Suriye ve Rojava’da askeri müdahale ve savaş dışında hiçbir seçenek yokmuş algısı yaratan AKP-MHP iktidarının söylemine karşı bizim de yüksek sesle, ‘Hayır, başka bir seçenek daha var. Hem de en makul, en doğru seçenektir: O da Sayın Öcalan’dır’ dememiz gerekir… Leyla’nın çağrısına ses verme zamanıdır…
Selahattin Demirtaş
Baskı, tehdit, hile, tutuklama ve oyunlara; eşitsiz, adaletsiz seçim yarışına rağmen 67 milletvekiliyle parlamentoya girmeyi başarmış olan HDP’nin Hakkari milletvekili, aynı zamanda DTK’nin Eşbaşkanı Sayın Leyla Güven, 54 gündür açlık grevinde. Milletvekili seçilmesine rağmen Diyarbakır Cezaevi’nde siyasi rehine olarak yasa dışı bir şekilde tutulan Sayın Güven, son derece meşru ve haklı bir taleple bedenini açlığa yatırıyor.
Haklı ve ahlaki talep
2015 Nisan ayından bu yana sadece bir defa kardeşi ile görüşebilmiş, o günden beri de ne kendisinden ne de İmralı Adası’ndaki diğer tutsaklardan tek bir haber alınamamış olan Sayın Öcalan’a dair oldukça önemli bir çağrının öncülüğünü yapıyor Sayın Leyla Güven. Açlık grevi gibi, tamamen kişinin kendi iradesine bağlı bir sivil itaatsizlik eylemiyle, yaşamsal bir konuya dair hayatını ortaya koyan Sayın Güven’in tavrı her şeyden önce onurlu ve saygın bir tutumdur. Şu husus net olarak bilinmelidir ki, biz hiçbir arkadaşımızın yaşam hakkına zarar gelmesini asla istemeyiz. Tam tersine, arkadaşlarımız da dahil her insanın yaşam hakkını savunduğumuz için barış mücadelesi yürütüyoruz. Ancak bir insanı ne zorla açlık grevine sokabilirsiniz ne de zorla bıraktırabilirsiniz; bu etik olmaz. Arkadaşımızın yaşam hakkını savunmak ve korumak adına bize düşen şey, onun haklı talebinin arkasında en güçlü ve kararlı şekilde durarak bir an önce sonuç alınmasını sağlamaktır. Kaldı ki, ortaya konulan talep ne yasaya ne ahlaka ne de siyasete aykırıdır. Karşılanması ve gerçekleşmesi oldukça basit ve yasal olarak zorunlu olan bir taleptir.
Ağır baskıya rağmen…
Sayın Güven her geçen gün ciddi bir riskle karşı karşıyayken bu talebin hak ettiği şekilde gündemleşmediği anlaşılıyor. Bunun nedeni, toplumun konuya olan duyarsızlığı değil elbette. Kürt halkı başta olmak üzere toplumun önemli bir kesiminin, Sayın Öcalan’ın barışçıl çözümlerdeki rolü ve misyonunu çok önemsediğini, kendisinden bu kadar uzun süre tek bir haber dahi alınamamış olmasının sağlığı ve güvenliği konusunda ciddi kaygı yarattığını yakından biliyoruz. Bu kadar önemli ve hayati bir konunun henüz ulusal ve uluslararası kamuoyunun gündemine girememiş olmasının nedeni hükümetin oldukça ağır baskısı, saldırıları ve ambargosudur. Öyle ki, bu gündeme dikkat çekmek isteyen 70-80 yaşındaki analar bile parti binaları yasa dışı bir şekilde basılarak gözaltına alınabiliyor.
Faşizmin kurumsallaşması
Temmuz 2015’ten bu yana kesintisiz devam eden olağanüstü boyutlardaki baskılar ve hukuksuzluklar toplumda genel bir geri çekilmeye, kaygılı ve korkulu bir yaklaşıma yol açtı. Medya, yargı, akademi, bürokrasi, siyaset üzerindeki bu kadar da olmaz dedirten baskılar toplumda biriken öfkeyi ve tepkiyi görünmez kıldı. En küçük bir demokratik tepki bile orantısız yargı-polis saldırısı ile bastırılmaya çalışılıyor. Erdoğan rejimi korku salma ve bu korkuyu sürdürülebilir kılma dışında ayakta kalamayacağını bildiğinden kesintisiz bir baskı politikası ile toplum adeta nefessiz, çaresiz bırakılmaya çalışılmaktadır. Faşizmin inşası ve kurumsallaşması başka türlü de mümkün değildir zaten.
Çıkış yoluna işaret
Şimdi böylesine zorlu koşullarda, olanakların yok denecek kadar az olduğu bir ortamda Sayın Güven’in çağrısı ve çığlığını gündemleştirmek mümkün değilmiş gibi düşünülebilir. Fakat durum tam tersidir kanımca. Sayın Leyla Güven, bu baskı koşullarının tam da odak noktasına, İmralı’ya, Sayın Öcalan’ın durumuna dikkatleri çekerek bu cendereden çıkışın da yolunu işaret ediyor. Yani Sayın Güven’in haklı talebinin gündemleşmesi için koşulların elverişli hale gelmesini beklemek yerine, bu talebin kendisinin bizatihi koşulları elverişli hale getirme mücadelesi olduğunun çok iyi anlaşılması ve anlatılması gerekiyor.
Öcalan’ın rolü
Sayın Öcalan özellikle çözüm süreçlerinde ortaya koyduğu barışçıl yaklaşımları, makul önerileri ve samimi iradesiyle Türkiye toplumunun güvenini önemli ölçüde kazanmıştı. Fakat heba edilen süreçler ve aradan geçen sancılı dönemler nedeniyle bunlar unutulmuş ya da gözardı edilmiş olabilir. Bugün demokratik siyasete, sivil topluma, basına ve bir bütün olarak halkımıza düşen şey uygun yöntem, dil ve üslupla bunun yeniden Türkiye ve dünya kamuoyuna hatırlatılmasıdır.
Yani Sayın Leyla Güven’in talebinin neden önemli olduğu, neden sadece kendi meselesi olmadığı Karadeniz’den Ege’ye, Marmara’dan Doğu’ya, Akdeniz’e kadar her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşını neden yakından ilgilendirdiğini iyi ve doğru bir şekilde anlatabilmek gerekir. Bunun için kapsamlı ve detaylı kampanyalar, planlamalar hep yapılıyordu ama bu dönemde çok daha ciddiyetle ele alıp tüm imkânlarla bu konuya odaklanmak gerekir. Ayrım gözetmeksizin tüm medya kuruluşları, genel yayın yönetmenleri, yazarlar, televizyon programcıları, sendika, parti, meslek odaları, STK’ler tek tek heyetlerce ziyaret edilerek konunun Türkiye için önemi ve hassasiyeti iyi anlatılmalıdır. Halk toplantıları, panel, konferans gibi etkinliklerle kamuoyu bilgilendirilmelidir.
Hafızaları tazelemek için, yakın geçmişte yaşanan olumlu gelişmeler ve Sayın Öcalan’ın bu gelişmelerdeki rolü üzerine kısa da olsa rapor ve broşürler hazırlanabilir. Kısa videolar ile özellikle sosyal medyada hatırlatmalar yapılabilir. Elbette buna benzer şeyler yapılmıyor da değil ancak çok daha kapsamlı, etkili ve sonuç alıcı yaratıcı yöntemleri acilen devreye sokmak gerekir.
Barışı savunmak erdemdir
İktidar, elindeki yargı gücüyle bütün bu çalışmaları kriminalize etmeye çalışıyor, çalışacaktır da. Ancak bu çalışmalar hem yasaldır hem de barışı savunmak ahlaki bir erdemdir. Bundan geri adım atmak diye bir seçenek asla düşünülmemelidir. Bunun için istenen bedel neyse gerektiğinde ödene ödene bu barışçıl çalışmalar yürütülmelidir.
Sayın Leyla Güven’in açlık grevi eylemi ABD’nin Suriye’den çekilme kararından öncedir ve bununla bağlantılı değildir elbette. Ama bu gelişme bile başlı başına yeni bir hamle imkânı yaratıyor. Suriye ve Rojava’da askeri müdahale ve savaş dışında hiçbir seçenek yokmuş algısı yaratan AKP-MHP iktidarının söylemine karşı bizim de yüksek sesle “Hayır, başka bir seçenek daha var. Hem de en makul, en doğru seçenektir: O da Sayın Öcalan’dır” dememiz gerekir.
Türkiye halkının evlatlarının olası bir Rojava askeri müdahalesinde ve hatalı politikalar uğruna canını yitirmesini de Rojava ve Suriye halklarının hedefe konulmasını da doğru bulmuyoruz, kabul etmiyoruz demek lazım. Sayın Öcalan 2013’te başlayan İmralı Barış Süreci’nde tüm bu olasılıkları, tehdit ve tehlikeleri öngörerek Ortadoğu’da yeni ve büyük bir Türk-Kürt barışını, stratejik birliği öneriyordu. Eğer kendisinin makul ve oldukça yerinde önerileri dikkate alınsaydı ne içeride ne de dışarıda bu kadar acı da çekilmezdi. 15 Temmuz gibi darbe süreçleri de yaşanmazdı. Maalesef bu fırsatlar iyi değerlendirilmedi. Bunun sorumlusu şudur budur diyerek yeni bir polemik başlatmak yerine, bu süreçlerin tıkanıp sonlanmasında sorumluluğu olmayan tek kişi Sayın Öcalan’dır ve maalesef ondan da neredeyse üç yıldır haber alınamıyor demek gerekir.
Şimdi, ABD Suriye’den çekilirken boşluğu hangi askeri güç doldursun tartışması hiçbir şekilde kalıcı çözüme götürmez. Orada bir boşluk olacaksa da bu boşluğu, stratejik bir halklar ittifakı doldurmalıdır. Türkiye yönetiminin yapacağı en akıllıca iş, yeni bir Türk-Kürt stratejik ittifakı ile bu kaosu aşmaktır. Hem içeride hem dışarıda Türk’e de, Kürt’e de, Türkiye’ye de aynı anda kazandıracak tek seçenek budur. Tarihsel olarak da, aktüel olarak da doğru yol budur. Ahlaki olarak da siyaseten de en akılcı, makul çözüm budur.
Erdoğan-Bahçeli zihniyeti
Erdoğan-Bahçeli iktidarı kendi siyasi çıkar ve akıbetleri yerine Türkiye toplumunun ortak çıkarlarını öne almayı politik olarak benimsemiş olsalardı bizden önce onların, bu güçlü seçeneği devreye sokması gerekirdi. Bölgeyi emperyal saldırılardan ve işgallerden korumanın da yolu buradan geçer.İşte hükümetin Öcalan’ı görünmez kılmaya çalışmasının nedeni de budur. Savaşı tek seçenek olarak topluma sunmak ve tehdit algısıyla toplumu baskı altında tutmaya devam edebilmek.
Erdoğan-Bahçeli zihniyetinin kapsamlı bir politik manevra yapmasını beklemek ve barış süreçlerinin önünü açacaklarını ummak hayalcilik ve saflık olur. Ama bu siyasi klik istemiyor diye de bizim Öcalan’lı barış seçeneğini yok saymamız gerekmiyor. Tam aksine, bu seçeneği ciddi bir alternatif politika olarak toplumun önüne koyabilmeliyiz.İktidarın savaş, çatışma, baskı, gerilim politikalarını bu kadar pervasızca yürütebiliyor olmasının nedeni de toplumun önüne başka bir alternatif konulamıyor olması değil midir zaten?
O halde şimdi tam da zamanıdır. Leyla’nın sesine ses vermek ve bu talebi doğru bir temelde örgütleyerek hamleye dönüştürmek tam da siyaset yapmanın, siyasi mücadelenin kendisidir. Sayın Öcalan ceza hukukunun, suç biliminin değil siyasetin konusudur. Bu meselenin kriminal bir konu gibi ele alınmasına izin vermemek, buna boyun eğmemek gerekir. Sayın Öcalan’ın siyasi gücünü bizim kadar devlet ve hükümet de çok iyi bilir. Zaten tecridin nedeni budur. Öyleyse bu rehin alma, siyaseti boğma ve savaşı dayatma zihniyetine teslim olmamak gerekir.
Öcalan’sız olmaz
Son olarak denilebilir ki, neden Öcalan, neden başkası değil? Onlara şunu söyleyin: Barış kurucu liderlikler, tarihsel süreç içerisinde gelişir ve olgunlaşırlar, yapay değildirler. Halkta ve siyasette, uluslararası güç dengelerinde sonuç alıcı karşılıkları vardır. Bu gerçekleri ne göz ardı edebilir ne de değiştirebilirsiniz. Böylesi liderliklerin alternatifini yaratmaya çalışmak da nafile bir çabadır. Ağrı Dağı’nın yanında yeni bir Ağrı Dağı yapılması için TOKİ’ye ihale vermeye benzer. Kaldı ki Sayın Öcalan, 93’ten beri ortaya koyduğu barış arayışları nedeniyle oldukça birikimli, deneyimli ve samimidir. Bütün mesele, ön yargıların yıkılarak aklın devreye girmesiyle ilgilidir. Bizler, yani HDP, HDK, DTK, DBP gibi siyasi oluşumlar ise barışın inşasında rol alabiliriz. Barışın kurucu liderliği ise başka bir şeydir. Bu nedenle Öcalan’sız olmaz, nokta.
Sayın Leyla Güven barışın inşasında rol alıyor, çabalıyor. Şimdi her türlü kısır tartışmayı bir tarafa bırakarak bu son derece insani, hukuki, ahlaki, meşru talebin karşılanması için görevlerimize yüklenme zamanıdır. Leyla’nın çağrısına ses verme zamanıdır.
*Edirne F Tipi Cezaevi