendisini iyi hissettiren, kendi ruhunu besleyen her neyse onu yapması gerektiğini düşünüyorum.
Bask Ülkesi’nden diğer sanatçılarla, özellikle feminizm hakkında, belirli nedenleri desteklemek için işbirliği yapıyorsunuz. Dangslike ve EZ3 adlı diğer iki grubun da üyesi olduğunuzu biliyoruz. Müzik ile olan ilişkinizden biraz bahseder misiniz?
Ben müziğe Bask halk müziği yaparak, folklorik Bask müziği yaparak başladım. Oradan rock müziğine geçtim. Dangslike Bask müziği, sonra EZ3 ile rock müziğine geçtim ve orada da şarkı sözlerini kendim yazıyorum. Tabii ilginç bir geçiş, ilginç bir sıçrama oldu Bask halk müziğinden rock’a geçmek, bütün bunları yaparken özellikle Bask dilini desteklemek, Bask dilinin kullanımını desteklemek ve kendi inandığım mücadeleyi beslemek için kullanmak benim için önemli.
Rojava için de bir şarkı seslendirmiştiniz. Proje nasıl gerçekleşti, Rojava’da IŞİD’e karşı kadınların mücadelesini takip edebildiniz mi? Ne düşünüyorsunuz? Ülkenizdeki feminist hareketler Kürt kadın mücadelesine nasıl bakıyor?
Bence çok ilginç bir soru. Kürt kadınlarının mücadelesi benim ülkemde hem bir ilham kaynağı olarak görülüyor hem de Kürt kadınlarına kahraman gözüyle bakılıyor. Kendilerini kurşunların önüne atan kişiler olarak bakılıyor. Tüylerimizi diken diken eden bir şey bu. Kürt kadınlarının mücadelesini de yakından takip ediyoruz. Kürtçe şarkı değildi, aslında bir video çekmiştik.
Grev filmiyle bitirelim. Bize film ve filmdeki rolünüzü anlatır mısınız? Zira o nedenle buradasınız…
Benim oynadığım karakterin adı Casilda. İspanyol İç Savaşı sırasında mücadele eden bir militan kadın. Bir günlük buluyor bu kadın. Ve bu günlük aracılığıyla 1920 yılında Bursa’daki kadın işçilerin grevine giden Ermeni kadın işçisi gözünden okuyoruz, öğreniyoruz. Bu hikayelerin biri Bask Ülkesi’nde iç savaş sırasında, biri de 1910 yılında Türkiye’de iki farklı zamana ve mekana ait hikayenin bir araya geliyor olması oldukça etkileyici ve ilgi çekici. Sonuçta ikisini de birleştiren aynı şey. Kadınların mücadelesi.
Çeviride yardımcı olan Müge Yıldırım’a teşekkür ederiz.Eskerrik asko
Eskerrik asko (Baskça ‘spas’ demek) diyorum Itziar’ya. O da bana Kürtçe’sini soruyor, spas diyorum. Itziar, söyleşiyi spas diyerek noktalıyor.