Cezaevinde bulunan DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, tecride karşı tutsakların başlattığı açlık grevine dair yazdığı yazı ile ‘Cezaevlerinde tabutlar çıkmadan herkes elinden ne geliyorsa onu yapmalıdır’ çağrısı yaptı. Güven, ‘Bizler Kürt sorununun demokratik, barışçıl yollarla çözümü için bedel ödüyoruz’ dedi
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde mutlak tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 33 aydır haber alınamıyor. Aile ve avukatların yaptığı başvurulara olumlu yanıt verilmezken, tecridin kaldırılması ve Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması talepleriyle başlatılan eylemlere her gün yenileri ekleniyor. En son politik tutsaklar tarafından 100’ü aşkın cezaevinde 27 Kasım’da dönüşümlü açlık grevi eylemi başlatıldı.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, 11’inci gününde devam eden eyleme dair tutsak bulunduğu Elazığ 1 Nolu Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde bir yazı kaleme aldı.
Henüz tutsak olmadığı 8 Kasım 2018 tarihinde benzer taleple açlık grevi eylemi başlatan ve bu eylemini 200 gün sürdüren Güven’in kaleme aldığı yazı şöyle:
Gücünü halktan alanlar kazanacak
“21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde adalete, barışa, vicdana açız. ‘Eski dünya ölüyor ve yerine yenisi doğmakta zorlanıyor. Şimdi canavarların zamanı’ diyor Gramsci. Her doğum gibi yeni dünyanın doğuşu da zorlu ve sancılı oluyor. Emperyal güçler, dikta rejimler ve faşizan tekçi anlayışlar, mevcut rejimlerin ve ulus devletlerin devamından yana. Devrimci, demokrat, çağdaş ve evrensel değerleri savunan, halkların kendi kaderini tayin hakkının kutsallığına inanan ekolojist halklar, hareketler de değişimin öncülüğünü yapıyor. Kim kazanacak? Tabi ki gücünü halktan alan ve halkı esas alanlar kazanacak.
İsyan sesini duyuramayanların sesidir
Mevcut adil olmayan dünya düzenindeki en trajik konulardan biri de Kürt halkının içinde bulunduğu durumdur. Mezopotamya coğrafyasının en kadim halklarından olan, edebiyatın, sanatın, felsefenin, dinlerin, bilimin çıkış noktası, toplumsallaşmanın ana kaynağı, bilgelerin diyarı, ana tanrıça kültürünün hakim olduğu Kurdistan ülkesi, hegemon güçler tarafından yüzyıl önce dört parçaya bölünmüştür. Bu Kürt halkının iradesi dışında gerçekleşen bölünme, yüzyıldır devam eden isyanların fitilini ateşlemiştir. Hani bir söz vardır; ‘nerede varsa bir zulüm, çaresi isyan olmuştur. Çünkü isyan sesini duyuramayanların sesidir.’ Kendi ülkesinde çarmıha gerilen halkımızın acılarını kavramak ve içinde bulundukları gerçekliği anlamak için çağın ve bölgenin karmaşık, siyasi, krizli ortamını iyi analiz etmemiz gerekir.
Kürtler ağır bedeller karşısında çok şey öğrendi
Kürt halkı son yüzyılda ağır bedeller karşısında çok şey öğrendi. Egemenlerin, ülkesi, dili, dini ne olursa olsun onlara asla güvenilmeyeceğini öğrendi. Kürt’e en büyük zararı yine Kürt’ün verdiğini, ulusal birlik sağlanmadan bütün çözümlerin lokal kalacağını artık biliyoruz. Çünkü son 50 yılda Kürt halkının her anlamda adeta ‘gen haritasını’ çıkaran, kişilik çözümlemesinden bölge analizine kadar doğru ve gerçekçi politikalar geliştiren Kürt Halk Önderliği Abdullah Öcalan var. Bu nedenle de halkımız 4 Nisan’ı kendi doğum günleri olarak kutlar. Kendisi son 24 yıldır İmralı Adası’nda Kürt sorununun barışçıl ve kalıcı çözümü için çabalamaktadır. Bu samimi çözüm çabaları hala doğru bir muhatap bulamamıştır.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, kendi iktidarının bekası için Kürt sorunu kimi zaman masaya, kimi zaman da buzdolabına koyabilmektedir. Kürt Halk Önderliği’ne tecrit uygularken, tamamen kendi yasalarının dışına çıkıyor ve sorumsuzca bir tutum sergiliyor. Bugünlerde İsrail Başbakanı’na ‘Uluslararası ceza mahkemelerinde’ yargılanacağını sıkça vurguluyor. Sanırım kendisinin de bu hazin sonla karşılaşacağını idrak etmiş durumdadır. Bizce de bütün diktatörler, Gazzeli çocukların da Roboskîli çocukların da katilleri yargılansın!
1948’den bu yana İsrail devletinin, 1924 yılında bu yana da Türkiye devletinin Kürt ve Filistin halkına yapmadığı hangi zulüm çeşidi kaldı acaba? Kısa bir tarih okuması yaptığımızda Agirî, Zîlan, Dêrsim, Cizîr, Sûr diye devam edeceğimiz bir katliamlar silsilesi çıkıyor karşımıza. Aynı şekilde kardeş Filistin halkına da Sabra ve Şatilla, 6 Gün savaşları, intifada ve birçok kırımın yapıldığını görürüz. Dolayısıyla kim kime göre terörist, kim kime göre diktatör? Bunu en iyi Kürt ve Filistin halkı biliyor. Filistin halkı için hamaset yapanlar, ikiyüzlülüğü ve sahtekarlığı bırakıp, bin yıllardır aynı coğrafyada birlikte yaşadığı Kürt halkının acılarını anlamaya çalışsınlar. Evet, Kürt halkı ve Filistin halkının yaşadıkları benzerdir. Her iki halk da kendi topraklarında mülteci durumundadır.
Faşist İsrail devletinin zindanları Filistinli kadın, çocuk, yaşlı, erkek hastalarla doludur. Aynı şekilde Türkiye devletinin zindanları da Kürtlerle doludur. Tv kanallarında Hamas’a övgüler yapıp, İsrail’e lanet yağdıranlar Filistin halkının dostu değiller. Şimdiden Gazze’nin yeniden inşası için avuçlarını ovanlar Cumhurbaşkanı uçağından inmiyorlar. Dolayısıyla yanı başındaki Kürt’ün acılarını paylaşmayanların Filistin halkının yaşadıkları vahşeti anlama şansı yoktur. Bizler Türkiye zindanlarında esiriz. Onlar da İsrail zindanlarında esirler.
Haklı talepler yüzünden aç kalmak zorunda kaldılar
Kürt tutsaklar son 50 yılda defalarca bedenlerini açlığa yatırarak, seslerini kamuoyuna duyurmaya çalıştılar. ‘Özgür önderlik, özgür ülke’ sevdalıları açlık kervanı ile yine yollardalar. Bu yolun ölümcül yol olduğunu hiç kuşku yok ki en iyi politik tutsaklar biliyor. Ama aynı zamanda Önderliksiz ve ülkesiz bir yaşamın olmayacağını da iyi biliyorlar. Doğal toplumdan sonra ahlak ve vicdanın yerine hukukun soğuk ve ruhsuz hali ikame edildiği tarihten bugüne hukuksuzluğa uğrayan bütün ezilen halklar kesintisiz direnişte, isyanda ve intifada oldular! Halkımızın yiğit evlatları haklı ve meşru talepleri için neden aç kalmak-ölmek zorunda kaldılar? Daha dün onlar kahrolası yasalarını tüm tutsaklara eşit uygulasınlar diye gencecik bedenler tabutlar içinde zindanlardan çıkarıldı. Belli ki yetmemiş!
‘Tutsakların başka bir yolu kalmamıştır’
Günümüz zalim Dehakları, daha çok genç beyin istiyorlar. 12 Eylül faşizmini Kemaller, Hayriler direnişleriyle aydınlattılar. Zülküf, Ayten, Medya, Zehra, Siraç, Mahsum, Gonca hevallerimiz fedai ruhlarıyla ağır tecrit uygulamasında bir gedik açtılar. Milyonlar Önderliklerinin yaşadığını, iyi olduğunun mesajını almış oldular. Daha hevallerimizin acısı yüreğimizde taze iken, tecrit kaldığı yerden devam etti. Dolayısıyla hiç kimse ‘Neden bu eyleme karar verdiniz’ demesin. Biz tutsakların başka bir yolu kalmamıştır. Bilinmelidir ki, bedenini açlığa yatırmak, günden güne dirhem dirhem erimek hiçte kolay bir durum değildi. Ama bir halkın kendisine önder olarak kabul ettiği Kürt Halk Önder’i ve yanındaki 3 arkadaşımızın ağır tecrit koşullarında olmaları, yaşayıp yaşamadıklarını dahi bilmeden yaşamak da kolay değildir.
Kürt halkı canını ortaya koymuştur
Politik tutsaklar; Önderliğimiz üzerinde mutlak bir tecrit yaşanırken, aileleri dahi hiç kimse Ada’dan haber alamazken, bu tecrit hali bütün zindanlara yayılmışken, hasta tutsaklar bir bir yaşamlarını yitirirken, cezası bittiği halde arkadaşlarımız bırakılmazken, cezaevlerinde her türlü baskı ve işkence yöntemi devam ederken, Kürt sorunu çözümsüzlüğe mahkum edilmişken, dışarıda Kürtlere ve onların öncülerine dair söz kuran herkes derdest edilirken sessiz ve eylemsiz kalamazlardı. Kürt sorununun yarattığı ağır tablo ortadadır. Artık gelinen aşamada aynı aileden birden çok insan savaşta yaşamını yitirmiştir. Birden çok insan da tutsaktır. Bu tutsaklar, AKP-MHP faşist iktidarı tarafından bilerek Türkiye metropol cezaevlerinde tutuluyor. 12 Eylül’den günümüze ‘Kürt anasını görmesin’ konsepti hiç arıza vermeden tıkır tıkır işliyor. Bütün bunlara rağmen fedakar Kürt halkı kendi mücadelesi için her şart altında canını, malını ortaya koymuştur.
Onyıllardır halkımızın yaz-kış demeden başı dik beklediği iki kapıdan biri morg, birisi de zindan kapılarıdır. Bu nedenle mücadelemiz bir halk hareketine evrilmiştir. Önderliğimiz ve daha binlerce arkadaşımız bütün ömrünü halkının özgürlüğü için feda etmiştir. Hal böyle olunca halkımız, İmralı Adası’nda başlayan ve bütün zindanlara yayılan bu tecrit zulmüne kayıtsız kalmadı ve dünyanın dört bir yanından tepkisini ortaya koymaya devam ediyor.
‘Yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz’
Sonuç olarak değerli halkımız bilmelidir ki 27 Kasım’da zindanlarda dönüşümlü olarak başlayan açlık grevi eylemimizin başarıya ulaşması tamamen sizlerin sahiplenmesine bağlıdır. Unutmayın ki bizler ‘Yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz.’
“Önder Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” şiarıyla başlayan bu hamlemiz bütün alanlarda güçlü bir irade ile başarıya ulaşması hepimizin temel hedefidir. Sizler tutsakların sesi, nefesi olacaksınız. Bugüne kadar elde ettiğimiz bütün kazanımlarımızın ortak irade, ortak güç ve kolektif çaba ile gerçekleştiğini hepimiz biliyoruz.
Türkiye kamuoyuna söyleyecek söz bulamıyorum; elbette bu konuda duyarlı kesimleri tenzih ediyorum. Ama yaşanan pratikler ortadadır. Mesele Kürt ve Kürtlerin hakları olunca Türkiyeli dostlar demokratlıktan, sosyalistlikten, adil olmaktan, duyarlı olmaktan, devrimcilik ve yurtseverlikten feragat ediyor. Adeta geçici hafıza kaybı yaşıyorlar. Amalar fakatlar ile demagoji yapıyor, bu şekilde günü kurtarmaya çalışıyorlar. Kendisine saygısı olmayan bu kesimlerden elbette bir şey beklemiyoruz. Ama içinde bulundukları oportünistliği de bilmediğimizi sanmasınlar. Öyle bir gün “Öcalan’a tecrit uygulanması doğru değildir” deyip ertesi gün de “montaj” diyerek aydın olunmuyor. Kürtlerin bu tarz dostluklara ihtiyacı yok. Bilinsin!
Çağrımız herkese
Bizim esas çağrımız halkların kardeşliğine gerçek anlamda inanan işçilere, emekçilere, kadınlara, ezilen tüm kesimleredir. Ekmeği her gün biraz daha küçülenleredir. Çatışmalardan beslenen faşist iktidarlardan hesap soracak olan onlardır. ‘Merminin tanesi kaç lira biliyor musun?’ diyerek Efrîn’i işgal edenlerden, yoksul halkın sırtına bindirdiği vergilerle sınırların dışına çıkıp hiçbir kural tanımadan dağı taşı bombalayan, geçinemediği için intihara sürüklenen insanların hesabını soracak olan halkın kendisidir.
Toplumun duyarlılığı eylemdeki arkadaşların direncini artıracaktır
Bizler Kürt sorununun demokratik, barışçıl yollarla çözümü için bedel ödüyoruz. Bu sorun çözülmeden Türkiye’de hiçbir şeyin çözülemeyeceğini, ekonomiden refaha, ekolojiden özgürlüklere her şeyin çözümsüz bırakılan Kürt meselesinden kaynaklandığını söylemekten vazgeçmeyeceğiz. Konformist yaşamlarında taviz vermeyenlerin bizi anlamaları zaman alıyor. Oysa her geçen zaman diliminde sayılardan ibaret olmayan yaşamlar yok oluyor. Bu nedenlerle tekrar belirtmeliyim ki, açlık grevlerinde her gün, her saat, her dakika çok önemlidir. Toplumun duyarlılığı eylemdeki arkadaşların direncini artıracaktır. Belki Filistin’e kadar gidip dayanışma göstermediniz ama Kürt halkına, politik tutsaklara bu duyarlılığı gösterebilirsiniz. Cezaevlerinde tabutlar çıkmadan herkes elinden ne geliyorsa onu yapmalıdır. Başarı direnen Kürt halkının olacaktır.”
Kaynak: MA