Maraş depremi, dünya tarihinin en yıkıcı depremlerinden biri olarak kayıtlara geçmiş bulunuyor. Tarihin benzer etkiler yaratmış bir başka büyük depremi, 1 Kasım 1755 Lizbon depremiydi. Yarattığı yıkım ve felaket kadar, yol açtığı sonuçlar açısından da önemliydi. Katolisizmin ve Engizisyonun en koyu uygulamalarının yaşandığı Portekiz’de deprem, kilise egemenliğinin sonunu getirecekti.
Deprem tarihi araştırmacıları, Lizbon depreminin 7.7 ile 9 arasında büyüklük tahmininde bulunuyorlar. Sabah 9:40 civarında 3 ila 6 dakika kadar devam eden ve kentin tamamını yıkan depremden kurtulanlar limana doğru kaçıyorlar. Saat 10:00’da ardı ardına gelen üç Tsunami dalgası büyük kıyıma neden oluyor. Hemen ardından üç gün devam edecek büyük bir yangın başlıyor. Rüzgârın etkisiyle yangın fırtınasına dönüşen durum, şehri tamamen yok ediyor. 200 binlik nüfusun 40 bini bu afetler silsilesi içinde hayatını kaybediyor.
Saray başta olmak üzere katedraller, kiliseler, manastırlar, devlet binaları ve benzeri bütün görkemli yapılar harabeye dönüyor. Kral, hayatının geri kalanını çadırda yaşayarak geçiriyor ve devlet işlerini tamamen Bakan Marquis de Pombal’a devrediyor. Pombal’ın ilk komutu, “Ölüleri gömün, enkazı temizleyin” oluyor. Bunun için şehirden çıkışları yasaklayarak halkı seferber ediyor. İtfaiye ve polis gücü yanında orduyu da bu seferberliği organize etmekle görevlendiriyor. Yağmacılar engelleniyor ve ölülerin hızla gömülmesi şehirde salgın hastalık tehdidinin önünü alıyor. Pombal derhal şehrin yeniden inşası için faaliyetleri de başlatıyor. Mühendisler tarafından sıkışık düzen yerleşim yerine geniş meydanlar ve caddelerden oluşan yeni bir kent planı yapılıyor ve sarsıntıya dayanıklılığı oldukça ilkel yöntemlerle test edilen ahşap malzemeden yapılar inşa ediliyor. Lizbon, iki yıl içinde yeniden kuruluyor.
Pombal bu süreçte en çok Katolik ruhban sınıfıyla mücadele etmek zorunda kalıyor. Kilise, Avrupa’da yaygınlaşan sapkın Aydınlanma fikirlerinden dolayı ilahi cezalandırmaya uğranıldığını, yapılması gerekenin dua etmek, günah çıkarmak, dini ve ahlakı geri getirmek olduğu propagandasıyla olaya yaklaşıyor. Kilise kadroları yeniden inşa faaliyetini kenardan izleyerek bu çizgide vaazlar vermekten başka bir şey yapmıyorlar. Oysa 18. yüzyıl, Avrupa’da pozitif bilimlerin gelişmesiyle birlikte Aydınlanma felsefesinin yaygınlaştığı bir dönem. Portekiz, dönemin en zengin ülkelerinden biri. Özellikle sömürgesi Brezilya’dan getirdiği altın ve elmas, ülke aristokrasisi ve kilise çevresine büyük refah sağlamış durumda. Lizbon, dünya ticaretinin başkentlerinden biri. Ama Portekiz halkı çoğunlukla yoksulluk ve sefalet içinde yaşıyor.
Deprem ve sonrasında başlayan yeniden-inşa hamlesi, pozitif bilimleri ve Aydınlanma felsefesini Portekiz’e getiriyor ve egemen kılıyor. Sonunda Pombal, Katolik ruhban sınıfının en sofu kanadı olan Cizvitleri ülkeden kovarak siyasal otoritesini pekiştiriyor. Dönemin önde gelen düşünürleri, Lizbon depremi ve sonuçlarını geniş biçimde değerlendiriyorlar. Voltaire, ‘ilahi ceza’ fikrini saçma bulduğunu ilan ediyor. Lizbon, Paris veya Londra’ya kıyasla hiç de günahkâr bir şehir değil diyor. O halde neden Tanrı cezalandırmak için yanlış yeri seçmiş olsun? Jean Jacques Rousseau ise bu felaketten kentleşmeyi sorumlu tutuyor. İnsanlar, bitişik düzende değil, kırsal alanlarda daha ferah yaşamalı tezini savunuyor.
İlahi ceza fikrinden kopuş, Bakan Pombal’ın deprem üzerine ülke genelinde yaptırdığı bir anketle devlet politikasına yansıyor. Bu ankette, depremin zamanı, süresi, hissedilen şiddeti gibi istatistik veriler toplanıyor. Aynı zamanda bilim çevreleri de depremin bir ceza değil de bir doğal fenomen olarak nedenleri üzerine fikir yürütmeye başlıyorlar. Kimi yeraltı hava akımlarına, elektrik gerginliğine, kimi de yeraltında gaz sıkışmasına bağlıyor. Dönemin önde gelen filozofu Immanuel Kant da gaz sülfür ve demir elementlerinin çarpışması gibi bugün naif bulunacak bir tezle tartışmaya katılıyor. Bu fikirlerin tamamı yanlış olmalarına rağmen deprem olgusuna ilk kez neden-sonuç ilişkisi çerçevesinde bilimsel incelemeye konu olması gereken bir doğa olayı olarak yaklaşılması fiilen Kilise’ye bir başkaldırı niteliği taşıyor.
1755 depremi aynı zamanda ilk medyatik deprem olarak da tarihe geçiyor. Dönemin bütün süreli yayınlarında yukarıda özetlenen tartışma yanında Lizbon’un yıkılış ve yeniden inşası süreci Avrupa kamuoyu tarafından takip ediliyor. Aydınlanma düşüncesi yaygınlık kazanıyor. Amerikan bağımsızlığının ve ardından Fransız devriminin tamamen aydınlanmacı ve laik temeller üzerinde gerçekleşmesinin kökeninde Lizbon depreminin payı olduğu düşünülür.
İki buçuk asır sonra Maraş depreminde hükümet, Diyanet ve tarikat üçgeninin savunduğu fikriyat, Aydınlanma çağını kapatma iradesinin semptomu olarak okunabilir. Kader planı, tekbir, depremde evlat edinilen çocukla cinsi münasebet, uzaydan demir çubuk, harp silahı, uçan daireler vb. Lizbon depremi sonrası Pombal’ın ayağına dolanan ruhban tahakkümünün geri dönüşü mü yoksa azgelişmiş dünyadaki son tortusu mu? Seçim sonuçları gösterecek.