Mayıs seçimlerine kadar muhalefet tarafından “ekonominin, liyakatsiz ellerde rayından çıktığı, krizden krize sürüklendiği” söylendi durdu. Dünyada ulusal paranın en fazla değer kaybettiği, enflasyonun, gıda ve konut fiyatlarının diğer tüm ülkelerden daha fazla yükseldiği bir ekonomi ne kadar eleştirilse azdır elbette. Ancak ekonomiye yönelik eleştirilerin ortaya çıkardığı ekonomik ve sosyal çöküşü liyakatsiz kadrolarla açıklamak ve “ray” ile tasvir edilen küresel kapitalizmin belirlediği araç ve yöntemlere geri dönüşü bu çöküntüye çözüm olarak görmek yanlıştı ve seçmeni ikna etmek konusunda da başarısız oldu. Keza beslenme ve barınma gibi en temel ihtiyaçların bile toplumun önemli bir kesimi tarafından karşılanamaz hale geldiği, ülkenin tarihindeki en büyük sosyal krizin yaşandığı koşullarda gidilen seçimlerde bile halk, tüm bu sorunları çözeceğine inanmadığı için muhalefete itibar etmedi.
AKP/Saray iktidarı, uluslararası sermayenin liyakatli(!) teknokratı Mehmet Şimşek’le poz vererek muhalefetin tüm liyakat ve “ray”a dönüş söylemlerini boşa çıkardı. Seçim sonrasında ekonominin başına getirilen “liyakatli” Şimşek ve onun “liyakatli” ekonomi yönetimiyle Mayıs’tan Eylül’e kadar geçen üç ayda Türk Lirası yaklaşık yüzde 35 değer kaybederken, Mayıs ayında -TÜİK verilerinde- yüzde 39.6 olan yıllık enflasyon Ağustos ayında yüzde 58.94’e çıktı. Ekmek, su gibi temel ihtiyaç maddelerinden alınan dolaylı vergilerdeki (KDV, ÖTV vb) artış ve getirilen ek vergiler enflasyonu daha da körükledi. Bu kısa dönemde asgari ücret ve toplu iş sözleşmeleriyle belirlenen ücretler TÜİK’in çarşı pazarın gerçek fiyat artışlarının yarısına ulaşmayan enflasyon verilerinin bile altında kaldı. Emeklilerin önemli bir kesiminin ücreti ise Türk İş’in belirlediği açlık ücretinin yarısına dahi ulaşamadı.
“Liyakatli” ekonomi yönetiminin üç aylık dönemde gösterdiği performans -ki yeniden “ray”a dönüş olarak görülen uygulamalardır- muhalefetin seçim öncesindeki eleştirilerini tamamen sona erdirdi ve hatta muhalif kesimlerden -aralarında kendisini solda tanımlayan kimileri de vardır- övgü bile aldı.
Bu “liyakatli” kadronun son icraatı 2024-2026 dönemini kapsayacak olan ve geçtiğimiz günlerde Erdoğan tarafından açıklanan Orta Vadeli Program (OVP)’ı hazırlamak oldu. OVP’nin geneline yönelik birçok değerlendirme yapıldı. Ben burada kısaca istihdam ve özellikle emeklilik hakkına ilişkin birkaç noktaya değinmekle yetineceğim. Ama öncelikle şunu belirtmeliyim ki ilk kez 2005’te 2006-2008 yılları için hazırlanan OVP (2019-2021 arasında Yeni Ekonomi Programı olarak adlandırılmıştı), belirlediği hedefleri bugüne kadar tutturamamış olmakla birlikte ekonomi yönetiminin genel eğilimini belirlemek bakımından gözardı etmemek gerekir.
OVP’nin “Öncelikli Reform Alanlarına Yönelik Düzenlemeler” ek başlığında AKP’nin ilk kez iktidara geldiği 2002’de sadık kalacağı taahhüdünde bulunduğu neoliberal yapısal uyum programındaki “işgücü piyasasına yönelik yapısal reformların yaşama geçirilmesi” hedefi birçok kez olduğu gibi tekrarlandı. Her defasında “işsizlikle mücadele”, “işgücüne katılımın artırılması” gibi gerekçelerin ardında getirilen yapısal reformlar çerçevesinde -4857 sayılı İş Kanunu başta olmak üzere- bugüne kadar birçok düzenleme yapılarak emek rejimi esnekleştirilirken emekçiler güvencesizleştirildi.
Yeni OVP’de istihdam başlığı altında “mesleki eğitimin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenmesi ve meslek okulu öğrencilerinin ucuz işgücü olarak kullanılmasının yanı sıra yine sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda uzaktan, kısmi ve geçici süreli çalışma gibi esnek çalışma modellerinin yaygınlaşması” hedeflenmekte. Ayrıca AB’nin ve ILO’nun yerleştirmeye çalıştığı ama hiçbir zaman emekçilere güvence sağlamayan aksine ellerindeki sosyal haklardan da yoksun bırakan “güvenceli esneklik” vaadi de tekrarlanıyor. Öte yandan “aktif istihdam politikaları” adı altında sermayeye kaynak aktarmaktan başka bir işe yaramayan uygulamalara devam edileceği de beyan edilmekte.
Önceki OVP’lerden farklı olarak sosyal güvenlik ve özelikle de emeklilik sistemi üzerindeki hedefler dikkat çekici. Fiyat istikrarı ve finansal istikrar başlığı altında Bireysel Emeklilik Sigortası (BES)’in cazibesinin arttırılması, Otomatik Katılım Sistemi (OKS)’yle “tamamlayıcı emeklilik sistemi”nin kurulması ve “Tamamlayıcı Uzun Süreli Bakım Sigortası” ihsas edilmesine de OVP’de yer verilmiş. Kamu maliyesi başlığında “Sosyal güvenlik sisteminin mali sürdürülebilirliğinin güçlendirilmesi” alt başlığında ise yine esnek çalışma biçimlerinin, evde sağlık hizmetlerinin, aile temelli sosyal yardımlaşmanın ve sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılmasının teşvik edileceği belirtilmekte. Tüm bunlar AKP’nin kamusal sağlık ve emeklilik sistemini tamamen tasfiye ederek sermayeye kâr alanı haline getirme niyetinin somut göstergeleri.
Bir sosyal kazanımı/hakkı işlevsiz hale getirip, ardından da tasfiye etmek neoliberalizmin yaklaşık 50 yıldır uyguladığı bir stratejidir. Emekli maaşlarının açlık sınırının altında bırakılması, güvencesiz çalışma vb. sosyal güvenlik hakkının anlamsız hale gelmesi de -toplumsal tepkiye neden olmadan- ortadan kaldırılmasını kolaylaştırma stratejinin parçasıdır.
“Liyakatli” ellerde hazırlanan OVP, emekçi ve yoksul kesimleri daha da yoksullaştıracak, sömürüyü arttıracak koşulları normalleştecek/meşrulaştıracak bir döküman olmaktan ibarettir. Burada sorgulanması gereken, sosyal çöküntüyü derinleştirecek bu programdan ziyade buna karşı muhalefet ve işçi sınıfının temsilcisi olması gereken sendikalardaki “liyakatsiz” kadroların bu tablo karşısındaki derin sessizliğidir!