Bugün artık toplumsal fay hatlarının giderek kırılıp dökülmeye başladığı, duyguda kopuşların baş gösterdiği kaygan bir zemindeyiz. Son dönemde yapılan araştırmalar Türkiye’de toplumsal kutuplaşmanın giderek derinleştiğini işaret ediyor. Özellikle siyaset sahasında yaşanan tartışma ve atışmalar toplum kesimini de etkisi alanına almış, içine çekmiş durumda. Toplum neredeyse birbirine düşman gözüyle bakan iki ayrı kampa bölünmüş durumda. Bu duruma yürütülen kutuplaşma siyasetiyle gelindi. Çatışmacı, kavgacı, hoşgörüsüz bir iklim oluşturuldu. Bir toplumun bünyesinde farklı düşüncede olan, yaşam tarzları farklılıklar gösteren kümelerin olması son derece doğaldır. Karşılıklı saygıya dayalı olduğu sürece sorun olmayan bu durum kümelerin birbirlerine tahammülsüzlüğü, kutuplaşma ve çatışmayı birlikte getirir. Bu noktaya yıllardır uygulanan ötekileştirme süreciyle gelindi. Siyasetin bu mecradaki uygulamaları hayatın her yönüne yansımış, kullanılan ayrımcı ve ötekileştirici dil, medyanın da desteğiyle toplumu kamplara, kutuplara ayırmış ve düşman hale getirmiş vaziyette. Bu alanda yapılmış araştırmalara bakıldığında, insanın inşallah yanılmışlardır diyesi geliyor ama ahvalimiz bu.
*
En yetkili ağızlardan başlayarak gazetelerde atılan başlıklardan, TV’lerdeki yorumlara, oradan toplumun galeyana gelmiş avazına kadar koro halinde naralar atılıyor. Devlet derinleştikçe halkını da derinleştirdi. Tekçi paradigması toplumda da yansımasını buldu, toplum kendinden olmayana düşman kesildi. İrdelemeyen, sorgulamayan sadece biat eden bir toplum yaratıldı. Kamplaştırılıp birbirine düşman kılınarak daha koyu bir karanlığa doğru sürükleniyor toplum. Toplumların farklı etnik, mezhep, farklı düşünce ve farklı yaşam tarzlarına sahip kümelerden oluşması kadar doğal bir şey olamaz. Bir ülkede bunların birlikte yaşama isteklerinin yok olması, olayın kutuplaşma noktasına gelmesi tehlike çanlarının çalmaya başlaması anlamına gelir. Kutuplaşma durup dururken oluşmuyor elbette. Bunun için sistematik bir ötekileştirme siyaseti uygulanıyor. Bu ülkede Türk ve Sünni olanın dışındakiler ‘öteki’ konumunda, her dem potansiyel suçlu olarak görüldü, hedef haline getirildi. Irkçı ayrımcılık hiçbir zaman bu derece yaygınlaşmadı. Ötekileştirme siyaseti sonucunda gelinen mecrada iktidar vatandaşına, ya benim gibi düşünüp benden yana olursun ya düşmanımsın noktasına gelindi. Her alanda algı operasyonlarıyla karşı karşıya toplum. Tüm topluma giydirilmeye çalışılan tek tip elbise kimi yapılara dar geliyor. Zaten de tek tip vatandaş oluşturma anlayışı hiçbir şekilde selamete varan bir anlayış olmamıştır. Oysa farklılıkların zenginlik olarak kabul edildiği toplumlar her açıdan sağlıklı yapılar oluşturmuştur.
*
İletişimin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanın var olması ile ortaya çıkan iletişim olgusunun temelinde, paylaşma ihtiyacının giderilmesi gerçeği yatmaktadır. İnsanlar ancak bu sayede karşılarındaki insanların duygusal durumlarını ve aynı zamanda içerisinde bulundukları durumu daha iyi anlayabiliyorlar. Bir ideoloji ya da bir kimlik içerisinde hapsolmuş hayata daha geniş bir pencereden bakamadan, benimsemese de karşısındakinin düşünce ve tercihlerine saygı duymayan bir yapıdan sağlıklı bir iletişim beklenemez. Başta iktidar ve siyasiler olmak üzere, herkes önce kendini, sonra başkalarını anlama ve kendi derinliklerini uzlaşmacı bir üslupla karşısındakine yansıtabilmelidir. Geleceğe odaklanmak durumundayız. Günü kurtarmanın peşinde olanlar geleceği kuramazlar. Daha fazla ertelemek gibi bir lükse de sahip değiliz. Şunu artık bilmemiz gerekir ki; “Çözümün bir parçası değilsek sorunun bir parçasıyız” demektir.