HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven, “Çaba sahibi olan Sayın Öcalan’ın devreye girmesi için öncelikle ağır tecrit koşullarının ortadan kaldırılması gerekiyor. Tecride karşı sessiz kalınarak çözümsüzlüğü bizler de derinleştiriyoruz. Sayın Öcalan avukatları ve ailesiyle görüşene kadar eylemimi sürdüreceğim” dedi.
Türkiye’nin Afrin’e yönelik operasyona karşı gösterdiği tepki, yaptığı açıklamalar ve Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) çalışmaları nedeniyle 31 Ocak’ta tutuklanan DTK Eş Başkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven, 24 Haziran seçimlerinde milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmiyor. Güven, tutuklu yargılandığı Diyarbakır 9’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 3’üncü duruşmasında kelepçe dayatmasını reddederek, duruşmaya katılmadı. SEGBİS sistemi ile duruşmaya katılan Güven, mahkemenin adil davranmadığını belirterek, dava kapsamında artık savunma yapmayacağını belirtti. Güven, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek amacıyla süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemi başlattığını da duyurmuştu. Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde bulunan Güven, devam eden yargılama ve başlattığı açlık grevi eylemine dair Mezopotamya Ajansı’ndan Özgür Paksoy’un sorularını yanıtladı.
Milletvekili seçilmenize rağmen tutuklu yargılandığınız davanın 3’üncü duruşmasına kelepçeli götürülmek istendiniz. Kelepçeyi reddederek duruşmaya katılmadınız. Kelepçe dayatması ile neyi amaçlıyorlar?
Bilindiği üzere yaklaşık 9 ay önce Türk devletinin Afrin’i işgal operasyonuna karşı çıktığımı belirtmem ve bu temelde yaptığım basın açıklamasının ardından gözaltına alınarak tutuklandım. Hatırlanacağı gibi benzer açıklama ve sosyal medya paylaşımlarından dolayı birçok kişi gözaltına alındı ve tutuklandı. Yine bana istinat edilen suçlamalar aynı zamanda tutuklu bulunan tüm siyasetçi arkadaşlarıma istinat edilen suçlamalarla aynıdır. Yani düşünce özgürlüğünün suç sayılması. Bu ülkede yaşayan herkesin de bildiği gibi suçlamalar, mahkemeler ve verilen kararlar siyasidir. Dolayısıyla bu durumdan hukuki bir çıkarsama yapmak mümkün değildir. Mevcut yargılamalara ilişkin vekil seçildikten sonra kamuoyunda bırakılacağıma, yargılamaların hukuki olarak durdurulacağına dair bir beklenti oluşmuştu. CHP vekili (Enis Berberoğlu) bırakılınca bu beklenti daha da arttı. Bunlar iyi niyetli beklentilerdi. Fakat Türk devletinin Kürt ve Kürdistan gerçeğine yaklaşımını bilen ve okuyanlar sürecin böyle işlemeyeceğini bilirler.
4 Kasım darbesiyle alınan seçilmiş eşbaşkanlar, vekillerimiz değil miydi? Yine belediye eşbaşkanları halkın seçilmişleri değil miydi? Demek ki benim durumumun, o arkadaşlarımdan çok da bir farkı yok. Halen cezaevlerinde bulunuyorlar. 2011 seçimlerinden sonrada benzer durumlar yaşandı. CHP vekilleri (tutuklu olanlar) anında bırakılırken, bizim arkadaşlarımız 2 buçuk yıl sonra bırakıldı. Kürde düşman hukuku işleniyor. Dediğim şey de tam da bu. Son mahkemede yaptığım savunma, dosyamda değişikliklere neden oldu. ‘Mahkemeler, yargılamalar siyasallaşmıştır’ dediğimden dolayı, üyelikten yargılanırken, madde değiştirilip yöneticilikten yargılamaya dönüşüyor. Doğrusu şaşırmıyorum.
11 Temmuz tarihli duruşmaya katılmak için cezaevi kapısına geldiğimde yasama dokunulmazlığım var dedim ve kelepçe takmadım. Onlarda kabul ettiler ve kelepçeyi takmadılar. Daha sonrasında hastaneye gitmek istediğimde kelepçe takmayı dayattılar, kabul etmediğimden tedavi olamadım. Bu mahkeme duruşmasına giderken benzer bir yaklaşımla karşılaştım. Bu sefer hadlerini aşan, kaba üsluplarla kelepçe dayatmasında bulundular. Bunun üzerine dilekçe yazarak SEGBİS sistemi ile katılmak istediğimi belirttim. Tabi kelepçe dayatması bütün vekil arkadaşlarıma da dayatıldı. Sadece bana özgü değil. Hasta tutsakları kelepçe ile ringe bindiren, kelepçe ile muayene yaptıran, tutsakları hastane bodrumlarındaki hücrelerde ranzaya kelepçeleyen uygulamaları günlük olarak görüyor, tanık oluyoruz. Halka bunu yapan, halkın vekiline de aynısını yapmakta sorun görmez. Tüm bunların bilincinde olarak bu uygulamayı reddediyoruz.
Kürt siyasetçiler olarak sürekli SEGBİS sistemine karşı duruşunuz biliniyor. Duruşmaya SEGBİS sistemi ile neden katıldınız?
Mahkeme görüşmelerinin yüz yüze yapılması ilkesini esas aldığımız için SEGBİS uygulamasını kabul etmiyoruz. Fakat o kadar dava dosyaları fazla olunca davalara katılamama durumu bizi aleyhte etkiliyor. Bu nedenle birçok duruşmaya katılma zorunluluğu ortaya çıkıyor. Örneğin Van, Batman, Adana, Urfa, Siirt ve Mardin’de davalarım bulunmakta. Tutuklu bulunan birçok arkadaşlarımız aynı durumda. Tabi Amed’de olmam ve SEGBİS’le duruşmaya katılma nedenim farklı; mahkeme heyetine, kamuoyuna düşüncelerimi duyurmak için SEGBİS sistemini kabul ettim. Sanırım mahkeme heyeti kabul ettiği için pişman olmuştur. Ama iş işten geçti.
Tarihi eylemlere sahne olan Diyarbakır 5 Nolu cezaevinde böylesi bir süreçte açlık grevi eylemine başladınız? Bulunduğunuz cezaevinde nasıl bir mesaj vermek istiyorsunuz?
Amed Zindanının tarihsel gerçekliğinin tutsaklara verdiği ayrı bir maneviyat var. Hem vahşetin, hem direnişin işlerini bu zindanda çok gördüm. Daha önce burada 5 yıl kaldım. Burada tutsaklara yaptırılan tavandaki dev Türk bayrağı hiç söze gerek kalmadan her şeyi anlatıyor. Yine tutsakların kendi renkleri ile koğuşların tavanlarına yaptıkları bayrakların üzerine defalarca boya yapılmasına rağmen kıyıdan köşeden belli eden sarı, kırmızı ve yeşil renkler de her şeyi anlatmaya yetiyor. Bazen duvarların dili olsa da konuşsa diyorum. Baktığım, bastığım her yerin bir anlamı bir geçmişi var. Bu durum yaşananları bir daha anlamlandırmama vesile oluyor. Büyük direnişlerin mekanı dolayısıyla anılarına layık olmak önemlidir.
Sizi bu eyleme iten nedenler neler oldu?
Tarihsel olarak Kürt gerçekliği varlığını sağlama potansiyelini her türlü imha politikası karşısında koruyabilmiştir. Tarihsel köke sahip olan tüm bu politikalar, günümüzde de benzer yöntem ve araçlarla ağırlaştırarak uygulanıyor. Kürt sorununa dönük önceki dönem geliştirilen çözüm arayışları, tekçi ve egemenlikçi iktidar zihniyeti ve politikaları nedeniyle sürekli sekteye uğradı. 2013 Newrozu’nda da Sayın Öcalan’ın Kürt sorununun çözümüne ilişkin yayınladığı mesajı, yeni bir dönemi başlatmıştı. Mesajda Sayın Öcalan’ın Kürt ve Türk halklarının kadim kardeşliğine dikkat çekmiş, ülkenin toplumsal barışına hizmet edecek çözümün kendi öz dinamikleriyle gerçekleşme olasılığını mümkün görerek, kendilerine düşen tüm sorumluluğu alarak, nihai ve kalıcı çözüm için rolünü oynayacağını belirtmiştir.
Sayın Öcalan’ın çözüm konusunda yegane aktör, tek aktör olduğunu herkes kabul ediyor. Fakat AKP hükümetinin tekçi ve savaşı dayatan politikaları sürecin bitirilmesine sebep olmuştur. Ülkemiz yeniden bir çatışmalı ortamın ve yıkımın içine sürüklenmiştir. Sayın Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit bu dönemden sonra başladı. Ne aile ne avukat görüşmeleri yapılamadı. Çözümsüzlüğü dayatan politikalar sorunları ağırlaştırmaktadır. Toplumsal barışın sağlanması konusunda kaybedecek zamanımız kalmadı. Sorunların çözümü kavrandı. Çaba sahibi olan Sayın Öcalan’ın devreye girmesi için öncelikle ağır tecrit koşullarının ortadan kaldırılması gerekiyor. Ulusal ve uluslararası hukuk çerçevesinde koşullarının iyileştirilmesi lazım.
Eyleminizle ilgili başta Eşbaşkanı olduğunuz DTK’ye, milletvekili olduğunuz HDP’ye veya seçmenlerinize bir çağrınız var mı?
Bu konuda tüm demokratik çevrelerin üzerine düşen görev ve sorumlulukların olduğunu düşünüyorum. Tecride karşı sessiz kalınarak çözümsüzlüğü bizler de derinleştiriyoruz. Tecrit Sayın Öcalan şahsında tüm Kürt halkına uygulanmaktadır. Bu tecrit insani ve ahlaki değildir. Halkın seçilmiş bir vekili olarak yaşanan sorunlar karşısında hiçbir şey yapmadan durmayı doğru bulmadım. Toplumsal barışın sağlanması konusunda üzerime düşen her türlü görevi yerine getirmeye hazırım. Özgür irademle açlık grevine girme kararı aldım. Sayın Öcalan avukatları ve ailesiyle görüşene kadar da eylemimi sürdüreceğim.