Değişen her şeyin değiştirdiği insan ve dünya artık böyle bir manzara: Herkes kırdığı ve kırıldığı kadardır. Biraz da kıydığı kadardır. Evet, insanın insana ve dünyaya yeltendiği sabahlarımız var. Herkesin ne olursa olsun ve kimle olursa olsun yalnız uyuduğu geceleri var. Bizler varları yokluğa kurban etmeyi maharet saydığımızdan beri, zannettiğimiz her şey bir boşluk açıyor dünyaya.
Boşluklarda büyüyen, oyuklarda kendine sebep arayan, kuytularda vazgeçtiği ne varsa onları sayan bir vaziyet, kimlere derman olacak? Soruları çoğaltıp cevapları liyakatsiz ilan edebilme hüneri, yeni sayfalar açıyor insan hayatında. Tersi de bir ihtimaldir ve bir anda her şeyi devirebilecek bir ihtilal olmaya adaydır. Zaten insan yaşayarak intihar etmeyi birbirine öğütleyendir.
Kurtuluşun çıkmaz sokakları, dar demokrasi yolları, uçuruma açılan özgürlük yolları; her biri birer son durak misali bekliyor yolcularını. İnenler, indirilenler, yolda kalanlar, yoldan korkanlar, yoldan sapanlar; hepsine pusu değil, birer pusula ve tabela lazım. Denilecektir onlara; vazgeçtiğiniz her yer sizden sizi bekliyor.
İçimizdeki yerlerin haritası yok. İçimizdeki derinliğin ölçüsü yok. İçimizin dışımızdan beklentisi çoktu bir zamanlar ama artık yok ve tüm bunlara tok. Durmadan hüsran, bitmeyen hüzün, duraksamayan zulüm kendini doğurup çoğaltıyor. Efsaneler eskidenmiş: yalan; masallar anlatılandır, yaşanan değil: hepten iftira. İnkâr edilen ve yok sanılan her şey saldırıyor durmadan.
Yarınlarımıza ahkamlar kesildi, dünlerimize matemler döşendi, bugünlerimize karabasanlar çöktü. Bizim zamanlarımız buhar, mekanlarımız zelzele. Hayatın adını yeniden icat etmek, dünyanın şeklini yeniden çizmek gerek. Bundan âlâ bir amaç herkesin hayatını rehin alıyor. Dualar ve beddualar avuçlardan önce yeryüzüne, sonra da gökyüzüne yükseliyor, yükselsin.
Bilmek bir şey değil burada, bilinmek artık revaçta. Hatırlanmak da mesele değil artık, görülmek daha elzem. Sefalarımız cefaları miras bıraktı, sevinçlerimiz gözyaşlarını layık gördü, bedenler cesetlere dönmeye özendi. Kifayetsiz günler, kefaret isteyenler geceler ile baş başa kaldık. Yalnız geldik, yalnızlaştık, yalnız gideceğiz diye bir tehdit herkes için Demokles’in kılıcı.
İspat isteyen çareler, engel bekleyen kavuşmalar bizi alkışlıyor ve biz bu tezahüratlardan mutluluklar çıkarıyoruz. Eskiden her şey meraktan bulunurdu. Şimdilerde her şey avuntularla sürgün ediliyor. Kurallar konulmuş, yasaklar sıralanmış ve her şeyle sınanmaktan bitap düşmüş hayaller, bize ve yarattığımız dünyaya gömülmüş. Tabiata aykırı biat, bir yön gibi, atılacak ilk adım gibi kendini gösteriyor.
Tehlikeli denilen, tekinsiz bilinen, teslim alınmak istenen, tesellilerle ehlileşen ne çok şeyimiz var. Silikleşe silikleşe silinen, yeniden yazılmasından korkulan, tahrip edilmiş, tahrife uğramış düşlerimiz hepten bozguna uğradı. Öfkeyi yeniden düşünmek, yazmak ve okumak lazım. Suçları ve cezaları kurşuna dizmeli.
Hayal etmek zamanı geçti, hayat vermek, hayata karıştırmak ve kendimizle karşılaştırmak mevsimi geldi. Hoş geldinler ve vedalar içimizden dışımıza serpilmeli, herkese de sergilenmeli.
Haftanın kitap önerisi: Burhan Sönmez, Franz K. Âşıkları / İletişim Yayınları-Kürtçesi Evîndarên Franz K. / Lîs Yayınları