Bu kazalarda ölen asker sayılarını topladığımızda aslında Türk ordusunun ne kadar sakar, disiplinsiz, görev duygusundan yoksun olduğu görülecektir. Ama gerçekten bu kadar asker kaza sonucu mu ölüyor? Bu kadar kazaya rağmen ilgili kurumlar neden bunun üzerinde durmuyor? Bu konuyu soruşturma konusu yapmıyorlar
Herdem Fırat
Herhangi bir kaza sonucu insan hayatının kaydedilmediği neredeyse tek bir gün yok. Trafik kazası, iş kazası, bilimsel çalışma kazası, silah kazası… Liste böyle uzuyor. Hayatın karmaşıklığı arttıkça kaza çeşitleri de artıyor. Kazada ölüm oranları ve sayıları da artıyor. Kazalar çeşitlenirken diğer yandan birileri de kazaların sayısını azaltmak ve ölüm oranlarını düşürmek için her alanda önlem almalarıyla öne çıkıyorlar. Tam tersi birileri de insanları zorla ‘kaza’ ile öldürtüyorlar.
Kazayı önleme de ilk akla gelen bir araba şirketi oluyor. Araba kazasında ölüm riskinin en düşük seviyesi tartışıldığında muhakkak Volvo araba markası ve marka sahibinin neden bu önlemleri geliştirdiğine dair hikâye anlatılır. Şirket sahibinin kızının kendi ürettikleri aracın yaptığı kazada ölmesi sonucu, güvenlik sitemlerine daha fazla önem verildiği ve Volvo’nun da bu felsefe ile üretime devam ettiği anlatılır. Aslında bu kızın kazada öldüğü hikayesi hiçbir zaman doğrulanmadı ancak halen insanlar arasında yaygın bir fikir olarak dolaşıyor. Gerçek şu ki bu marka güvenlik sistemleri geliştirmede diğerlerine göre daha önde. Bu durum konuşuluyor çünkü insanlar kaza sonucu ölmek istemiyor. Bu yöndeki fikir ve hikayeler onlara cazip geliyor. Konumuz trafik kazası değil elbet ancak kazanın önlenmesi konusunun önemi vurgulanmak isteniyor.
Trafik kazasında ölmek trajedi. Ama daha da trajik olan kutsal bir görev üstlenirken kaza sonucu ölmektir. Yani bir amaç için mücadele ediyorsunuz ve bu mücadelede rakibiniz tarafından değil de herhangi bir dış etken veya ihmalkarlık sonucu hayatınızı kaybediyorsunuz. Bu ölüm biçimi hem kişinin kendisi hem arkadaşları hem de akrabaları için zor bir durumdur. Onun için bu şekilde ölmeyi kimse istemez.
İnsanları zorla ‘kaza’ ile öldürmeye gelince başını ordu çekiyor. (Çelişik bir ifade gibi ama öyle. ‘Zorlama’ bilinçli-isteyerek eylem, ‘kaza’ bilinçsiz-istem dışı eylem. Bu da Türk ordusuna has bir karakter) Bir ordu düşünün ki yüzyıllardır askerliği en kutsal görev olarak kabul edip ‘ihmalkarlık, sakarlık ve çeşitli kazalar’ sonucu en fazla askerin hayatını kaybettiği ordu listesinde birinci olsun. İstatistikler çıkarılırsa Türk ordusunun dünyada savaş dışı kayıp konusunda açık ara birinci olacağını iddia ediyorum. Ortalama olarak gün başına neredeyse bir asker kaybı yaşanıyor. İşin tuhafı profesyonellik konusunda da ordu mensupları ve orduya inanan milliyetçiler toz kondurmuyorlar. Dünyada, Türk ordusu kadar kahraman ve Türk ordusu kadar profesyonel, vatanına bağlı bir ordu daha görülmemiştir. Fakat arka planına bakıldığında hiç de öyle olmadığı görülüyor.
Türk ordusunun bir de şöyle bir özelliği var, çatışmalar şiddetlenince kaza sonucu ölen asker sayısı da artıyor. Mesela kışın hava koşullarının en zor olduğu dönemlerde yaşanmayan kazalar, yazın hava koşullarının en rahat olduğu dönemlerde meydana geliyor. Türk ordusu 21 Temmuz günü Federe Kurdistan bölgesinde Metina ve Zap’a dönük yeni bir işgal saldırısı başlattı. İşgal saldırısının ardından ölen asker haberleri de artmaya başladı. Gelen haber ve açıklamalara bakıldığında kaza sonucu ölen asker sayısının çatışmalarda ölen asker sayısından neredeyse daha fazla olduğu görülecektir. “Edirne’de araç kazası sonucu bir asker şehit oldu.” “Van’da silah kazası sonucu bir asker şehit oldu.” “Şırnak’ta nöbet değişimi yaparken düşen güvenlik korucusu şehit oldu.” Bu haberler son iki gün içinde medyaya düşen haberlerdir. Savaşta ise iki asker ve bir korucunun öldüğü açıklandı. Savaşta verilen kayıplar ile kaza ve sakarlık sonucu verilen kayıplar eşit.
Geçmişte onlarca helikopter ve savaş uçağı ya kırıma uğrama sonucu ya da ‘bakımsızlıktan’ düştü. Her seferinde onlarca asker öldü. Bunun yanında trafik ve silah kazalarının sayısı bilinmiyor. Yüzlerce kaza sayılabilir. Bu kazalarda ölen asker sayılarını topladığımızda aslında Türk ordusunun ne kadar sakar, disiplinsiz, görev duygusundan yoksun olduğu görülecektir. Ama gerçekten bu kadar asker kaza sonucu mu ölüyor? Bu kadar kazaya rağmen ilgili kurumlar neden bunun üzerinde durmuyor? Bu konuyu soruşturma konusu yapmıyorlar?
Elbette gerçek böyle değil. Kaza, kelime anlamından da anlaşılacağı gibi bilinçli olmayan bir eylemdir. Onun için kaza olma olasılığı her zaman vardır. Ne var ki Türk ordusunun verdiği kaza haberlerinin yüzde doksanı savaş gerçeğini saklama, gerilla karşısında verdiği kayıpları az gösterme ve başarısızlığını örtme politikasıyla ilgilidir. Düşürülen helikopter, kırıma uğramıştır, öldürülen korucunun ayağı kaymıştır, mevzide başından vurulan ‘profesyonel-seçkin birliğin sorumlusu’ kazayla kurşunu kafasına sıkmıştır… İnsan tüm bunları yan yana getirirken şunu düşünmeden edemiyor. ‘Nasıl oluyor da bu kadar sakarın olduğu bir ordu NATO’nun en büyük 3. ordusu oluyor?’ Eğer böyleyse o zaman bu NATO o kadar abartıldığı kadar güçlü bir örgüt değil, bildiğin şişirilmiş balon. Bir iğne batırsan, batar. Bir üflesen kâğıttan kaplan misali rüzgârda savrulur. Ancak gerçek öyle değil tabi.
Yaklaşık 50 yıla yakındır PKK gerillası ile Türk ordusu arasında bir savaş yaşanıyor. Gerillanın halk desteğinin dışında arkasında hiçbir güç bulunmazken, Türk ordusu daha 1985 yılında doğrudan NATO’dan her türlü askeri ve teknik desteğini almaya başladı. En gelişmiş savaş tekniğine rağmen, en derin özel savaş politikalarına rağmen Türk ordusu PKK gerillası karşısında başarılı olamadı. Başarılı olamayınca da kayıplarını ve başarısızlıklarını başka nedenlere bağlamaya başladı. Nerede bir aksilik varsa gelip Türk ordusunu bulmuştu. Aslında Türk ordusu öyle kaza ve ihmalkarlıklar sonucu bu kadar kayıp vermiyor. Tam tersine en yaygın tedbirleri almasına rağmen savaşta kayıp veriyor ve bu kayıplarını savaş kaybı olarak değil, savaş dışı kayıp olarak veriyor. Bu şekilde gerillanın aslında güçlü olmadığı, bir avuç kaldığını söylüyor. Kamuoyunu da bu şekilde aldatıyor. Savaşta yüzlerce milyar doları nasıl harcadığını açıklamıyor.
1984 yılında ilk gerilla eylemi yapıldığında dönemin başbakanı Turgut Özal ‘bir avuç şaki’ deyip 24 saat içinde icabına bakılacağını söylemişti. Aradan onca zaman geçti ancak söylem değişmedi. En son İçişleri Bakanı Soylu defalarca kalan gerilla sayısı vererek ne zaman biteceklerinin tarihlerini vermişti. En son aklımda kalan 43. tekrardı. Muhtemelen daha sonra yine bitirmeye dönük tekrarlar olmuştur.
Sonuç olarak kutsal vatani görevini yapmak için görev alanlar savaşta değil ‘kaza’ sonucu ölüyorlar. O kadar kutsanan ordu ve devlet kendi askerine sahip çıkmamak için, onu şehit ilan etmemek için, başarısızlığını gizlemek için üyelerini kazaya kurban ediyor. O kadar kutsallara bürünmüş ki insan hayatının bir anlamı kalmıyor. Ticari bir şirketin insan hayatına verdiği değeri bile vermiyor. Ne kadar yazık değil mi, kutsal bir görev uğruna yola çıkarken kazada ölmek ve sonrasında bir hiç olmak.