Genel olarak laiklik, bireysel ve toplumsal hayatın yönlendiricileri olarak din ve devlet erkinin, etki ve egemenlik alanlarının/sınırlarının birbirlerinden ayrılmasını sağlayan siyasi, hukuki ve idari kurallar bütünüdür. Laiklik, Batıda Hıristiyan toplumlarında yaşanan Rönesans ve Reform süreçlerinin ulus devlet sürecinde doğmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise laik içerikli düşünce akımları Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde gelişmeye başlamış ve bu süreçte yapılan askeri, idari ve kültürel reformlar ile Hıristiyan Batı Medeniyeti’nin etkisi artmıştır. İdari sistemin Avrupai tarzda yeniden düzenlenmesi, okulların açılması, ticaret kanunlarının çıkarılması, yeni mahkemelerin kurulması vb çabalar, giderek laik bir hukukun gelişmesine yol açmıştır.
İttihat ve Terakki döneminde duraksamayan Batılılaşma çabalarına Cumhuriyetin ilk 15 yılında Kemalist hareket modernleşmeci bir tutumla hız verdi. Devlet ve toplum hayatında yukarıdan aşağıya doğru dayatma biçiminde süren bu modernleşme adımları, 1930’lu yıllarda “laik ve milli” bir devlet anlayışına dönüştü. Laikliğin din ve devlet ayırımına göre değil, dinin devlet kontrolünde tutulmasına dayandırıldığı için Cumhuriyet tarihi boyunca toplumda ilerici-gerici, laik-antilaik, Doğulu-Batılı, Cumhuriyetçi-Osmanlıcı gibi sorunsallar yaşandı. Bu nedenle ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel ve inançsal ayrışmalar ve saflaşmalar günümüze kadar devam edip geldi.
Laiklikle ilgili Meclis görüşmelerinde İçişleri Bakanı Şükrü Kaya şöyle demişti: “Laiklikten maksadımız dinin memleket işlerinde müessir ve amil olmamasını temin etmektir. Bizce laikliğin çerçevesi ve hududu budur. Biz diyoruz ki dinler, vicdanlarda ve mabetlerde kalsın, maddi hayat ve dünya işlerine karışmasın. Karıştırmıyoruz ve karıştırmayacağız!” Bu anlayışa göre, Kemalist laiklik ideolojik olarak bir dünya görüşü şeklinde algılanarak kamusal alanın dışında kalan bireysel alanı da içerdi. Türkiye’nin toplumsal ve siyasal hayatını değiştirmeyi amaçladığı iddiasıyla 1937’de Anayasanın temel ilkesi haline getirilen Kemalist devlet laikliği, dinin devletin kontrolü altında ve düzenleme sahası içinde yer aldı.
1961 Anayasası ile laiklik devletin temel nitelikleri arasında sayılarak siyasi partilerin laiklik ilkesine uyma zorunluluğu getirildi. 1969’lardan itibaren Türkiye’nin siyasal hayatında din-siyaset ilişkileri değişmeye başladı: Erbakan’ın dini değerleri ön plana çıkartan ve bir İslam partisi olarak nitelenen MNP ve onun kapatılmasının ardından kurulan MSP, Kemalist elitin karşısında ikinci bir merkezin temsilciliğini üstlenerek “Milli Görüş” ideolojisine göre İslami siyasal kulvar yarattı. Aynı zamanda muhafazakar kitlelerin siyasete katılımını sağlayan MSP, İslami siyasal ideolojiye sistem içinde meşruluk kazandırmanın aracı oldu. 1982 Anayasası ile din kültürü ve ahlak öğretiminin ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu dersler arasında sayıldı ve daha da önemlisi dini faaliyetler “devletin milletiyle bölünmez bütünlüğü” çerçevesi içinde toplumun yeni çimentosu haline getirildi.
Türk İslam sentezi ve Milli Kültür politikalarının geçerli olduğu Özal dönemi siyasal İslam’ın iktidar yürüyüşünü hızlandırdı. Siyasal İslam’ın iktidara gelmesi ise 28 Şubat askeri müdahalesine yol açtı. Darbe koşullarında başlatılan toplumun laik-antilaik saflaşma süreci ABD desteğiyle AKP’nin iktidara getirilmesiyle sonuçlandı. AKP iktidarında “yanlışlar düzeltiliyor” denilerek Cumhuriyet döneminin uygulamaları tek tek kaldırıldı. AKP-MHP koalisyonu döneminde ise, Türk İslam milliyetçiliği devletin resmi ideolojisi haline getirildi.
AKP-MHP iktidarı hız kesmeden 97 yıllık Cumhuriyet’ten Osmanlı monarşisine dönüşü gerçekleştiriyor: Abdülhamit’in İslam Birliği politikalarını model alarak ve üç kıtada Osmanlı’nın ayak izlerini takip ederek “İslami fetihler” yapıyor. İslami eğitim yapan İmam Hatipler, tarikatlar ve dini cemaatler altın çağını yaşıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı sürekli fetva veren Şeyhülislamlık haline geldi. Lozan’a karşı bir atakla Ayasofya cami yapıldı. Artık, Medeni Kanun yerine örfi ve şer’i hukuka dönülebilir. Hilafet yeniden tesis edilerek bir “Türk İslam Cumhuriyeti” kurulabilir. Bu şeriatçı gidişata CHP’nin seyirci kaldığı bir ortamda, “Laikliği savunan kaldı mı ki?” diye sormaktan kendimi alamıyorum!