Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in açlık grevi ikinci ayını da doldurmak üzere. İçeride ve dışarıda büyük yankı bulan ve her geçen gün yükselen açlık grevi dalgasının anlam ve önemini Kürt halkı anlıyor anlamasına da; bunu pek fazlaca anlayamayan bazı çevreler var. Hayır, hayır iktidar çevrelerinden söz etmiyorum. Onlar anlıyor ve aslında bundan çok korkuyor. Kimi sol, sosyalist çevreler, “Niçin tüm dikkatinizi Öcalan’a odaklıyorsunuz? O’nun mahkumiyeti kesinleşmiş. İçeriden çıkması da imkansız. O’nunla ilgili kampanyalar düzenlemenin ne yararı var” diyor mealen.
Bu yaklaşıma diyeceklerimiz var ama önce Leyla Güven’den başlayalım. Sahi Leyla Güven, ne istiyor; ne diyor bize? Kendisi son seçimlerde Hakkari’den milletvekili seçildi. Halen yürürlükte midir, pek bilemiyoruz ama mevcut Anayasa ve yasalara göre, seçildiği gün, davası milletvekilliğinin biteceği güne kadar ertelenip, tahliye edilmesi gerekiyordu. Ancak hem Leyla Güven’i hem de CHP’den milletvekili seçilen Enis Berberoğlu’nu tahliye etmediler. Oysa tutuksuz yargılanmakta olan HDP milletvekili Kemal Bülbül’ün davası, milletvekilliğinin sonuna bırakılarak, dosyadan çıkarıldı; yani tefrik edildi yasalara uygun olarak.
Enis Berberoğlu, partisini zor bela harekete geçirdi; kendisinin tahliye edilmesi için. Yani yasaların uygulanması için. Durumu epeyce haber oldu. Mahkeme direndi tahliye etmemek için hatta hakkında hüküm verdi ve Anayasa Mahkemesi’nin talebine uyarak tahliye etti. Hakkında hüküm verilmiş bir milletvekili tahliye edilmiş oldu; yine yasalara aykırı olarak. Tezkeresi de meclise gönderildi; istendiği zaman yeniden hapse gönderilmesi için. CHP yönetimi, Berberoğlu için mahcup şekilde harekete geçerken; Leyla Güven’in adını bile ağzına almadı. HDP, her fırsatta Leyla Güven’in serbest bırakılmasını söyledi; yapılan işlemi protesto etti. Ancak Leyla Güven’in kendi talebi olmadı hiç bu manada. Halen de yargılandığı mahkemeyi tanımıyor; tahliye talep etmiyor.
Peki Leyla Güven ne istiyor; ne talep ediyor? İmralı’da yıllardır tamamen tecrit edilmiş durumda bulunan Sayın Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılmasını ve ailesinin-avukatlarının O’nunla görüşebilmesini istiyor. Böylece ülkemize yeniden barış ortamının gelmesini; Kürt sorununun demokratik yollardan çözümünü talep etmiş oluyor. Kürt sorununun çözümünü AKP-MHP rejimi, neredeyse tüm Kürtlerin öldürülmesi olarak görürken, Kürtler başta anadilleri olmak üzere kendi kültürel kimlikleriyle, Türklerle eşit vatandaşlar olarak yaşamak istiyorlar. Kürt Özgürlük Hareketi, ayrı bir devlet talebinden vazgeçeli çok uzun zaman oldu. Kürtler sınırları değiştirmeden özerk ya da federal çözümleri tartışmak isterken; iktidardaki 1930 model akıl, bir türlü ulaşamadığı ulus devlet olabilmek için halen ülkedeki diğer halklara sömürgeci yaklaşımını sürdürüyor.
Kürtler ve Türklerin birlikte demokrasi mücadelesi verebileceği parti modeli yirmi yılın ardından Halkların Demokratik Partisi ile zirveye ulaştı. Barajları yıktı ve ölümcül saldırılara rağmen iki dönemdir mecliste. Halkların birlikte kardeşçe yaşayabileceği HDP modeli, daha sonra Rojava’da da hayata geçti. Burada HDP, Suriye’de PYD, halklara nefes aldırabilecek kardeşliğe öncülük ediyor. Laik yapısıyla, Ortadoğu’daki halkların, dini nüansların birbirini boğazlamadan kardeşçe yaşayabileceği bir model olarak bir güneş gibi parlıyor. İşte bu modeli, ortaya çıktığı her yerde boğmaya çalışan IŞİD’çi anlayış, saldırısına İmralı’dan başlıyor; çünkü tüm bu gelişmelerin başında Öcalan var. O’nunla görüşmek, O’nun sözlerini kamuoyuna taşımak barışa yol açabilecek. Oysa barıştan, çözümden söz eden akademisyenlerin bile canına okumaya çalışan rejimin en büyük korkusu, HDP-PYD modelinin önderi oluyor.
Leyla Güven, kendisi için bir şey istemiyor. Seçimde kazanmış olduğu milletvekilliğini yapmak için meclise gitmek gibi bir talebi bile yok. O, sadece İmralı’dan gelebilecek sesin peşinde. Bunun için, bedenini açlığa yatırdı. Leyla Güven’i en önce cezaevlerindeki özgürlük tutsakları duydu ve saflara katıldı. Bu özgürlük çığlığı, şimdi dünyanın dört bir tarafında yankılanmaya başladı. Açlık grevi dalgası her geçen gün yükselirken; AKP rejimi bu çığlığı duymak istemediği gibi, bu çığlığın anti-tezi olan savaşta ısrar ediyor. Değerli solcu ve sosyalist kardeşlerimiz, siz hangi taraftasınız?