Geçen hafta, iktidar olmak-olamamak üzerine bir şeyler yazınca, kenardan köşeden, daha çok da CHP’li abiler, ablalardan “Yahu o kadar da değildir herhalde, yarın iktidar olunsa memlekette bir yerlere getirilecek hiç mi doğru düzgün insan kalmadı” diyenler oldu. İyi. Oradan devam edelim o zaman. Şu, sihirli kavrama, ‘liyakat’ meselesine gelelim. Bugünlerde herkesin dilinde. Hemen her muhalefet partisi ‘memleketin nasıl düzeleceği’ üzerine üç cümle söylese, biri mutlaka “Kamu düzeninde liyakati esas alacağız” gibi bir şey oluyor.
Anlaşılır bir durum. Mevcut rejim damatenişte-bacanak derken o kadar işin suyunu çıkardı ki! Yedi sülalesini, hatta bizzat kendisini aynı üniversitede sekiz ayrı yere atayan rektörler mı ararsınız, şehzadenin imam hatip arkadaşlarının her köşede yer kapmasını mı… Epeydir, ‘yok canım o kadarı da olmaz’ diyemiyoruz; çünkü oluyor ve daha da fazlası oluyor. Durum böyle olunca da, yurttaşın zihninde ‘işlerin başına liyakatli insanlar gelse her şey rayına girer’ gibi bir düşünce oluşuyor doğal olarak.
Tamam da ‘liyakat’ nedir?
Mesela damat, ‘liyakatli’ olmadığı için mi yönetemiyor ekonomiyi? Yani iktisat bilgisi ve eğitimi mi yetersiz? Onun yerine ağır oturaklı bir abi koysalar işler düzelir mi? E, adam o kadar okul okumuş ama. Ondan önce kırk tane maliye bakanı geldi geçti ayrıca, hiçbiri ilkokul mezunu değildi, onlar bir şeyi mi düzeltti? Hem, iş oraya gelirse Kemal Derviş’ten daha tahsillisi mi var Allah aşkına?
(Bir parantez açıp kapatalım burada; Erdoğan’ın diploması meselesi de abartılmış bir meseledir. Anayasaya hile bakımından tartışılır ama lise, hatta ortaokul mezunu birinin devlet yönetemeyeceğini söylemek düpedüz ukalalıktır.)
Devam edelim mi? Edelim. Aile-Çalışma Bakanımız var misal, üç üniversite okumuş ama işçiler hala traktör kasalarında ölüyor, memleketin dört bir yanında kadınlar boğazlanıyor; öyle değil mi?
Daha geriye mi gidelim? Peki gidelim. Sulhi Dönmezer’in kariyerini tartışabilir misiniz mesela? Adam ordinaryüs profesördü yahu, daha nesi? Bugünkü TCK’nin yazarıdır kendisi ve gidin isterseniz bir de yazdığı bilirkişi raporlarıyla kaç kitap toplatmış ona bakın. Ya Orhan Aldıkaçtı? Ayıptır söylemesi 1982 Anayasası’nın mimarı sayılır o da ve evet, ‘liyakatli’ bir hukuk hocasıdır. Burhan Kuzu’dan söz etmiyorum bile; o ayrı bir ekol!
Şunu anlatmaya çalışıyorum: Liyakat meselesi, ille de bu kavramı kullanacaksak eğer, tümüyle ideolojik bir meseledir. “Biz ideolojik açıdan değil, liyakat açısından bakıyoruz” diyen biri, düpedüz yalancıdır. Bugünkü ucubik atamalar bunun üstünü örtüyor işte; o bacanakenişteleri gördükçe, kendi kendimize ‘liyakat’ diye bir put yapıyoruz, acıktıkça yemek için! Oysa öyle bir steril ‘liyakat’ kavramı yok ve hiç olmadı! Liyakat, ideolojiktir, daha net söyleyelim, ‘kime layık olunduğu’na doğrudan bağlıdır. Çalışma bakanı kime layık olacaktır örneğin; geçin diplomaları filan, işçilerin bakanı mı olacak, patronların mı? Bunu söyleyin bana! Hiç eğip bükmeye gerek yok; bugünkü inşaat ve tarım sektörlerinin ‘cinayet mahalli’ olduğunu görmek ve ilk darbeyi oraya vurmak için, üniversite bitirmek mi gerekiyor?
İktisadı geçin zaten. Bütün hocalardan özür dilerim ama bir ülkenin ekonomisi iktisatçılara terk edilemeyecek kadar ciddi bir iştir! Bal gibi ideolojik bir alanla karşı karşıyayız çünkü. Bugünkü krizin bilgisizlikten kaynaklandığını söylemek, çok ciddi bir bilgisizliktir. Neyin nereye harcanacağı, sizin kimden yana olduğunuzla, kime hizmet ettiğinizle ilgilidir. Uluslararası ilişkilerde de öyledir. CHP’nin yamacına topladığı ahı gitmiş vahı kalmış eski büyükelçilerin tümünü toplasan bir barış aktivistinden üç kuruş fazlası etmez! Lafa barışla değil de ‘milli çıkarlarımız’ diye başlayanların tamamını koy sepete gitsin! TCK’nin ilk maddesine “İşbu kanundaki cezalar, devlet görevlileri söz konusu olduğunda şu kadar artırılır” diye yazmayan ceza hukukçusu, hukuka değil devletine aşıktır ve çöptür! Bu toprakların bir dil ve kültür zenginliği olduğunu bilmeyen milli eğitim bakanı zırcahil, bu topraklardaki her taş parçasının binlerce yıllık tarihin parçası olduğunu bilmeyen kültür bakanı zırzır cahildir!
Bu kadar basit mi? Evet, bu kadar basit! ‘Liyakat’ denilen şey, devlet yönetmenin özel bir sanat olduğu yolundaki uyduruk klişenin bir devamıdır ve son derece saçmadır.
Bir vakitler, ekonomiyi yönetmek için ‘dört işlem bilgisinin yeterli olduğu’nu söyleyen Lenin’in pek mübalağa ettiği söylenebilir belki. Belki öyledir de biraz. Ama devlet yönetiminin sıradan insanların aklının ermeyeceği bir sır olduğunu söylemek, mübalağanın ötesinde, düz yalandır. Kanıt mı istiyorsunuz? Çok basit. Kaldırın kafanızı şöyle, bu ülkeyi ve dünyayı yönetenlere aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya şöyle bir bakın; ne demek istediğimi anlarsınız.
Asıl mesele şu: Nasıl bir ülke istiyorsunuz? ‘Liyakat’ denilen şey, bu soruya hangi cevabı verdiğinizle ilgilidir. Soru yanlışsa, doğru cevap da olmayacaktır. Bu kadar basit mi? E, napayım yani? Bu kadar basit işte!