Erdoğan rejimi sürdükçe Türkiye’nin fetih maceraları bitmeyecek gibi. Bu kez Libya’ya asker göndermek söz konusu.
Olası Libya macerasının iki boyutu var. Birincisi, Kıbrıs açıklarında keşfedilen petrol ve doğalgaz kaynaklarına yönelik sondaj faaliyetlerinde yaşanan anlaşmazlıklarla ilgili. Saray yönetimi, bu konuda bir fiili durum yaratma umuduyla Kıbrıs ve Girit adalarının etrafından dolaşarak Trablus yönetimi ile bir karasuları sınırı anlaşması imzaladı. Aynı bölgede kıyıları olan Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan ve İtalya, bu hamleyi provokatif bulduklarını belirttiler. Avrupa Birliği’nden de benzer bir açıklama geldi. Trablus yönetimini kontrol eden cihatçı gruplarla savaş halindeki Libya Ulusal Ordusu (LUO) ise Libya karasularına girecek Türk gemilerini batırma tehdidinde bulundu.
Libya’ya askeri müdahale meselesinin ikinci boyutu, ülkede sürmekte olan iç savaş ile ilgili. 2011’de Kaddafi rejiminin yıkılmasından sonra Libya yeniden devlet olamadı. 2012’de yapılan ve 2014’te tekrarlanan seçimler, bir birlik hükümeti kurulmasını sağlamadı. Bunun yerine ülke, her ikisi de seçilmiş ve meşru olduğunu iddia eden Trablus yönetimi ve doğuda Tobruk yönetimi arasında bölünmüş durumda. General Halife Hafter’in kurduğu LUO, Doğu yönetimini destekliyor. Hafter; Rusya, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından açıkça destekleniyor.
Mısır ve BAE’nin hava desteği yanında Rus güvenlik şirketi Wagner’in paralı askerleri de LUO saflarında savaşıyor. ABD ve Avrupa devletlerinin de Hafter’le ilişki içinde olduğu biliniyor. Buna karşın Trablus yönetimi uluslararası kamuoyu tarafından tanınıyor ve gerek Birleşmiş Milletler (BM) gerekse de Avrupa Birliği (AB), iki yönetim arasında uzlaşma sağlama yolunda diplomatik girişimleri sürdürüyorlar.
Trablus bölgesi esas olarak Müslüman Kardeşler (İhvan) ve El Kaide eğilimli cihatçı gruplar tarafından korunuyor. Hafter’in ordusuna karşı çarpışan bu grupların, Katar ve Türkiye’nin lojistik desteği ile ayakta durduğu biliniyor.
Doğu yönetimi, Türkiye’yi İslamcı teröristleri desteklemekle suçluyor. Türkiye’nin savaşa duhulünün lojistik destekten ibaret olmadığı, Suriye, Irak ve çeşitli başka milliyetlerden cihatçıların gruplar halinde askeri uçaklarla Türkiye’den Libya’ya taşındığı, gemilerle zırhlı araç, silah ve mühimmat sevkiyatı yapıldığı iddia ediliyor. 2015’ten beri Yunanistan makamları birkaç kez Türkiye’den Libya’ya ilerleyen silah ve cephane yüklü gemileri durdurdu.
Kısacası, Türkiye, Katar’la birlikte, esas olarak Müslüman Kardeşler (İhvan) çizgisinde bir vekalet savaşı yürütüyor. Suriye’de olduğu gibi Libya’da da El Kaide ve benzeri Selefi/Sünni grupların bu cepheyle iç içe olması kaçınılmaz. İhvan karşıtı Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi rejimler ise doğu hükümetinin ve LUO’nun başlıca destekçileri. Özetle, Libya iç savaşı aslında Mısır/Suudi cephesi ile Türkiye/Katar devletleri arasında sürmekte olan bir vekalet savaşı.
Türkiye’deki Saray yönetiminin TSK birliklerini Libya’ya gönderme eğilimi, Trablus havaalanına yönelen Hafter güçleri karşısında cihatçıların yetersiz kaldığı noktada ortaya çıkıyor. Bu konjonktör, Doğu Akdeniz’de petrol ve gaz sondajı faaliyetlerinden dışlanma durumu ile de örtüşüyor. Libya’daki vekalet savaşının bir fiili “fetih” savaşına dönüşmesi, Türkiye ile Rusya arasında da yeni bir gerginliğe yol açma riski taşıyor. Rusya ile askeri yakınlaşma sonucu ABD yaptırımlarına konu olan Türkiye’nin, Rusya ile de bir çatışmaya girmesi durumunda, dünya üzerinde cihatçı çeteler ile iman gücünden başka tutunacak hiçbir dalı kalmayacak.
Türkiye sınırları dışında yürütülmekte olan vekalet savaşlarının yol açmakta olduğu insani trajedinin hukuki sorumluluğu ayrı bir konu olmakla birlikte bu operasyonların mali yükü önemli soru olarak karşımızda duruyor.
Sürdürülmekte olan sınır-ötesi askeri faaliyetlerin ülke bütçesine yükü üzerine konuşulmuyor. Buralardan nasıl bir ‘milli yarar’ sağlandığı tartışılmıyor. ÖSO, MSO ve Libya’daki benzeri cihatçı gruplar gibi vekalet ordusu mensuplarına Türkiye maliyesinden düzenli maaş ödendiği iddiaları araştırılmıyor. Bu gruplara sağlanan lojistik ve silah/mühimmat desteğinin maliyeti sorgulanmıyor.
Öte yandan milli mazlumluk demagojisi bize, ‘dış güçlerin” komplosu sonucu doların 6 liraya çıktığını vazediyor.
Cümle alem Türke düşman; fakat heyhat, vekalet ve fetih mevzubahis ise gerisi teferruattır.