Toplumsal ayrımcılık ve ırkçı söylem; nefretin ve şiddetin yaygınlaştırılmasında her zaman başvurulan bir araç oldu bu ülkede ama denilebilir ki hiçbir dönemde bu iktidar döneminde olduğu kadar ivme kazanmadı.
Hamaset ve husumet siyaseti bir tür rant kapısı, iktidarın milli yakıtı sanki. Görünen o ki, iktidar ötekileştirici, kutuplaştırıcı diliyle yapay beka sorunları yaratarak sürdürdüğü siyaseti seçim süreci boyunca da sürdürecek.
Türkiye’de toplumsal kutuplaşma halkın kendi arasında yani tabandan oluşan bir durum olmaktan çok siyaset ve medya tarafından körüklenen nefret söyleminden ortaya çıkmış bir durum.
Ötekileştirme ve ayrıştırma sorunu bugün artık her zamandakinden daha güçlü bir şekliyle devletin en başından başlayarak uygulanan ve tavandan tabana yayılan bir politika haline gelmiş durumda. Bu alandaki yaftalamalar öyle etkin bir hal aldı ki; ‘ya bendensin ya da düşmansın’ noktasında nefret ve kine bulanarak kendinden olmayanı, farklı düşüneni ‘terörist’ görme ve gösterme noktasına kadar gelindi. Bu tehdidin okları artık toplumun her kesiminden insanı hedef almış durumda. Bu yapı, bunun toplumda kabul görmesi için de her türden demagoji ve hamaseti mubah sayıyor.
Muhalefet seçim propagandasını yürütürken ayrıştırıcı dilden sakınmalı, gündem belirleyip muhalefeti bu alana çekmeye çalışan iktidarın oyununa gelmemelidir.
İktidar hamaset konusunda oldukça ustalaşmıştır. İşin acı tarafı hamasetin siyaset üzerinde etkisi olabiliyor. Haber takibi yapmayan, masa başında dikte ile haber yazan bir basının empoze ve manipülasyonuna kanan bir halk gerçekliği buna yeterli bir ortam hazırladı her zaman.
İçi boş kahramanlık edalarıyla, vatan-millet sakarya edebiyatıyla tam gaz ileri … Laf kalabalığı demagojiyi de yedeğine alıp mesnetsiz iddialarla ve algı yaratma üzerinden suçlamalarla halkın önyargılarına ve korkularına dayalı olarak yürütülen bir siyaset bu.
Yılarca otoritenin yüceltilmesine, hatta kutsallaştırmasına dayalı bir itaat kültürü üretildi. Ayırımcı ve dışlayıcı bir söylem geliştirildi. Milliyetçilik adı altında ırkçı söylem giderek dinci, faşizan totaliter bir yapıya dönüştü.
Kin ve nefret kültürüyle eğitilip yetiştirildi bu ülkede insanlar. Siyaset erbabının kışkırtıcı, ayırımcı ve önyargılı dili de eklenince, Türkiye’de zaten öteden beri var olan düşmanca algı ve tutumlar giderek büyüyen bir soruna dönüştü.
Yıllardır yalan yanlış bilgilerle sürekli bölünmekten korkan bir devlet mantığıyla cumhuriyetten bu yana birileri ülkeyi bölüp parçalamak istiyor algısı oluşturuldu. Türk halkının bilinçaltına bu inanç zerk edildi. Böylelikle kimileri kendisini bu ülkenin tek sahibi görüp ‘öteki’ni dışlayıp düşman belledi.
En kullanışlı, en makbul vatandaş tipi sorgusuz sualsiz biat edendir iktidar için. Eleştirmeyen, hesap sormayan, her denileni amasız fakatsız kabullenendir.
Kendisine sunulanı irdelemekten, sorgulamaktan yoksun bireylerden oluşan toplumların varacağı bir menzil yoktur. Bu tür bir yapı hem tek tek bireylerin (aslında birey olmamış, özne olmamış demek gerekir) ve toplumların tarihi felaketlerle doludur.
Türkiye’de baskıcı yapının algısı ve zihniyeti bu alanda da baskıcı ve yasakçıdır. Buna karşı gerçekleşen her şeyi tehdit olarak algılar. Kendi çıkarlarına ters gelebilecek her görüşe, her bakışa ambargo uygular.
Gerçeklerin duyulmasını, görülmesini ve seslendirilmesini istemiyorlar. “Suç” ve “suçlu” tanımı skalası alabildiğince genişletiliyor. Adına kuşatma, baskı, korkutma, sindirme… Ne dersek diyelim hedef ilk elde tüm muhalif dinamikleri ve toplumu korku cenderesi içine hapsetmek.
Adalet, barış’, demokrasi sözcüklerinden korkanlar, bunu kullananları ‘hain’likle suçluyor.
Kirlenmenin ve insani tükenişin iktidarı çepeçevre kuşattığı bu ortamda nitelikli ve insanca kalabilmenin asıl yolu insanca bir duruş göstermek, olan biteni aklın süzgecinden geçirmek ve seçim sandığında harami saltanatına son vermekten geçiyor.