Amacım kapitalist üretimin birikim modelleri ve yarattığı sonuçlara ilişkin çözümleler yapmak değil. Üretimin teknik altyapısındaki gelişmeler, bunun emek gücünü daha fazla sömürebilmeyi sağlayacak üretim organizasyonlarına tercüme edilmesine dair sayısız çalışma, çözümleme var zaten. Tüm bu gelişmelerin sahici sonuçlarını da hepimiz yaşayıp deneyimliyoruz. Derdim bu sonuçlar içinde en trajik olanlarına dair somut bir örneği, dayanışma ve örgütlenme inadını pekiştirmek üzere gündemleştirmektir.
LC Waikiki’nin Esenyurt deposunda Alman menşeli taşeron firma bünyesinde çalışan temizlik işçilerinin ağzından dökülen her cümle, gözlerine yansıyan her anlam bu çağrıyı fazlasıyla yapıyor zaten.
Bunlar, vasıfsız işgücünün mahkûm edildiği kölelik koşullarının ve aslında kapitalist barbarlığın çarpıcı ifadelerindendir. Vasıflı olanlarda durum farklı mı, değil elbette. Ancak bundan tümüyle yoksun olanlar açısından tablo son derece çıplaklaşıyor.
Yüzyılımızın en kritik işkollarından birine dönüşen lojistik depolarının işçiyi makineleştiren, tüm insani vasıflarından arınmasını dayatan en tipik örneği Amazon depoya ilişkin anlatımlarla gündemleşmişti. Migros depo işçileriyse bunun yakın dönemde pratik-simgesel ifadesi oldu.
Bu depolarda temizlik gibi vasıfsız işleri yapanların kelimenin gerçek anlamıyla köle muamelesi görmelerinin ifadesiyse LC Waikiki deposundaki işçilerin yaşadıklarında dile gelir. Sınıfın en örgütsüz, mücadele deneyimi en sınırlı kesimi olan depo temizlik işçileri, patronların onlardan beklediği kölelik nizamını birlikte hareket ederek bozmuştu. Promosyonla başlamıştı sorun. Yasal hakları olan bu paraya -birçok yerde olduğu gibi- patron el koymasın istiyorlardı. Fakat o, bardağı taşıran son damlaydı. Angarya, tanımı olmayan iş, asgari ücret, hayatın kılı kırk yardırarak sürdürülebilmesi için mesai üstüne mesai, pazar günleri bile üç kuruş daha kazanmak için çalışmak… Bir işçi durumu, “Uyumak dışındaki tüm yaşamımız burada geçiyor” diye özetliyor.
İşçi sınıfının en yoksul kesimi onlar. Vasıfsız oldukları için üretim içinde özel bir yaptırım güçleri yok. Bir itirazlarında kapıya konulmaları âdettendir. Keza kapıda onlar gibi milyonlarca iş bekleyenin olduğu söylenir kendilerine.
Klasik sendikacılık anlayışının kolay kolay tenezzül etmediği bir sınıf bölüğü olduklarıysa sabit bir gerçek. Bu gerçek son yıllarda bağımsız ya da sınıf derdi olan samimi sendikalar eliyle kısmen değişmiş durumda.
LC Waikiki işçileri de bu gerçeğin çarpıcı bir parçası.
Yaklaşık 2 aydır yarattıkları doğal iç örgütlenmeyle promosyon hakkı için eylem yapıyorlardı. Bu iç örgütlenmenin arkasında da muhakkak ki son zamanlarda yaşanan işçi eylemlerinin yol göstericiliği ya da depoda çalışmaya başlayan örgütlenme ve eylem deneyimine sahip işçiler vardı, bunu bilmiyoruz. Ama denildiği gibi hiçbir şey aslında kendiliğinden başlamıyor, En kendiliğinden görünen eylem ve pratiklerin arkasında bile mutlaka bir hafıza, bir deneyim vardır.
Köle muamelesi yapılan işçilerin kendi içlerinden temsilci seçmeleri, iş yavaşlatıp durdurmayı öğrenmeleri, örgütlü bir gövde gibi hareket etmeleri patronlara çok dokunmuştu. Aşağıladıkları, her gün onurlarını kırdıkları işçiler nasıl böyle davranabilirlerdi ki?! Yıllarca “patron olmasa biz ne yaparız, o varsa iş var” gibi kendi gücünü unutup varlığına yabancılaşan işçilerin küçük bir kıpırdanışı bile patronlar için alarm niteliği taşır. LC Waikiki deposunda da olan bu. İşin içine bir de sendika üyeliği ve sendikanın müdahalesi girince o sınıf düşmanı yüzleri en çirkin halleriyle karşımıza çıkar.
2 ay boyunca oyalanan işçiler son olarak topluca merkez deponun önüne gittiklerinde patron da oyalamadan saldırıya geçer. İlk elde temsilci olarak seçilen yedi işçinin işine son verilir. Hem de patronların işçilerin emeğine çökmek için kullandıkları kodlardan 46’yla. Tazminatları gaspetmek için ahlaksızca kullandıkları bu kod “hırsızlık” dahil pek çok kötü çağrışımı yapıyor. İşçiler, sendika avukatı kendilerini bilgilendirinceye kadar yüzlerine söylenen Kod 46’nın manasını bilmezler. Avukattan öğrendikleri andan sonra şaşkınlıkla kırılan onurlarının acısı iç içe geçer.
Sendikayla birlikte kapı önünde başlayan direnişe içerdeki işçilerin dahil olmaması için her şeyi yapar patronlar. Arkadaşlarının yanında duran işçileri idari izne göndermek, tehdit mesajları yollamak, kıyımın çapını yeni işçilerle büyütmek… Polis desen, her direnişte olduğu gibi işçilerin karşısında hazır ve nazır!
Titrek titrek de olsa içerdeki işçilerin yüreği atılan arkadaşlarının yanındadır. Evin kirası, mutfak masrafı, çocukların okul giderleri, kapıda bekleyen işsizlik belası üzerlerine bir karabasan gibi çökmese…
Sınıfın en örgütsüz, en “kimsesiz”, en iç paralayıcı bir çaresizlikle kölece çalışmaya mecbur edilen bu kesimlerinin o titrekliği ancak güçlü bir dayanışmayla kucaklandıklarını hissettiklerinde aşılıp berrak bir duruşa dönüşebilir. Ve onların örgütlenmesi, güçlerine güvenmeyi güçlü bir dayanışma ağıyla hissetmeleri, yarınlar açısından çok kritik bir yerde duruyor.
LC Waikiki işçileriyle tam da bu nedenle tam da kapitalist barbarlığın en çirkin suretine güçlü bir tokat indirme bilinci ve inadıyla dayanışmak şarttır.