Leo Tolstoy, gençliğinde yanlış sebeplerle yazmış olma hatası üzerine tefekkür ederken, tavizsiz bir öz-farkındalık ile, “yazdıklarımla ün ve para kazanmak için iyiyi gizlemem ve kötüyü göstermem gerekiyordu,” diye itiraf etmiştir. Genç bir adamken, “ya son derece kutsal olan ya da kutsallığı hiç tanımayanlara özgü bir özgüvene sahip ve halinden memnun” olan diğer edebiyat vurguncularıyla birlikte, edebiyata maddi amaçlar için bir araç, takdir toplamak ve kazanç elde etmek için takas edilen bir pazarlık kozu gözüyle bakmıştı. Yaklaşık olarak aynı dönemde, Atlantik’in karşı yakasında, genç William James, amacı kazancın önüne koymak için zorlu bir karar verdi – onu en sonunda Amerikan psikolojisinin kurucu babası yapacak bir karar – ve bu vazgeçişin düğüm noktasını şöyle özetledi: “Ne de olsa, hayattaki en büyük mesele, beden ve ruhun nasıl bir arada tutulacağı gibi görünüyor.” Sanatçıların da karnını doyurması gerek elbet, ama bunu ne pahasına, kimin terazisinde tartılarak yapmalılar?
James ve Tolstoy’un birbirinin rakibi olan kültür ve ticaret güçleriyle ahlakî mücadelesinden – modern piyasa sisteminin yükselişiyle birlikte sonsuz şekilde yoğunlaşan bir mücadele – neredeyse bir buçuk yüzyıl sonra, bir başka edebiyat devi ve hakikat anlatıcısı, yaratıcı kültürün bu temel meselelerini nadir bir sarahat ve fikir aydınlığı ile ele aldı.
19 Kasım 2014’te Ursula K. Le Guin (21 Ekim 1929–22 Ocak 2018), ikinci Ulusal Kitap Ödülü’nü kısa, sarsıcı bir konuşma ile almak için podyuma çıktığında şöyle demişti:
Şu anki yaşam tarzımıza alternatifler görebilen, korkunun esiri olmuş toplumun ve onun takıntılı teknolojilerinin içinde başka türlü var oluş imkanlarını görebilen ve hatta ümit etmek için gerçek sebepleri hayal edebilen yazarların sesini duymak isteyeceğiniz zor zamanlar geliyor. Özgürlüğü hatırlayabilen yazarlara – şairlere, vizyonerlere – daha büyük bir gerçekliğin gerçekçilerine ihtiyacımız olacak.
Le Guin, en geniş anlamıyla bir “gören” idi – onun bakışı, kültürümüzün birçoklarına görünür olan risk ve olasılık ufuklarını aşıyordu ve karanlıklaşan bir gerçekliğin erken uyarı işaretlerini görmüştü. Sanatın metalaşmasına karşı nasihatlerine başladıktan on yıl sonra, sanatsal faziletlerin değil pazarlanabilirliğin motive ettiği kültürel eserlerin yaratılmasına, çağımızın en tehlikeli tuzaklarından biri olarak işaret ediyordu:
Şu anda, pazara bir meta üretmek ile sanatsal bir eylem arasındaki farkı bilen yazarlara ihtiyacımız var. Şirket kârlarını ve reklam gelirlerini maksimize etmek amacıyla satış stratejilerine uygun yazılı materyaller geliştirmek, sorumlu kitap yayıncılığı veya yazarlık ile aynı şey değildir.
Ancak buna rağmen, satış departmanlarına editörlük yetkileri verildiğini görüyorum. Kendi yayıncılarımın, aptalca bir cehalet ve açgözlülük paniği içinde, bir e-kitap için halk kütüphanelerini müşterilerinden altı veya yedi kat daha fazla ücretlendirdiklerini görüyorum. Çok olmadı, bir vurguncunun bir yayıncıyı itaatsizliği için cezalandırdığını ve yazarların şirket fetvaları ile tehdit edildiğini gördük. Ve birçoğumuzun, üretenlerin, kitapları yazanların ve yapanların, bunu kabul ettiğini, meta vurguncularının bizi bir deodorant gibi satmasına ve bize ne yayınlayacağımızı, ne yazacağımızı söylemesine izin verdiğini görüyorum.
Le Guin, nasihatini umutlu ve güç veren bir notla bitiriyordu – bize her bozuk sistemin düzeltilebileceğini, düzeltmenin kendi katılımcı ellerimizde olduğunu hatırlatan bir eylem çağrısı ile. Le Guin şöyle tembihliyordu:
Kitaplar salt meta değildirler; kâr motivasyonu çoğu zaman sanatın amaçlarıyla uyuşmaz. Kapitalist bir düzende yaşıyoruz, gücünden kaçınılmaz gibi görünüyor – ama kralların kutsal hakkı da öyle görünmüyor muydu? İnsanların insan kaynaklı her güce direnmesi ve onu değiştirmesi mümkündür. Direniş ve değişim çoğu zaman sanatta başlar. En çok da bizim sanatımız, sözcüklerin sanatında.
Bir yazar, iyi bir yazar olarak iyi bir şirkette uzun bir kariyerim oldu. Şimdi burada, bu kariyerin sonuna gelmişken, Amerikan edebiyatının arkadan hançerlenmesini izlemek istemiyorum. Yazarak ve yayımlayarak yaşayan bizler, payımıza düşeni istiyoruz ve talep de etmeliyiz; ama güzel ödülümüzün adı kâr değil. Onun adı, özgürlük.
Kaynak: dunyadanceviri.wordpress.com Çeviri: Serap Güneş